ÇINGI RÜZGAR RAHM’INDA HEY
Senesiz tarihsizdi gönül köşkleri; yıldız içerlerdi!
Mamak’ı okumuşlardı; Selimiye’yi ve diğerlerini…
Kuransız kitapsızdılar; örümceklerini ayıklamışlardı
Falakayla içlerine zoraki sokulan mağara zifiriliğinin.
Bir elçim yıldız toplayıp öcüsüz gecesiz samanyolundan
Serperlerdi meydanlara, sokaklara; sözlere sazlara kavallara…
Kızıldereydi On’lar; kızıl koşardı bucak bucak genco taylar!
Cevahirdi buldukları; Anadolu yakası namlu seyrangahında
Aşktı, sevgiydi tek taptığı tapındığı; tanımazdı başka ibadetgahı
Ve bir Karaçam kökü gibi dipten dibe sarmıştı Toroslar’ı
Sızıp toprağa ter ter, ışıl ışıl; akışımı ekmişti son ’70 aralık’ı
Nail olamasa da, Akdeniz’de devrimin “ehli gülşen” tanıklığına…
Sıkışıp güplüyordu körpe yüreği; her şimşek yaladığında göğü
Aklında demircioğlu; iki yıl önceki yaza düşmüş ‘68 Vedat
Su veriyordu göğsünün göz göz menevişen som çeliğine…
Hanginizi dillesek; ey yürek dikenleri, burcunda kabuk yaran
Devrimin masum ve bir o kadar namuslu al-ufkun al-gülleri
Randevuyu sol kaburg’altında soluyan körüğe verdik…
Senesiz tarihsizdi gönül köşkleri; yıldız içerlerdi!
“Kara” yazmıyordu alınlarında, kadersizdi defterleri
Randevuyu kapı kapı 3C bayrak çizilmiş Maraş’a verdik…
Her biri birer asırlık çınar gibiydi: Yaşamdı kökleri,
Aralık sonuydu; yeni yıla birkaç gün vardı belki daha
Usul usul günlerde dönüyordu tiki-taklı akrep yelkovan
Ne saat, ne dakika, ne saniye; ne tıkış tıkış zaman
Kadranda tenha yürüyordu; derin ah dinlemeler, acı inlemeler…
Yani üstü boyalı, kıçı cilalı gazetelerle örtülen kan… kan…
Şimdinin iç vekil-ü sultanlarının o günkü emniyetül izni
Ve emperyal dayanakçı-başı şer güruhunun dinî icazetiyle
Kırksatırcı kan sevicilerce ev ev, kapı kapı katledildiler…
Randevuyu “serkeş kurşun” yutan Çorum’a verdik…
Senesiz tarihsizdi gönül köşkleri; yıldız içerlerdi!
Gökvelisiydi ayhan, gardaşıydı sarp dağların
Ve ali babanın “telde asılı minik kuş”u…
Pehlivanıydı ahmet, muhacir kızı “bücür bacı”nın
Karadeniz’in esmer görkemi, başkentin çil karanfili
Kanadı kasılmıştı kuşların, kuşatılmıştı derya içre
Genç göğüsleri siperdi yeniyetme yoldaşlarına
Taradı kör amerikan G-3’leri, tırtırlı makineli tüfekleri…
Kan tohumladı, yürek topraklarında mayışırken kanatlar
Randevuyu öküzlü mevkiinde korlaşan Tokat’a verdik…
Senesiz tarihsizdi gönül köşkleri; yıldız içerlerdi!
Karanlığın “devlet başa, kuzgun leşe” kelepircileri
Aklı hadım “tosun”larıyla peşkeş çekip memleketi
Darbecilerle aynı ağızdan okudular, ayetleri sureleri…
Vahiyleri amerikadan geliyordu; tel tel; sükse sükse
Ve hutbe hutbe yakıp madımakta bahar güllerimizi
Külleri üstüne dışbaşlı ve kumpaslı erk kurdular
Gemi azıya alıp “dem yeri”nden kahpece kudurdular
Güller soldu peşpeşe; birer beşer, hasılı otuzyedişer…
Buzanuban dondu yaprak
Sararuban soldu yaprak
Kararuban yandı yaprak
Saç baş yoldu yaprak ana…
Ahh! Göğnük dal düştü ciğerinden
Yobaz “saray önü” çemberinin yoz dumanı içine…
Randevuyu asır asır kanayan Sivas’a verdik…
Çocuk yaşına kurmuşlardı darağacını eren’in
On yedinci baharıydı henüz, suçsuzdu; yargıladılar
Sorgusuz suvalsiz asıldığında hı(n) zır paşa emriyle…
Onlarcası “onay” bekliyordu, işkencede abilerinin…
Oysa hüküm çoktan verilmişti paris’te wasington’da;
Emperyal emir, hav dili kurt dişiyle “iç”te paslamıştı demiri…
Sevgiye eğik boynunu; cellat ip, düğüm olup kırdığında
Bir memleketin ahvali satılıyordu sinsi oval tezgahlarında.
Denizce coşup tepti sandalyeyi, serine düştü kefensizliği…
Randevuyu Yıldız Dağı’nda Pir Sultan’na verdi…
Senesiz tarihsizdi gönül köşkleri; yıldız içerlerdi!
Bir kuş uçuyordu, kürarî göklerinde divane ve abdal
Bir kuş, dağlardan sürgüne yüklemişti ağıt göçünü…
Bir kuş; yüreğinde fırtına; iliğinde kar, damarında sızıntı
Bir şiirlik içgeçiri; bir çift dize bile değildi heybesindeki!
Yemyeşil, karayeşil bir safra birikmişti nah şurasında;
İsottan acı, karanlıktan koyu; bodük boylu ve leşten yiti
Geğirdikçe kusası geliyordu; yutamadığı bildiklerini…
Randevuyu tarihe verdi; engin denizdi hepsi, ulaştı mâhirdi
Bilgeler ordusunun imsiz isimsiz halis har askerleri,
“Şiirle” dediler “ey kuş, göğün ateş yakmaz çeneğinde…”
“Ah” dedi, “ahh! Sığmazsınız göklere, sizi darda tutamam
Kanatlarım yazamaz oldu bulutçuk kuşlarını yıldız kederlerine
Hiçbirinizin destanını kuşbaşımdan çerçöp edip atamam…”
Tarttı; dara koydu teraziye; kantarın topuzu göğneğe düştü:
Randevuyu rüzgar rahm’inde gülümser tohuma verdi…
Senesiz tarihsizdi gönül köşkleri; yıldız içerlerdi!
Nehir oluban akıyordu yürek yarası; ovula dövüne nasırsız natır'sız!
Ve nazlı bir çıngı, küf yakıyordu sessiz sakin ve ikirciksiz yatır'sız…
Bir anagöz kurumuştu, yağdıra yağdıra karağına döş ve düş üşümesini!
Randevuyu yelenmiş külde köz kırpışıp “aşk”ışan inceliğe verdi…
Kayıt Tarihi : 16.5.2008 09:37:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Muzaffer Koç](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/05/16/cingi-ruzgar-rahm-inda-hey.jpg)
Ah o dünden bellekte gömülü kalan zulüm ve barbarlık...
"Senesiz tarihsizdi gönül köşkleri; yıldız içerlerdi!
Bir kuş uçuyordu, kürarî göklerinde divane ve abdal
Bir kuş, dağlardan sürgüne yüklemişti ağıt göçünü…
Bir kuş; yüreğinde fırtına; iliğinde kar, damarında sızıntı
Bir şiirlik içgeçiri; bir çift dize bile değildi heybesindeki!"
Hisseden ve unutmayan yürek; yazan kalem dert görmesin ve hep yazsın, dilerim...
Derin saygı ve selamlarımla
TÜM YORUMLAR (1)