01.10.2010
Cimrinin akıbeti
Varlığını gizleyip fakirliğini ortaya çıkarmış yaşlı bir cimrinin hazin hikâyesini kâğıda dökmek istiyorum. Dilencilik babasından kalmıştı. Dilenci olarak yetişmişti. Zaten bu iş öğrenilmesi zor olmayan, yazma okuma gerektirmeyen ve hiçbir emek sarf ettirmeyen kimselere tatlı bir uğraştı. İçire içire ve sindire sindire sinesine yerleştirmişti. Kuşkusuz böyle yetişenlerin çocukluklarında ne bir mürebbiye eğitimi ne de aile eğitimi görülmemiştir. Kimi ailelerle kıyaslanınca öyle olduğunu sanırım, her zaman kendi hallerinden memnuniyet içindedirler. Aile eğitimi, medrese ya da mürebbiye… İşte bunlar tembelliği ve bozuk davranışları önlemek için gereklidir. Anne ve babaların düzenli terbiyeleri olmadıkça, iyi nesillerin yetişemeyeceğini hep söylemişimdir. Bunu ancak anne ve baba verebilir. İyi yetişmiş çocuklar ailelerin yanında büyük mutluluk içinde yaşarlar ve topluma faydalı birey olurlar.
Onu bizim mahallede yaşlı haliyle tanıyordum. Bizim evden bir iki sokak uzaktaydı. Daracık bir alanda, köşe başında eski bir mekândı. Yaşlı olduğuna rağmen aktifti ve yalnız yaşamaktan bir hayli mutlu gözüküyordu. Çok iri yarı bir adam değildi. Kendindeydi, hareketlerini kontrol edebiliyordu, ne yaptığının farkında gözüküyordu. Üzerinde eskimiş, siyah renkli, yamalı bir cübbe ve yıpranmış bir şapkası vardı. Hatta elbisesi o kadar yamalı ve pisti ki sanki vücuduna boyanmış bir resim gibi andırıyor ya da kazıyla çıkartılmış antika bir heykel parçasına benziyordu. Ayakkabılarıysa siyah lastikten yapılmıştı ve galiba ayaklarından iki numara büyüktü. Ayakkabısının parlaklığı göze çarpmaktaydı. Su derisine az dokunurdu, yıkanmazdı. Kirli ve kokmuş giysileri her tarafa yayılıyordu. Yaşlı olduğu halde kibar bir konuşması vardı. Hoş ve acıklı bir yüz ifadesi, rahat ve muhtaç tavırları vardı. Bu yaşa gelene kadar binlerce kez dilendi ve bütün topladıklarını harcamayarak biriktirmiş olmalıydı. Çünkü eline geçen nimetlerin çok değerli olduğunu görmeye başladığı anda eksilmesini asla istemezdi.
Bazı günler verimli geçerdi. Bilhassa dini bayramlar, faziletli günler ve cuma namazlarından sonra çok hareketli ve bereketli hâsılatlar topladığını herkes biliyordu. Evet, böyle zamanlar çok neşeli aylardı. Yıllardır yaşadığı halde kıyafetlerini değiştirdiğine rastlamak mümkün değildi. Topladığı parayı ne yaptığını ya da nasıl harcayıp harcamadığını soran da ilgilenen de olmamıştı. Ancak sadece bir kişinin onu uzaktan ve yakından takip ettiğini geç de olsa öğrenmiştik.
İnsanlara yaklaşınca onları en duyarlı damarlarından etkileyip, Allah’ın verdiklerinden isteme hakkı normalmiş gibi el uzatıyordu. Bütün halk bu adamı nezaketle karşılayarak şefkatle bakıyorlardı. Ayrıca onu acı içinde bırakmak istemezlerdi, sanırım. Her zamanki gibi kendini acındırarak dilenmeye çalışıyordu. Davranışları oldukça acındırıcı ve üstelik inandırıcı, son derece samimiydi. Hâlbuki semavi kitaplarında meteliksiz fakirlere ve kimsesiz muhtaç olan kişilere yardım Ayeti inmişti. Onun için insanlar böyle yardıma muhtaç kişilere iyilikle yaklaşıp yardım ederlerdi.
Onun hakkında çok şey işittiğimiz oldu. Her sabah belli yerleri, dükkânları, camileri dolaşıp dileniyor, akşamüstü evine dönüyordu. Akşamki dolaşmanın etkisiyle gözleri daha da sönmüştü. El ve ayak hareketleri daha da ağırlaşmıştı. Özellikle elinden hiç düşmeyen eski bir file boş olarak onunla çıkıyor ve dolu erzaklarla dönüyordu.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Allah(cc)cümlemizi cimrilik denen illetten korusun aminnn.
Hayırlı çalışmalar.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta