gecenin avuçlarına
yalnızlık işaretleri bıraktım.
sessizce
özledim seni dudaklarıma
serpilince yağmur
bahar begonyalarının ardında
Limon dallarının altından geçiyordu 20’lerimin sonları
saçların akşam suyuna düşmüştü.
Suyun yaradılışını anlatarak bir taraftan
Bir nehrin doğuşuydu boyun kıvrımların
Mehveş tam da buradan başlıyordu dünyaya
Varlığımızın inadıydı gözleri.
Son dakika bülteni olarak geçilmişti aşk.
Tülek saçlarının hasreti dünya savaşıydı
Bu yüzden bulunduğum yerden,
Çöl sarısı tüfeklerin,
teslim tutanağını imzalayıp
koşmuştum esmerliğine...
Gel Eylül...
Biz onunla yudum yudum
Aşkı içecektik...
Güneyli kuşların kanatlarında
Güneşe son halini biz verecektik....
Gel hiç sormadan;
Olympos'tan atılmış rüyalar gibi
Uyanmanın nedameti göğü vurmadan....
Dudaklarında bahar çiğiyle bir gece vakti;
Güneş doğmadan...
Yeşil...
Yeşildi hasretin...
Açılınca perdeler gün ışığına
Filizlenirdi çorak yüreğim
Çiçeklerim seni doğururdu
Yaseminler doğururdu gözlerin...
Keleşo...
Dünya aynı değil.
Sakalimdaki tek tük kızıl yavaş yavaş
beyaza döndü, boyum devrildi.....
Güneş benzer acılarla vurmasa da;
Paris ile yakın enlemdeki Dicle Vadimizde
… Beni görüyor musun dedi Satürn Ay’a.
… Ay gülümsedi.
“Seni görüyorum. Halkalarının arasında parlayan ışığımla seni arıyorum.”
Satürn sessizdi.
Ama titredi halkaları hafifçe; bu, Ay’a bir cevaptı.
Ve böylece, gökyüzü onların sahnesi oldu:
Yeni açmış yasemenin
En zarif tomurcuğudur sen gülünce
Dudak kenarı gamzelerin…
Ve burnunun kenarındaki ben
Göğümün süveydasında parlayan
kahve lekesi yıldız,
Ve artık yokuz.
Görmeden bastığın karınca gibi
Atese mavi taşıyan hasretler gibi ...
Alnının kenarında kahve benleri
Üç yerden yaraladı çimenler beni
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!