Çoban deyip de geçme ey be can
Sofranda sıcacık sabah ekmeği
Yanında beyaz kaymak
Olur mu tadına doymak
Kuşluk vakti
Yayıktan çıkmış
Ak köpüklü tereyağı
Beyaz peynir
Otlu peynir
Çedar
Kaşar
Dağları aşar
Gelir sofrana
Çoban deyip de geçme be can…
Önce kar delen deler karları
Bembeyaz bayırları
Yemyeşil çayırları
Peşinden ayı topuğu
Adı sıklamen
Rengârenk kaya gölgelerinde
Sonra nevruz
Ve kuzeni nergis
Çimende otlar kuzular
Koşar anasına arzular
Sonra mor menevşe
Canım armut çiçeği
Dereler dolusu tespih kokusu
Bembeyaz
Tereli
Tesbahlı
Rahma Pınarı
Gâvur Kırıldığı (*)
Üç dere vadisi bembeyaz
Bu baharı da bize yaz
Çoban deyip de geçme be can…
Menevşe solar
Boruk çiçek açar
Sarının en güzel tonu
Saklanmış kayaların döşünde
Çık çıkabilirsen
Çık da bir kokla hele
Anla bir
Neymiş yeryüzünde cennet
Çoban deyip de geçme be can…
Boruk çiçekleri
Batar güneş ile bile
Solar renkleri
Zincer çiçek açar peşinden
Süt beyazı
Tüm arılar başında
Açamaz ki gözlerini
Göremez ki dünyayı
Deli eder kokusu sarp dağları
Çoban deyip de geçme be ey can…
Yaz gelir
Güneş yakar Çukurova’yı
Torosları
Maki dünyasını
Hayıtlar fışkırır derelerin kıyısında (**)
Dünya güzeli renkleri
Ama zehirli lezzetleri
Hayvan yemez
Arı konmaz
Kandırır doğayı
Sürüler serinler gölgesinde
Sinek mucuk sakırga yapışır sırtına
Çoban deyip de geçme be dost…
Birden yayla düşer sürünün aklına
Çılgınlar gibi koşar hayvanlar
Danalar düveler
Atlar eşekler
Keçiler tekeler
Koyunlar koçlar kuzular
Boynunda çan ve çıngırak
Bir devasa doğa filarmonisi başlar
Yankısı vurur dağlardan
Ekosu gelir vadilerden ovalardan
Toroslardan
Çoban deyip de geçme be can…
Yaylada çıtlık sakızı
Zirvelerde mezleğe
Yuva olmuş leyleğe
Bedeninde mis gibi sakız
Çam oluklu çeşmeler
Dağlarda ayı kurt ve çakal
Gün vermez ki sürüye
Havv havv karabaşlar
Sürüye güvence
Sürüye candaşlar
Çoban deyip de geçme be can…
Yaz biter güz döner
Dağları devirir poyraz
Durulmaz ki yayla yurdunda
Yurtta kalmış itler ulur acı acı
Öbek öbek alayçık yerleri
Kıl çadır yatakları
Kara taş yanığı ocaklar
Kara kışı kucaklar
Sürü döner kışlaya
Bit kırımı dere boyu (***)
Diz boyu acı kekik
Yamaçları kaplamışlar
Tuz gibi yalar sürü
Sofrada bin bir çeşit peynir
Mis gibi süt ve tereyağı
Çoban deyip de geçme be can…
(*) Gâvur Kırıldığı: Toroslarda sarp kayalarla çevrili bir derenin vadisinden aşağı yağmurlu ve karanlık bir gecede “Kaç Kaç” zamanında yani Ermeni Sürgünü yıllarında önden giden Ermeni kayadan düşer ve ölür, arkasından gelen ne ses duyar ne de ışık görür o da düşer ölür, peş peşe yüze yakın zavallı Ermeni dereye düşer ve can verirler. Köylüler ertesi gün gelir görürler ki onlarca insan vadideki kayadan düşmüş ve ölmüş, kırılmış. Bu dereye ve bu vadiye o günden itibaren “Gâvur Kırıldığı “ adını verirler. Türkmen halkının dilinde “Gavur” küfür anlamında değildi. Sadece başka dinden olanlara verilen bir sıfattı.
(**) Hayıt: Zakkum ağacı
(***) Bit Kırımı: Eskiden DDT dâhil hiçbir böcek ilacı yokken Anadolu’da, köylerde bitten ve pireden geçilmezdi. Özellikle serin yaylaları çok seven
bit haşarısı, insanları, giysileri, çadırları, yatakları kendine yuva edinirdi. Halk yayladan sahile dönerken bir akarsu kıyısında çadırlarını kurar, eşyalarını, hayvanlarını ve bedenlerini derede, çayda, ırmakta yıkar ve karşıya geçmeden tekrar geri döner, bir daha, bir daha yıkanarak, yıkayarak biti suya bırakırlar arınırlardı. Suya batırılan eşyaların ve bedenlerin üzerindeki bitler, pireler ve diğer haşarılar boğulma hissinden ötürü kendilerini bırakırlar ve böylece akarsu onları alır götürürdü. Bu seremoni bir ay kadar sürerdi. En sonunda haşarılardan kurtulan ahali, Türkmen aşiretleri huzur içinde suyun karşı tarafına geçer,
kışlasına yani sahile dönerdi, konardı. Buna “Bit Kırımı” denirdi.
Kayıt Tarihi : 28.3.2021 19:11:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!