-1-
Bakırcı Esad Ağa açtı kepenklerini,
Göğe doğru uzattı kemikli ellerini.
Helal bir kazanç için dua etti rabbine,
Sonra anahtar soktu kapının kilidine
Dükkanından içeri bismillahlarla girdi,
Bakırları çıkarıp kepenk önüne serdi.
Hazırlıklar bitince sıvadı kollarını,
Başladı işlemeye bakır levhalarını.
Tencereler, kazanlar bir bir geçti elinden,
Dükkan şenleniverdi çekiçle örs sesinden.
Bakırın içindeki tüm şekiller canlandı,
Herbiri birbirinden güzel şekiller aldı.
Ruh vereni olmasa ne işe yarar bakır?
Eşyadaki ruhtur ki; ruhu hayran bırakır.
Neler neler anlatır bakır bir hamam tası,
Çünkü anlatılanı yazmış yapan ustası.
Esad Ağa böyledir; destan yazar bakıra,
Bakır onu anlatır hep haykıra haykıra.
Sanki destan yanında bir de musiki vardır,
Hem öyle musiki ki; yürekleri sızlatır.
Halıdan güzel işler bakırı örs üstünde,
Çekiç başka ses verir bakırın her yerinde.
Kimi zaman hafiftir değmesi, dokunması,
Kimi zaman şahlanır o esrar kumkuması.
Ruhunu bakırına verince Esad Ağa,
Saçları ter içinde çömelir bir bucağa.
Dalar gider bir süre bin düşünce içinde,
Bakar bakırlarına sigarası elinde.
Kapkara gözlerinde al al bakır dolaşır,
Hem de öyle bakır ki; bakan gözler kamaşır.
Hayalinde bakırı kıvırır kerpetenle,
Kalmaz Esad Ağa 'nın ilişkisi bedeble.
Okşar, sever, kucaklar hayalinde bakırı,
Bakır Esad Ağa 'nın şerefi ve gururu.
Bakır havası, suyu, bakır ekmeği, aşı,
Bakır hem gerçeğinde, hem düşünde yoldaşı.
İdeali; bakırı öok daha iyi döğmek,
Bakırı iplik iplik, nakış nakış işlemek.
Biliyor ki; bu işe yetmez belki bir ömür,
O ömür harcanırsa bu meslek öğrenilir.
Gömülmüş hazinedir, sırdır san 'at dediğin,
Gerekene oranla sıfırdır öğrendiğin.
Lak ile laklak ile hiçbir yere varılmaz,
Kılı kırk yarmadan menzile ulaşılmaz.
Ekmeği, aşı, suyu atacaksın bir yana,
Hasretler kalacaksın günler boyu uykuya.
Evin-barkın, yakının aklına gelmeyecek,
İşe bir koyuldunmu gücün hiç bitmeyecek.
Yoksa yarar bekleme işinden, san 'atından,
Eğer beleşçi isen geri dön bu kapıdan.
-2-
Günlerden bir gündü ki; çıkageldi bir kadın,
Yanaştı kapısına bizim usta Esad 'ın.
Yaşı elli-ellibeş, çatma kaşlı birisi,
Yama içinde kalmış eskimiş entarisi.
Kendine çok güvenli içinde hırkasının,
Başörtüsü üstüne uzanmış atkısının.
Yanakları çok dolgun, elmadan daha al al,
Perçemi başörtüden fırlamış kara hilal.
Gözleri iri, kara fakat fazla anlamsız,
Burnu neyse ne ama ağzı hayli kuralsız.
Elleri el-mel değil, hayvan pençesi sanki,
Kadının her parmağı ırgat parmağı çünkü.
Beden kalın, boy uzun, zor sığar kapılardan,
Böyle övmüş yaratmış bu kadını, Yaratan.
Kendisi bakırcının kapı komşusu olur,
Yılların dulu ama böyle dul zor bulunur.
Yanında bir oğlan var on-onbeş yaşlarında,
Oğlan başıboşluğun en derin sularında.
Kafasında saç-maç yok ve başı yusyuvarlak,
Kaşlar anası gibi, yanakları toparlak.
Burnu az küçük ama ağzı aynen mağara,
Yelkeni örnek tutmuş Yaratan kulaklara.
Dişleri kırık-kırpık, gözleri cinden farksız,
Anasının yanında uslu çocuk, ahlaksız.
Ayaklar çırılçıplak, pantalon dizden kısa,
Ceplerini doldurmuş herşeyle tıkabasa.
Kemerden omuzlara çapraz aşırtması var,
Bıraksan bu oğlanı, mutlak gidip cam kırar.
-3-
Kadın dedi: 'Merhaba, nasılsın Esad Usta?
Biliyorsun bu velet haylazlığa çok hasta.
Kalmadı kırmadığı cam bizim mahallede,
Yuvasını bozduğu kuşlar yaka silkmede.
Kuyruğuna teneke bağlıyor köpeklerin,
Emiyor memesini bulduğu ineklerin.
Danalar aç kalıyor bu haydudun şerrinden,
Senden ricam odur ki; sen tut bunun elinden.
Para-mara istemem, tek bu yanında dursun,
Hem san 'atı öğretir, hem göz-kulak olursun.
O da senin her türlü ayak işini görür,
Bu oğlan evde kalsa, inan beni öldürür.'
Usta dedi ki: 'Bacı, ömrümün son günleri,
İnsan götürmemeli mezarına hüneri.
Ele öğretmeli ki; hüner topluma kalsın,
Bizden sonra gelenler meslekten yararlansın.
Benim kimim-kimsem yok, halifem olsun çocuk,
Haylazlıktan kurtulup adam olsun yavrucuk.
Bilirsin ki; yoksulum, para-pul da veremem,
Öyle tam terzi işi elbise giydiremem.
Fakat hiç üzülme ki; karnını doyururum,
Şöyle bit pazarından giyecek de bulurum.
Harçlıksız da bırakmam, birkaç kuruş veririm,
Ahlakını gözetir, mesleği öğretirim.'
Kadın sarılıverdi ustanın ellerine,
Dedi: 'Sığınıverdim ben senin yüreğine.
Adı 'Veli' dir ustam, eti de senin olsun,
Tepe tepe çalıştır, kemiği bana kalsın.
Sana Ulu Rabb 'imden şefaat diliyorum,
Umutsuzca gelmiştim, umutla dönüyorum.
Kalınız sağlıcakla has ustamla has çırak,
Bakalım Allah bize ne kapılar açacak.'
Usta çağırdı hemen çırağını yanına,
Dedi: 'Şurdan çay söyle hem sana, hem de bana.
Her görevi çabuk yap, ilk öğüdüm bu olsun,
Öyle bir adam ol ki, anan da gurur duysun.
Haylazlık iş değildir. Haylaz dostu haylazdır,
Hiyleci olan kişi aklı sıra kurnazdır.
Ayağını doğru bas, yalanla düşüp kalkma,
Doğruluğun peşini aman sakın bırakma.
İşleri iyi gider doğru olan kişinin,
Sahibi olmalısın yaptığın her işinin.
Bugünlük beni seyret dükkanda çalışırken,
Ocakta ve örs yanında bakırla savaşırken.
Ben dünyadan gidince sana kalmalı hüner,
Ama öğrenmen için bin fırın ekmek ister.
Lokma lokma yedinmi bir o kadar ekmeği
Sen de kalkar olursun bu mesleğin erkeği.
Ben çayı da çok sevmem, el-ayak işim yoktur,
Benim el hizmetine yıllardır karnım toktur.
Aman yavrum dikkat et, dikkatini işe ver,
Haydi bakalım şimdi, bana kendini göster.'
-4-
Çırak ilk gün gelmişti, ertesi gün gelmedi,
Ustasının yüreği bir an rahat etmedi.
Kuşkulandı, üzüldü, aldı verdi içinden,
İlk kez o gün soğudu mesleğinden işinden.
İlk kere o gündür ki, çekiç almadı ele,
Bir kez el değdirmedi ocak ile körüğe.
Bakıra aşık adam bakmadı bakırına,
Aklı çırakta kaldı, bakırlar umuruna.
'Ne oldu bu çocuğa, araba mı çiğnedi,
Ezildi, parçalandı, ondan mı gelemedi?
Hastalandı mı yoksa, ilaç mı bekliyordur?
Parasızlık belki de anayı üzüyordur.
Belki uyudu kaldı, kıyamadı anası,
Uyandırsana şunu, anasın, varolası...
Acep ola yine mi karıştı haylazlara?
İnsan bir haber verir hiç olmazsa adama.'
Esad Usta sabahtan akşama boş oturdu,
Aslan gibi adamın merak başına vurdu.
Besmeleyle kapattı akşam üstü dükkanı,
Besmeleyle yürüdü sıkılıyorken canı.
Farkına varamadı yanından geçenlerin,
Dükkanların, yolların, ağaçların, evlerin.
Derin merak içinde vardı mahallesine,
Ulaştı dul kadının o yoksul hanesine.
Sağ elinin tersiyle kapıya vuruverdi,
Ana çıktı dışarı, çırağı soruverdi;
Dedi: 'Ne oldu bacım, gelmedi bugün çırak,
Sorayım şunu dedim meraka kapılarak.'
Kadın eliyle tuttu burnuna yazmasını,
Pek fazla dinlemedi çırağın ustasını.
Çatma kaşlı başını salladı sağa sola,
Yazmasının altından yükseldi bir kahkaha.
Alaylı bakışlarla süzdü Esad Usta 'yı,
Kısa bir an sürdürdü o garip kahkahayı.
Dedi: 'Ustam, dükkana niçin gelsin ki çırak,
Daha ne öğrensin ki, o çıraklık yaparak?
Nasıl olsa öğrenmiş, ne gerek başka derse,
O artık kendi bilir paşa gönlü ne derse.'
Merak başına vurdu bakırcı ustasının,
Dedi: 'Bre kadınım, çırak neyi öğrenmiş?
Zaten bir gün geldiydi, kim ona ders göstermiş? '
Kadın güldü, dayadı beline ellerini,
Sırıtarak gösterdi sararmış dişlerini.
'Ateşe koyarmışsın bakırı a ustası,
Bakır olur gidermiş ateş üstünde ıssı.
Vururmuşsun çekiçle a oğlumun ustası,
Bakır oluverirmiş örsün üstünde yassı.
Kerpetenle yanları bükermişsin ustası,
Bakır olurmuş bu kez, tek bir anda bir tepsi.
Oğlum yarın açacak bir bakırcı dükkanı,
Görüver sen o zaman bizim haylaz oğlanı.'
Esad Usta şaşırdı, bakındı dört bir yana,
Dedi: 'Ben ne diyeyim senin dahi oğlana.
Kendisi öğrenmiş de, o kadarı yetmemiş,
Kalkıp bir de mesleği anasına öğretmiş.'
(MÜHENDİS BEY isimli Şiirsel Gülmeceler 'inden > 51-58/100)
İsmet BarlıoğluKayıt Tarihi : 10.8.2004 14:29:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İsmet Barlıoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2004/08/10/cirak-3.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!