Civan Arya Şiirleri - Şair Civan Arya

0

TAKİPÇİ

Civan Arya

Dünya sen varken o kadar güzel ki. Yaşamak anlamlı. Nefes almanın bir amacı da var sen varken; her an seni sevebilmek için. Saçların boşuna şairleri ağlatmadı asırlarca sevgili. O saçların bad-ı sebanın kollarına bırakırken kendini, kıskanmadım değil. Saçların onun kollarında dalgalanırken ben kıvrımına takılmışım saçının senin. Bad-ı seba saçlarını okşarken diğer taraftan da saçının kıvrımında benimle savaşmaktaydı. Sen bilmiyordun onu, o rakipti. Seni benden çalmak için… Sustum. Bunu bilmeni istemedim hiç. Belki duyunca üzülürsün diye… Çok çetin bir savaşın ardından bakışlarına esir olduğum için ben, sadece bakakaldım kaybettiğim saçlarının ardından. Kazanan Seba olmuştu. Ben ise Heba. Mahrumiyetim zülüflerindi artık… Hayat nasıl, nasıl yaşanacaktı bundan sonra. Mecnun olsam çöllere düşsem. Olmaz… Daha önce Mecnun yapmıştı bunu. Yusuf olsam kendi ilimden ayrılsam, köle olsam, kör kuyulara atılsam… Olmaz. Bunu daha önce Yusuf yapmıştı zaten. Sana giden yollar kapalıydı hep. Dağlardı beni senden ayıran sanki. Çok öfkeliydim. Onları kazmanın ucuyla dövmeyi, paramparça etmeyi ve böylece adam etmeyi çok düşündüm ama bu da olmaz; çünkü daha önce bunu Ferhad yapmıştı. Ne yapacağımı sanıyorsun ki bundan sonra? Seni böyle sevemem ben. Sen o kadar güzel aşksın ki, ne Leyla ne Aslı ne de Zühre sen olursun. Şirin de yanında çok acı kalır. Sen sanma ki Mecnun çok sevdi Leyla’yı, Ferhad Şirin’i. Yalan, gerçek bir yalan bu. Eğer benim seni ne kadar çok sevdiğimi görselerdi, gelir benim müridim olurlardı. Hocalık tarafım yoktur ama benim de bir kalbim var. Onlara, kalple sevmenin püf noktalarını anlatırdım dilim döndüğünce. Zaman izin vermedi onlara, müridim olmaları için. Sana şiir yazayım dedim Necati gibi Cem Sultan gibi. Olmadı yar, yapamadım bunu. Seni beş noktanın, üç harfin kölesi yapmaya gönlüm el vermedi Uzunköprülü Kemal gibi. Yapamadım… Seni, sana anlatmaya çalıştım olmadı. Güzelliğini hangi dil, hangi kelam yeter ki anlatmaya… Narcissus’a, sen öğrettin güzelliği görmeyi. Acemiydi o, bilmiyordu. Ölüm çıplaklığıyla yıkanırken ırmakta aşığını gördü, Narcisssus’usu. Bu ikisinin de sonuydu. Aynı ırmakta iki kez yıkanmazdı zaten. Ona olan aşkını vuslatla tamama erdirdi ölüm. Sakın ırmak kenarında fazla gezme. Ben yokum bu aralar, seni koruyamam. Çok korkuyorum, ya sonun onun gibi neyse... Bu coğrafyada yerim yalnızlığın evi mağaralardır –Zerdüşt’ün evi-. Dünyevi işlerle -boş işlerle- uğraşmaktan yeteri kadar zaman bulamıyorum seni yaşamak için. Onun içindir bu gidişim. Korkma sakın! Bir gün geri döneceğim elbet, bir gün döneceğim. Ben burada yalnızlığı gün gün eksiltirken haftamın yedi günü sen, bütün aylarım sen olmuş. Bugün günlerden sen yine, güneş her zamanki gibi erken doğdu hiç gecikmeden. Çıktım yalnızlığımın tortusundan baktım güneşe susamışçasına. Sonra düşündüm, düşündüm seni. Kaside değil, kasideler yetmez seni düşünmeye. Ahmet Paşa yazmasaydı sultanına Güneş Kasidesini, ben yazacaktım bugün sana, sevgilime, sevdiğime... O güneş ki gülüşünü senden almış belli, kimse bilmez asıl ayın güneş olduğunu. Senin yüzünün parlaklığı olmasa hiç böyle aydınlatabilir miydi güneş, ayı, ay da siyah kokan geceyi. Gözlerin düştü aklıma ansızın bakarken tabiata. Şimdi daha iyi anlıyorum insanların neden tabiatta var olduğu, huzur bulduğunu. Bir kez daha kıskandım seni, bugün. Bana burada huzur veren gözlerinin yeşiliymiş meğer. Yaradan huzurun rengini gözlerinden almış senin. Ağaçlar dudağının ayva tüyünden birer yapmaymış... Çağlayanlar saçından birer esinti, bulutlar kirpiğinden birer özenti, yıldızlar ise gözlerinin ışıltısından birer öykünme imiş. Şimdi daha iyi anlıyorum, Tanrı ne kadar da özenmiş sana, yokluğu var ederken. Deniz ağzının şerbeti, sahil dudağının ince çizgisi, ufuk varlığının tecellisi, sema yüzünün
D
gök olması imiş. Alimler seni anlatmış yıllarca müridlerine. İlim sen imişsin. Seni bilmeyen cahil imiş. Bütün harf kalabalığı seni anlatmak imiş kitaplarda…Tüm direnişler ulaşmak için verilen birer bedelmiş sana. Özgürlük, rengini teninden aldığı için bu kadar düşkün insanlar. Sen, cana can katansın; tabiat senden yağmur bekleyen. Kimse bilmez buğdayın neden sararıp solduğunu benden başka, yazın ortasında…Senin yokluğunun acısıyla pişer, olgunluğa erişir. Artık dayanamaz bu hasrete, ölüme baş koyar. Saat çaresizliği geçeli yıllar olmuştur. Değirmenci, imama taş çıkartırcasına cenazesini yıkar. Değirmende namazı kılınır un ufak olan bu bedeninin. Değirmenci sorar tarlaya ve tarla faresine. Nasıl bilirdiniz rahmetliyi? Hepsi bir ağızdan ‘pek aşık bilirdik’… Sonrası sessizlik ve acı bir yalnızlık. Tarla karanlığa gömülmüştür artık. Ben ise günleri hüdhüdü beklemekle geçiriyorum buralarda Süleyman’dan Belkıs’a götürdüğü haberin aynısını belki bana da getirir diye. Biliyorum bir gün gelecek o şad müjde gelecek zamandan yakın bir zamanda. Seni yanıma getirmek için canlarım yoktur belki ama bir canım var yanına gelmek için senin. Sen;
Hasret çığlıkları,
Bir yürek susamışlığı,
Bir yokluk,

Devamını Oku