ÇIRAK KURSU ÇIRAKLARIYDIK BİZ
Mahtada dikili ağaçları damgalama sırasında orman içinde bölge şefinin gösterdiği ağaçların köklerini bir arkadaş balta ile şimşir ağacının dallarından kalemden biraz kalın ve uzunca çubuğun bir ucunu ezerek yumuşattıktan sonra yaptığımız fırça ile ben ağacın gövdesinde açılan açıklığa çubuğu efrece bandırdıp numara yazıyorum. , bir arkadaşımız kumpas ile ağacın kuturunu ölçülüyor bir arkadaş deftere kayıt ediliyor ben sıra numarasıni yazıyorum bir arkadaş madırga diye tabir ettiğimiz çekiçle numara yazdığım yere vurup orman işletmesinin logosunu vuruyor orman bölge şefi kesilecek ağaçları gösteriyor. Çalı çırpı orman gülleri arasında orman bölge şefinin gösterdiği ağaçlar arasında koşuşturma arasında düşürdüğüm her efreç çubuğu için benden dört beş yaş büyük köylümden azar isitiyorum, her defasında bir daha çubuğu düşürürsem seni hem dövecem hem çubuğu kendin yapacaksın diyor ama, hep yanında hazır bulundurduğu efreç kalemini bana veriyor, kızmasının sebebi, şimşir ağacının ormanda zor bulunması. Nihayet bu mahtada damgalanacak ağaç bitince akşam olmak üzereydi, hep beraber köyümüzün adını taşıyan orman işletmesi şantiyesine geliyoruz. Burada görevli orman muhafaza memuru orman bölge şefininin geldiğini görünce resmi üniformasıyla esas duruşa geçip askeri nizama uygun tekmil vererek karşılıyor şefin arkasından şantiyenin salonuna giriyoruz. Ön tarafı açık olan salonda yakın yerlerde ki mahtada tomruk çekenler çekilen tomrukları kasabanın tomruk deposuna taşıyan kamyon şoförleri muavinleri, amaleleri derken belki Yirmi kişiyiz. İşe yeni başlayan ben ve benden bir iki yaş küçük fakat benden daha iri yapılı sonradan askerde şehitkik mertebesine ulaşacak Fahrettin isimli arkadaşım vardı hesap Kitap işine fazla kafası çalışmadığı için onu şantiyede ahçı ya yardımcı olarak bırakmışlardı l.Tabiki bu kadar kalabalık içinde ister istemez oradan buradan muhabbet ediliyor bir ara şef sizin köyde efendi varmış kimdir o deyince Benimde yeni öğrendiğim efendi lakaplı amcamız ayağa kalkıp efendi benim efendim deyince kısa bir gülüşne sonrası orman bölge şefi mahçup bir şekilde amca ayağa kalkmana gerek yoktu lütfen otur diyerek günlük yaşantısında gerçekten düzgün yaşayan amca yerine oturdu. Şantiyede hep birlikte yemek yedikten sonra yarın buluşmak üzere evlerimize dağıldık.
Hepimizin işletme binasına bir, bir buçuk saatlik yolu vardı mesai işçileri olarak biz geldik orman bölge şefinin gelmesini bekliyoruz. Bir araç sesi duyduğumuzda pür dikkat gelenin hangi araç olduğunu tahminleri ortaya dökülmüştü kimisi işletme pikabi kimisi tomruk kamyonu derken, BMC kamyonunun virajdan aştığını gördük gelen teyzemin Bey'inin BMC kamyonu idi. Kayyon işletme binasının yakınındaki tomruk deposunun yanında durdu arabadan inen 3o 35 yaşlarında buralarda pek görmeye alışık olmadığımız kran tuvalet tabir ettiğimiz bir adam inip yanımıza gelerek selam verip köşede beklemeye başladı şoför ve yanındaki bir Amale henüz kamyonun yanında adamın giyimi kuşamı on numara gömlek cebinde yabancı sigaranın paketi yarıya kadar dışarıda ayakkabılar iskarpin par par parlıyor yüzü gözü gayet düzgün anlayacağınız devlet memurları gibi. Araba rampaya yanaşınca şoförün sesi geldi Osman abiiiii haydi arabayı yüklemeye başlayalım, adam doğru kamyonun yanına gitti üst başını çıkarıp yanına getirdiği elbiselerini giyip kamyon kasasının açılan kapısına yerden döşenen üç dört tane ağaç ile oluşturulan rampanın üzerine doğru pelek dediğimiz sopalarla tomrukları itmeye başladılar haydiiiiiiii hoooop vardaaaaa bırakmaaaaa az kaldı diyerek ilk tomruk kamyonun kasasına gelmişti.. Şimdi hepimiz merakla bu gizemli adamın kim olduğunu öğrenmek için can atıyorduk. Bir ara eniştemiz yanımıza geldiğinde biz sormadan o söyledi bu benim nine tarafından akrabam zaten köyünü hepiniz biliyorsunuz bizim köye iki üç saatlik yürüme mesafesinde bir köy bizim mahallede en azından yedi sekiz gelin bu köyden gelmiş köyümüz ormand köyü olduğu için akraba bağlantılı iki üç köyden birisi. İstanbul'da Fahrettin aslan gibi ünlü gazinocuların yanında fedai olarak çalışmış yanıda başka bir teyzemin oğlu Kıbrıs gazisi latif abimde varmış latif abi buradaki dönen dolapları görünce Osman demiş bizi burada harcarlar gel köye dönelim deyince kabul etmemiş, Latif abi bırakıp gelince bir hafta sonra o da bırakıp gelmiş.. Niyazi eniştem beni görünce sevinçli bir şekilde ya iyiki seni burada gördüm, baban maden ocaklarında çırak kursu mu açılacakmış neymiş onun için imtana girecek mişsiniz, önümüzdeki pazartesi günü Zonguldak'ta olman lazım o sırada babamla munavebeli guruplu olarak çalışan ağabeyin seni getirsin.. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilememiştim. Rahmetli babacığımin gayretleri ile kasabada Kâh kendimiz ev kiralayarak kâh başka birisinin evinde kalarak orta okulu bitirmiştim sınıfımda ilk beş altı başarılı öğrenci arasında idim. Liseye gitmeyi düşünüyordum daha doğrusu öyle zannediyordum liseden sonra ne olacağını ne rahmetli babamın ne çevremdeki insanların bir bilgisi yoktu. Üniversite diye bir okulun var olduğunu Orta okul bitirmeme rağmen bilmiyordum bu halime hâlâ daha şaşarım. benden beş altı yaş büyükler köyde İlk okulu ikinci sınıfa kadar okuyup okulu ya bırakıyor ya başka bir köyde üç beş kişi gibi İlk okul beşinci sınıftan diploma alıyordu ağabeyim ve yaşıtları iki yıl Eğitmende okuduktan sonra merkez mahallede eski okulun alt tarafına yeni bir okul yapılmış yeni öğretmen atanıp mezun olabilmişlerdi. Bir iki yıl Sınıf tekrarı yapan arkadaşlar Belki on dört on beş yaşında ilk okul diplomasına kavuşmuşlardı. Bu gün de mesaide çalıştıktan sonra zaten durumundan haberdar olan ilgililerde beni akşam üzeri hayırlı olsun inşallah diyerek yolcu ettiler.
Eve geldiğimde anama ve ağabeyime durumu anlattım. Onlar da gerekli hazırlıkları yapıp Zonguldak'a gideceğimiz günü beklemeye başladık. Zonguldak'a sınav tarihinden bir gün önce gitmek zorunda idik, o zamanlar köyden kalkıp saat Sabah 10 daki sınava yetişme imkanları yoktu. Anam ilk okula bile gidememiş köy odalarında Arap alfabesi ile bir iki defa kuran süreleri eğitimi almış onunla kalmıştı. Dolayısıyla sınavına gireceğim çırak kursundan onun hiç bir bilgiye sahip olma imkanı yoktu. Abim ile bir gün önceden sınava köylülerimizin çalıştığı o zamanki adıyla Ereğli Kömürleri İşletmelerinin Kozlu bölgesi İhsaniye bölümü işçilerinin barındığı bizim dilimizde pavyon gerçekte işçi yurtlarına zahmetli bir yolculuktan sonra varmıştık. Sabah köyden yürüyerek gelmek zorundaydık yaz aylarında tomruk arabaları çalışıyor du ama onların ilk seferleri neredeyse öğle üzerine doğru tomrukları doldurup kasabaya geliyorlard Şansımıza dedik yola çıktık. Dört km sonra iki yılını yukarı ki eski okulda üç yılını aşağı okulda tamamlandıgim okuluma gelmiştim. Beş yıl dört km yolu yürüyerek gidip gelmiştik. Kar fazla yağdığı zamanlarda öğretmenimiz bizleri evlerimizin yakınına kadar getirip bırakırdı. Yolumuza yaya olarak devam ettik, giderek okulumdan köyümden uzaklaşıyordum, kasabaya üç üç buçuk saate falan geldikten sonra köfteci hacı da karnımızı doyurup doğru bizi Zonguldak'a getirecek minibüs durağına geldik. Minibüsün yolcuları tamlaması iki saati buldu ve hareket ettik. Şoför ilk önce yolculara sordu poşet isteyen varmı ? Çünkü çok kişi aracın içine dolan benzin ve eksoz gazı kokusuna dayanmaz istifar ederdi.
Vilayete geldiğinizde ağabeyim hazırlıklı gelmiş cebinden el fenerini çıkartarak bundan sonra kalacağımız yere tünelden geçeceğiz eğer dolmuşları beklersek uzun süre beklemek zorunda kalır mışız. Vilayet binasının batı tarafına doğru giderken önümüzdeki Tren raylarıni takip ederek tünelin giriş kısmına vardık bu tüneller işletmelerin ürettiği kömürleri merkez lavuarına taşımak için açılmış biz tünele girdiğimiz de bana abim korkmamami tren gelirse sağda ve solda açılmış siganaklara girip Tren geçene kadar orada bekleyip daha sonra yolumuza devam edeceğimizi söyledi belki yüz metre bile gitmeden tünelin içi gece gibi karanlık oldu. Gelen trenin sesi ile kendimize bir siganak bulup siganakta trenin geçmesini bekledik ve yolumuza devam ettik.. ağabeyim bana iki Tren raylarının ortasından değilde yanlarından gitmemi tembihledi, rayların ortalarında trapez ve taş olduğundan rahat yürünmüyordu. Zaten tünelin ucu küçük bir ışık hüzmesi şeklinde gözükmüş giderek büyümeye başlamış dolayısıyla biz çıkışa yaklaşmıştık. Tünelden çıktığımızda manzaranın bizim köylerden farkı yoktu Tren yolu bir süre daha yürüdük sağımız solumuz hep ağaçlık idi tren yolundan ayrıldıktan sonra neredeyse kamyon yolu genişliğinde bir yola girdik tek tük evler gözükmeye başlamıştı. Biraz sonra kahvehane lerin olduğu yere geldiğimde iki yüz üç yüz metre kare yerin yazlık kahvelerin her tarafı dolu büyük bir hareketlilik vardı böyle kalabalıklara ancak kasabamızda et pazarı dediğimiz Arife günleri ve panayırlarda rastlardik. Biz bir yere uğramadan vardiyasını (çalışma saatleri) ve nerede olduğunu bildiğinden doğru akşam kalacağımız pavyonun (işçi yurtları) kapısına geldik burada nizamiyede görevli ağabeyimi ve beni görünce isimlerimizi alıp içeri girmemize müsade etti. Kapıdan girdiğimde üç tane yan yana kurulmuş üçer katlı zamanın devasa binaların oturma yerleri o kadar çok güzel düzenlenmiş ki şaşırdım kaldım. Çam ağaçları gölgesinde yürüme yolları etrafındaki süs bitkileri ortada bir havuz açık ve kapalı oturma yerleri. Bloklara giriş yollarının etrafında tek bir çöp yok yine kapıya kadar güller ve süs bitkileri ile çevrilmiş. Şirket kahvesi dediğimiz yere geldiğimizde babacğımımız bizi bekliyormuş gibi biz kapıya yaklaşır yaklaşmaz bizim yanımıza gelip kahvenin bir köşesine oturttu çay içmeyeceğimizi söyleyince sizin karnınız açtır diyerek bizi şirketin yemekhanesine getirdi. Yemekhane girişinde babam kendisi için tike dedikleri küçük kağıt parçasını yemekhane görevlisine uzatıp bizim için de misafir kontenjanından yaralanıp karavanaların olduğu yere geldik. Dört gözlü yemek kaplarından alıp yemeklerimizi alıp boş bir masaya oturduk benim gibi iki üç tane daha çocuk yemeklerini yiyordu. Diger masalarda da üçerli beşerli işçilerin yemeklerini yiyenler kalkıp gidiyor başkaları geliyordu. Masalarda çelik sürahi ve bardaklar vardı üzüm hoşafı o kadar tatlıydı ki üzerine su ilave edip yemek zorunda kaldım. Yemeği yedikten sonra biraz Havuzun başında oturduktan sonra babam ağabeyime ben uyumaya gidiyorum siz buralarda bekleyin ben sizin yatacağınız yeri benim yaptığım koğuşta ayarladım 3.ncü blok 33.ncü koğuşa gelirsiniz görevli sizin yerinizi gösterir ben siz sabah kalkıp hazırlanana kadar işten çıkıp buraya gelirim. Beraber imtan nerede olacak oraya kadar gideriz deyip bizden ayrıldı. Biz hava kararmadan ağabeyim ben seni karşı taraftaki kahvelerin yanına getireyim dedi nizamiye çıkışında görevli bize fazla geç kalmamak şartıyla izin verdi. Dışarı çıkınca bu sefer ortalık daha kalabalıklaşmış her taraf işçi doluydu el arabaları ile bidonları taşıyan çocukları görünce abim çocuklar kahvehanelere su taşıdığını söyledi ve benim yaşımda daha küçük çocuk boyacılar da gözüme çarpmıştı. İki yakayı birleştiren köprüyü geçerken bile karşı tarafın ne kadar kalabalık olduğunu anlamak kolaydı. Ağabeyim dedi ki sen bizleri bir de maden ocaklarından çıkınca gör Kuyubaşında kimseyi tanıyamazsın yüzümüz gözümüz hep kömür karası sadece dişlerimiz ve gözlerimiz beyaz kalır demişti ama fazla anlamamıştım. Sinemanın hoparlöründen iki film birden diye belirli aralıklarla filmin isimleri söyleniyor kahvede oturanlar için garsonun elinde çay tepsisi durmadan çay oralet taşıyor kimsenin boş oturduğu yok ne okey oynuyorlar ne pişti altmış altı gibi kağıt oynanıyor kimisi tavla kimisi Domino dolayısıyla herkesin bir uğraşı var ağabeyim bir iki dükkana girip çıktıktan sonra, bana hadi yatakhanelere gidelim deyip yola çıkmış Ken önümüze gelen bir lokontada köylümüz şahin amcabizi görünce yanlarına çağırıp köfte yemeği söyleyip yedikten sonra biz doğru yatacağımız koğuşa kadar geldik. Ağabeyim bana sessiz olmamı çünkü burada yatan işçilerin bir iki saat sonra kalkıp işe gideceklerini söyledi. Babamın yattığı yeri gösterip babamın ayırmış olduğu ranzanin sağında ve üstündeki boş yataklara yattık. Ben hemen uyumuşum sabah babamın bizi uyandırmak için yanımıza geldiğinde ancak uyanabildim. Vakit kaybetmeden yemekhane ye inip çorba çay zeytin peynir den oluşan kahvaltımızı yapıp nizamiye önünde şirketin bizim için temin ettiği kamyon kasasının içine oturak üstünü branda ile kaplanıp işçi ve öğrenci taşıyan servisine bindiğimizde on onbeş öğrenci ve velileri ile araç hareket etmişti. çok geçmeden çocukluğumuzdan beri kulaklarımızdan eksik olmayan kuyu başı kafesler yazıhane müdür mendis kömür maden işçisi gruzu göçük grevler direnişler yaşanan yerdeydik başçavuş domuzdamı kama fırça vagon gibi terimleri görmeden hafızalarımıza Ocak başlarında kazımıştık. Bu yüzden madencilik yöremize ait meslek gibi bilinmişti domuzdamcı kazmacı yol marangoz tarama ilerleme lağımcı gibi meslek kollarını çalışmadan biliyorduk. Servis buradan geçtikten sonra virajlı bir yoldan yokuşu tırmanıp bir hayli yol aldıktan sonra hayatım da İlk defa denizi görüyor dum. Bizim köylü bir maden işçisinin benim gibi denizi İlk defa gördüğünde anaaa çimene bak burada bizim inekler ne otla beeeee dediği gibi vardı.... Sınava gireceğimiz okulun önüne geldiğimizde sınava girecek öğrencileri sıra ile sınıflara almaya başlamışlardı. Babacim Görevlilere gösterecegim benim sınava giriş kartını son dakika bana verip onlardan ayrılıp ben de sıraya girdim.. Sınıfa girdiğimde sınav kağıtlarını dağıtmaya başlamışlardı, görevlinin gösterdiği sıraya oturup sınav kağıdının sol üst köşesindeki isim soy isim kısmını doldurup üçgen bir şekilde kapayıp yapıştırarak sınav sorularını verilen süre içinde elimden geldiğince yapıp dışarı çıktım. Görevli öğretmenler kimseye kopya çekmek veya kağıdını başkasına gösterenin sınavının iptal olacağını söylemişler kimsede bunlara yeltenme misti. Dışarısı çok kalabalık herkes birbirine soruları soruyor yanlarındaki velilere sorular hakkında bilgi veriyor lar dı burada duyduğumuza göre bu kursa sınavla elli kişi alınacak on kişiyede babası Maden de ölenlere kontenjan verilecek. Sınava girecek öğrenci sayısı bin kişinin üzerinde imiş. Ağabeyim de bana sınav soruları hakkında bir iki soru sorup babamın demekki hafta izini imiş hep beraber köye geldik. Bu sefer kasabadan cipci musayi kiralayıp köye çıkmıştık babamın madenden izine gelen köyden üç arkadaşı daha vardı bir gün sonra onları köyden alıp kasabaya getirecekti. Jeep ile mektebin yanına kadar gelip yaya olarak yolumuza devam ettik. Çünkü kasabadan köye gelen şose yolu buraya kadardı. Gerçi mahallemize daha yakın orman yolu vardı ama daha uzun ve riskli olduğu için kimse oradan gitmeyi tercih etmiyordu. Eve ulaştığımızda anam sofrayı hazır etmiş çorbayı ocağın kenarına çıkarmış böregi pişirmiş tavukları üzerine doğramış bir şekilde yine soğumasın diy e ocağın kenarına koymuş bizi bekliyor, muş bizim hepimizi görünce anacım da hepimizi sofraya oturtana kadar ayakta bekledi bu hepimizin bir sofraya oturduğu nadir anlardan biriydi. Çünkü babam A gurbunda ve abim B gurubunda maden ocaklarında işçi idi ocaktan biri geliyor biri gidiyordu haftalık izinlerinde ya geliyor ya gelmiyorlardı geldikleri zaman nadiren aynı sofraya oturuyorduk. Yemek yendikten sonra biraz vakit geçtikten sonra herkes köşesine çekildi.
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta