I
Sıçrayarak bir şeyler demeye başladı bir gün çocuk…
Endişesi arttı, zaten geceden pek tekin uyumamıştı. Sağlam iradesi ve mantığıyla zapdettiği günlerdi bugünler onun.
Uyuduğunda evindeydi, ama şimdi başka bir yerde uyanmıştı; çevresinde kayalardan duvarlar gördü, burası bir mağaraydı. Kendini tanıdık bir yerde gibi hissetti; duvara kazılmış olduğu anlaşılan gömme bir gözde bir kitap buldu. Dünyanın dibine kazarak antik verileri bulması gerektiğini anlamıştı. Bunun için Kumral Köstebek’i bulması gerektiği anlatılıyordu. Bu nerede yaşar, napar bilmiyordu, ama onu bulacaktı. O da dünyaya gitmeye karar verdi. Kumral köstebek’in kendisinden daha fazla insani verilerle donatılmış olduğunu biliyordu, her ne kadar kendisi pek cinlere benzemese bile.
Köstebek’e, yer altı yuvasında, perde kenarında görünmeyi tasarlamıştı. Amacı korkutmak olmayacaktı. Bu cin kanatlı idi.
Eskiden, yumuk tavşan yavru Felix’in dostuydu, oralardan ayrılarak kıtalar katetti ve çok yer değiştirdi…Oraları güzeldi, yemyeşilin konuştuğu kırlar ve onun ormanı, ve dereler, göller…
*
Önünde uzanan uzunca olduğu hissedilen koridor namlı geçitten patileyerek ilerlemeye başladı. Yol çok karanlıktı; uyandığı yerdeki tavana asılı yanık bulduğu ampulden sızan enerjisiyle ışığın, bir dereceye kadar yolunu bulabileceğini seziyordu, daha sonra ise napacağını bilemedi.
Yüreği pır pır çarpıyor, bazı anlar sırtında asılı bej kanatları onu haffçe havalandırıp yere indiriyordu ve gene yoluna koşar adım devam ediyordu. Bu haliyle, canı sevdiğinden binibir güçlükle tel alıp sonra da tam açacakken o sesin yarım durup havada asılı kalışına şahidolan komik bi aşığın durumuydu bu sanki.
Arkadan gelen ışık nerdeyse önünü göstermeyecek hale geliyordu ki; ter içinde, bir genişçe hole açıldı doğal koridor. Az ilerde sol kenarda tahta bir merdiven vardı; aşağıya indi. Sonu gelecek gibi gözükmeyen basamakları bir bir umutlarına ekerken, aşağıya bakmayı hiç aklından geçirmedi, yükseklik korkusuyla karışık bir endişe yüzünden. Kanatlarında göz olsaydı, o tanık olabilirdi bazı şeylere…
Birkaç dakika sonra, cesaretini topladı ve aşağıya baktı. Bir şey gözükmüyordu. Ama artık dikkatlice inmesi gerektiğini hatırlamıştı. Neyse bastığını görmesi lazımdı ineceğe yakın.
Bir süre sonra, aşağıda gördüğü su oldu. Orda bir göl olduğunu anladı. Çabukça inerek gölün yanına bağdaş kurarak oturdu, sanki elli yıldır burayı tanıyor gibi Bu ona da ilginç geldi..
Fırdönen iç sessizliğin
Karamsarlığı değil bedbinliğin…
Gökkanlı girdi duvağa;
Yeryüzü gelinlik hala.
*
II.
Öyle uyu gibi, gözlerini kapayarak biraz sessizliği dinlemek istemişti.
Burası suyun hafif ışıltısıyla anca seçilebilen bir sahanlıktı.
Gözlerini açtığında, karşısında yerdeki fazla büyük olmayan bir delikten başını uzatmış bir köstebekle karşılaştı. Düşündü ki, diğerlerine benzemeyen Kumral Köstebek bu olmalıydı. Köstebek birden yandaki suya atladı ve göl suyuyla yaptığı kısa banyodan sonra cine gülümsedi. Evet, altın dişi de ordaydı, kırkdördüncü diş aşerdikten sonra çaktırdığı. Ayna gibi parlayan metalde bir an kendini gördü cin.
-Merhaba, ben Kumral Köstebek. Sen kimsin?
-Ben cinim; sen tanımazsın, seni bulmak üzere yol geldim diyerek yanıtladı Cüce cin.
Meraklanarak sordu köstebek:
-Neden kanatların var senin?
-Neden gözlerin küçükse, benim de toprak dışındaki kanatlarım onun için…
Palet elleriyle sanki havayı iterek, yavaş süzülmelerle cine doğru yaklaştı Uçan Köstebeklerin Kumralı.
Orda bir ateş yaktılar; gece boyunca, çok şey anlattı cine. Onun da dişleri farelere göre ilkeldi, diğer köstebek arkadaşları gibi; ama gittiği, gideceği yerlere hamster gibi de fırlayıp gitmeyi sevmiyordu. Bu köstebek, hayatı boyunca çimenlikler kazıp yukarı tepecikler çıkarmamış, kimsenin huzurunu bozmamıştı; sadece, golf sahalarında bunu yapmıştı. Postu ise yine hemcinslerine benziyordu, kısa ve sık kıllı.
Bir keresinde bir golf sahasını öyle bir kazmıştı ki, ertesi günkü maç iptal edilmek zorunda kalmıştı.
Aşı vaktinin geldiğini hatırlayan cin, köstebeğin sözünü keserek aşısını tamamladı; bu konuşmanın ardından yorgun düşmüş bir biçimde oracıkta uyuyakaldılar.
Ertesi sabah, genişçe o perdenin arkasındaki dozeri gösterdi cine köstebek. Onla yol alacaklardı. Ucundan dev burgu çıkaran bu araç, mağranın içinden kayaları yıka yıka ol alacaktı -köstebekler nasıl ki toprağı eşeliyorduysa…
*
Sabah erken dev burguyu çalıştırmış köstebek, bu sesle cinin uyanmasına sebep oldu. Biraz daha uyumak isteyen cin, köstebeğin aceleci israrlarına mani olamadı:
-Hadi ama! ... diye çıkışan köstebek, devam etti:
-Kanatlarını burada kullanamıyorsun, değil mi! Hep pinekleyip duruyorsun…
-Bakalım gözlerin buradaki gibi, dışarı çıkınca da sabahı seçebilecek mi dedi cin cevaben ve gülümsedi.
Hep birlikte araca atlayarak yol almaya başladılar.
Her yeri harabettiklerini düşünen cin sordu:
-İyi de bunca şeyi evirip çevirip deviriyoruz; sonra ne olacak?
-Hayır dedi köstebek.
-Bak, şu dğmeye basacağım; moleküler sentezleyiciyi harekete geçiren bağlantıdır bu. Dağıttığımız her şey, her bir kaya parçası ve taş daha sonra bu aracın arkasından çıkacak ama bizim göremeyeceğimiz bir ışın demeti vasıtasıyla tekrar eski hallerine döndürülecek; merak etme sen…
Bir süre sonra, yıktıkları duvar(lar) setlerden, aynı, geldikleri gibi bir açıklığa ulaştılar.
-Burası ‘Bacaksız sürüklenen haciyatmazların yurdu ‘toplanma yeri’’ dedi Uçan Köstebeklerin Kumralı.
*
Bağdaş kurup bir süre oturdular gene. Bu sefer ikisi de gözlerini kapadı; sessizliği, böylece dinlediler. Yine saat 12’de öğlen yazın ortaokulun arkalarındaki küçük bakkalakola almak için ıssız yollardan uzak ara okulu kırmak gibi.
Birden gözleri açıldı! ! Quarla gelmişti, karşılarındaydı….
-Sen nerden biliyordun ki? Dedi köstebek cine.
Akın AkçaKayıt Tarihi : 24.11.2007 00:21:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
koymak gerek diye düşündüm.
'Uçan Köstebeklerin Kumralı' bu kahramanı
özellikle isminden dolayı çok sevdim.
Teşekkürler, tebrikler.
TÜM YORUMLAR (2)