Çıtı Çıkmayan Şehir
yarım yamalak cümlelerin kendilerini tamamlayıp yerli yerinde kullanıldığı dört başı mamur bir 'yazı' değil hayat… eksile eksile geçiyor zaman… geçen her günün, ömürden yiyen bir hazır yiyici olduğunun ayrımında olmak, günlerin geçmesini engellemiyor… günler bir biri ardına geçip gidiyor… ömrün nasıl dolduğu, günlerin umuru değil ya da nasıl eksildiği… 'zamana kilit vurulmuyor' sevgili s'e… yine de, ne kadar sonsuz görünse de her denizin bittiği bir kıyı mutlaka vardır ve her kıyıda hikâyesi hazır martılar bulunur… tıpkı yaşam gibi… hikâyesinin içinden geçmeyen hiçbir canlı yok ne de olsa; ama bir hikâyenin içinden geçtiğinin kimi farkında, kimi değil… derdi bir hikâyenin içinden şöyle ya da böyle geçip hikâye kahramanı olmaksa, bu amacına ulaşmada martılardan medet umabilir insan… martılar, daha önce de söylediğim gibi, bilge kuşlar ve kıyılarını terk ettikleri görülmemiş martıların…
aslolanın hikâyenin içinden geçmek değil, hikâyenin kendisi olmak olduğunu bilmenin de mutlu olmakla ilgisini unutmamak gerek… hikâyelerimizin herhangi bir yerine öylesine kondurabildiğimiz çocuk gülüşlerindeki masumiyetlerin ya da çıkarsız paylaşımlardaki samimiyetin sayısının çokluğu, hayatlarımızın güzel geçtiğinin işareti sayılmalı… insanın geçmişine yaptığı yolculukların durak yerleri kuşkusuz 'iz' bırakan anılarla ilgili… kıytırık, öylesine yaşanmış günlerin de kişiliğin oluşmasında dolaylı olarak etkileri bulunabilir; ama geçmişe yapılan yolculuklardaki asıl etkinin, durak yeri olabilecek yaşanmışlıklara bağlı olduğunu düşünüyorum…
'ıslak bir eylül sabahına uyanan şehirde aşka dair cümlelerin sefil bir yalnızlığa mahkum olmalarındaki sebebin, aşkın kendisiyle bir ilintisinin bulunmadığını bilmek, cümlelerin sefalet kokmamalarına yetmiyor… suni döllenmedeki yapaylık, her şeye sirayet etmekte gecikmemek gerektiğine ilişkin bir görev bilinciyle, her şeye sirayet ediyor çünkü… zapt edilmiş sokaklarda zapt edilmiş duyguların kaldırım taşlarına çarpmaktan başka yapabilecekleri herhangi bir şey kalmadığından, bütün duygular, kaldırım taşlarının biçimsiz sertliğinde darmadağın oluyor… tek bir duygu, çok boyutlu bir kuşatmayla ipince bir sızı gibi yayılıyor sokaklara… korkunun teslim aldığı sokaklar tekin değil hiç… çelik miğferli askerlerin köylü bakışlarında, emre itaatin sorumsuz rahatlığı, zalimin ekmeğine yağ sürüyor… çelikçomak oyunlarına karışan helikopter sesleri, tank paletleri ve makineli tüfek takırtıları, oyunun oyun olmaktaki masumiyetinin üstüne zulmün somut ağırlığını, hiçbir gerekçeye gerek duymadan koyuveriyor… o güne kadar 'en kahraman' olan resmi ve sivil polislerin süngüleri bir anlığına düşüyor (polis devletinde askerin darbe yapmasının böyle bir sonuç doğurmasını olağan karşılamak gerekiyor) : zulüm, bir anlığına kimlik değiştirip haki bir görünüm kazanıyor; ama ilk şaşkınlığın geçmesinin ardından polis-asker rengi, yapay bir şekilde birleşip devlet aygıtının militarist korosundaki yerlerini alıyor…korku kuşatıyor şehri… sararmaya yüz tutmuş güz yaprakları, özsuları çekilmese de özsularının çekildiğini düşündüklerinden, vaktinden önce dökülmekte hiçbir sakınca görmüyor… çıplak bir hüzün çıplaklığını gizlemeden çıkıyor sokaklara…'
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
tebrik ediyorum gurur duydum sevgiler
Bu güzel yazıyı okuma fırsatı bulmak mutluluk vericiydi benim için ne zamandır aklımdaydı çünkü..çoookk güzel ,evet çok güzel...yüreğinize sağlııkkk üstad..
martılar....baş belası martılar....
yeniden okumak güzeldi sönmezi.
ayhan sönmez şiirleri kadar güzeldi.
kutlarım.
O esmer kız, hiç bir kentte hiçbir kimseyi beklemiyor artık. Çok oldu öleli. Yazarı öldürdü onu. Yazarı ve sevgili S elbirliğiyle gömdüler toprağa. Yok artık esmer kız.
Kutluyorum sevgili yazar. Tebrikler.
Bu şiir ile ilgili 4 tane yorum bulunmakta