Cimrinin akıbeti Şiiri - İbrahim Hazini

İbrahim Hazini
32

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Cimrinin akıbeti

01.10.2010
Cimrinin akıbeti
Varlığını gizleyip fakirliğini ortaya çıkarmış yaşlı bir cimrinin hazin hikâyesini kâğıda dökmek istiyorum. Dilencilik babasından kalmıştı. Dilenci olarak yetişmişti. Zaten bu iş öğrenilmesi zor olmayan, yazma okuma gerektirmeyen ve hiçbir emek sarf ettirmeyen kimselere tatlı bir uğraştı. İçire içire ve sindire sindire sinesine yerleştirmişti. Kuşkusuz böyle yetişenlerin çocukluklarında ne bir mürebbiye eğitimi ne de aile eğitimi görülmemiştir. Kimi ailelerle kıyaslanınca öyle olduğunu sanırım, her zaman kendi hallerinden memnuniyet içindedirler. Aile eğitimi, medrese ya da mürebbiye… İşte bunlar tembelliği ve bozuk davranışları önlemek için gereklidir. Anne ve babaların düzenli terbiyeleri olmadıkça, iyi nesillerin yetişemeyeceğini hep söylemişimdir. Bunu ancak anne ve baba verebilir. İyi yetişmiş çocuklar ailelerin yanında büyük mutluluk içinde yaşarlar ve topluma faydalı birey olurlar.
Onu bizim mahallede yaşlı haliyle tanıyordum. Bizim evden bir iki sokak uzaktaydı. Daracık bir alanda, köşe başında eski bir mekândı. Yaşlı olduğuna rağmen aktifti ve yalnız yaşamaktan bir hayli mutlu gözüküyordu. Çok iri yarı bir adam değildi. Kendindeydi, hareketlerini kontrol edebiliyordu, ne yaptığının farkında gözüküyordu. Üzerinde eskimiş, siyah renkli, yamalı bir cübbe ve yıpranmış bir şapkası vardı. Hatta elbisesi o kadar yamalı ve pisti ki sanki vücuduna boyanmış bir resim gibi andırıyor ya da kazıyla çıkartılmış antika bir heykel parçasına benziyordu. Ayakkabılarıysa siyah lastikten yapılmıştı ve galiba ayaklarından iki numara büyüktü. Ayakkabısının parlaklığı göze çarpmaktaydı. Su derisine az dokunurdu, yıkanmazdı. Kirli ve kokmuş giysileri her tarafa yayılıyordu. Yaşlı olduğu halde kibar bir konuşması vardı. Hoş ve acıklı bir yüz ifadesi, rahat ve muhtaç tavırları vardı. Bu yaşa gelene kadar binlerce kez dilendi ve bütün topladıklarını harcamayarak biriktirmiş olmalıydı. Çünkü eline geçen nimetlerin çok değerli olduğunu görmeye başladığı anda eksilmesini asla istemezdi.
Bazı günler verimli geçerdi. Bilhassa dini bayramlar, faziletli günler ve cuma namazlarından sonra çok hareketli ve bereketli hâsılatlar topladığını herkes biliyordu. Evet, böyle zamanlar çok neşeli aylardı. Yıllardır yaşadığı halde kıyafetlerini değiştirdiğine rastlamak mümkün değildi. Topladığı parayı ne yaptığını ya da nasıl harcayıp harcamadığını soran da ilgilenen de olmamıştı. Ancak sadece bir kişinin onu uzaktan ve yakından takip ettiğini geç de olsa öğrenmiştik.
İnsanlara yaklaşınca onları en duyarlı damarlarından etkileyip, Allah’ın verdiklerinden isteme hakkı normalmiş gibi el uzatıyordu. Bütün halk bu adamı nezaketle karşılayarak şefkatle bakıyorlardı. Ayrıca onu acı içinde bırakmak istemezlerdi, sanırım. Her zamanki gibi kendini acındırarak dilenmeye çalışıyordu. Davranışları oldukça acındırıcı ve üstelik inandırıcı, son derece samimiydi. Hâlbuki semavi kitaplarında meteliksiz fakirlere ve kimsesiz muhtaç olan kişilere yardım Ayeti inmişti. Onun için insanlar böyle yardıma muhtaç kişilere iyilikle yaklaşıp yardım ederlerdi.
Onun hakkında çok şey işittiğimiz oldu. Her sabah belli yerleri, dükkânları, camileri dolaşıp dileniyor, akşamüstü evine dönüyordu. Akşamki dolaşmanın etkisiyle gözleri daha da sönmüştü. El ve ayak hareketleri daha da ağırlaşmıştı. Özellikle elinden hiç düşmeyen eski bir file boş olarak onunla çıkıyor ve dolu erzaklarla dönüyordu.
Topladıkları bozuk paraları evinde paslanmış teneke kutularında saklıyordu. Büyük paraları ise kendi çarşaflarına, yorganlarına ve eskimiş giysilerine yama yaparak gizlediğini sonradan öğrendik. Bu dilenci adam özellikle mahalledeki camiye daha fazla takılıyordu. Abdest alırken yamalı cübbesini hiç önemsemeden bir kenara atıp abdestini alıyordu ve cemaatten önce farz namazını bitirip hızlıca caminin girişinde dilenmek için nöbet tutuyordu.
Evi bir evliya mezarının bitişiğindeki odadaydı. Küçük, eski, tek pencereli, çubuk demirlerle çevrili, evliyanın mekânına nazır olan bir odaydı. Evliyanın yerini temizliyor ve sürekli mum yakıyordu. Evliya için gelen yardımlar ve atılan paraları topluyordu. Odanın içinde ancak tek bir yatak ve az bir boşluk vardı. Odaya tek bir alçak basamakla çıkılıyordu. Kapısı kayın ahşaptan yapılmıştı. Üzerindeki yağlı boya iyice silinmişti. Mahallede elektik olduğu halde odasını mumla ya da gaz lambasıyla aydınlatıyordu. Loş bir odaydı. Böyle küçücük, havasız bir odadan bıkmadığı, kokmuş, yıpranmış yorganlar ve kirli çarşaflar, paçavra halılar ve kırık sandalyelerin artık ona gerçekten zevk verdiği anlaşılmaktaydı. Ben çocuk iken arada sırada evden ona yemek getirirdim. Bazen mahallenin çocuklarıyla ona beraberce gidiyorduk ancak ben odasında bir dakika bile durmak istemezdim.
Mahallenin çocuklarından biri çok afacandı ve çok yaramazlığından dolayı sokaktan ayrılmazdı. Bu çocuk yaşlı dilenciye çok fazla takılıyordu ve onu çok rahatsız ediyordu. Bir keresinde dilenci adam dışarıdayken evine hırsız girdiğini bütün odayı alt üst edip bozuk paradan başka bir şey bulamayınca da gittiğini duyduk. Her halde onu takip eden aynı hırsız birkaç defa daha evine girmiş, çoğunda da bir şey bulamayınca evini talan edip gitmişti. Bu takiplerinin sonunda hırsız yaşlı adamı bekleyip, evden çıkar çıkmaz içeri dalmıştı. Hırsız hep onu takip ediyordu anlaşılan ve en sonunda parasını nerede sakladığını öğrenmişti. Kapının kilit deliğinden paraları sakladığı yerleri gördüğü kesinlik kazanmıştı. Ve o gün, evden daha az yamalı bir cübbeyle çıktığı görülmüştü.
Dilenci adam eve döndüğünde eskimiş giysilerini, yatak, yorgan örtüsünü, cübbesini ve kumbaralarını bakıp bulamayınca deliye döndü. Kızgın suratını göstermeye başladığında bir başka surete dönüşüp kendini yitiriyor ve vahşileşmiş bir evcil köpek gibi halk onunla tanışıyordu. Bağırtıları bütün komşularına ve aynı hızla çevresine yayıldı. Başının belada olduğunu anlaması uzun sürmedi. Etrafına birçok insan toplanmaya başladı. Bazıları onu sakinleştiriyor, sırtını sıvazlıyor, bazılarıysa ona yeni elbise, para vermeye söz veriyordu. Bazıları da değişik sözlerle üzüntüsünü hafifletmeye çalışıyordu. Çılgınca kendini yerden yere atıyordu. “Soyuldum, soyuldum! ” deyip duruyordu. Adamın bu görüntüsü herkese rahatsızlık vermişti. Sanki çok aziz bir yakınının ölüm haberini almış gibiydi ya da vücudunda bir uzvunu kaybetmişti. Gırtlağından boşalan iniltileriyle herkesin üzerine doğru atladı. Saatler, dakikalar, saniyeler geçtikçe adamın feryatları eşyalarının geri gelemeyeceğini idrak ettikçe daha da arttı. Onun bilinen sakinliği ve dil kibarlığı adeta bir anda siliniverdi. Şimdi eski ama değerli olan eşyalarını düşünürken ve çığlıklarını dağıtırken kalbinin derinliklerine keskin bir bıçak saplanmış gibi hissediyordu.
Halk ona şaşkın şaşkın bakıyordu. “Allah aşkına evinde soyulacak ne var ki? Kırık sandalye ve paçavralar hariç başka değerli bir eşyan mı var? ” dediler. Uzun bir uğraştan sonra yavaş yavaş gözyaşları azalmaya başladı ve artık akmaz hale gelince sakinleşmişti. Aşırı derecede ruhen çöküntüye uğramıştı. “Sana en güzel elbiseleri, yorgan takımlarını ve kumbaraları alırız” demeye başladılar. Bu sözleri çok tekrarlayıp durdular. Ancak bir türlü kabullendirip sakinleştiremediler. Onu sakinleştirmek için çok çaba sarf ettiler. Yine de bağırıp çağırıp “benim yorganlarım, çarşaflarım! ” diye sayıklayıp duruyordu. “Onları istiyorum. Başkasını istemem, onları istiyorum! ” diyerek ağlayıp kendini yerden yere acı bir şekilde vuruyordu. Kafasını duvarlara tosluyordu. “Eşyalarımı getirin, eşyalarımı getirin! ” diye bağırırken halktan yalvararak yardım istedi. “Üç tane yorgan, üç tane çarşaf, iki elbise ve dört tane kumbaram vardı, hepsi de gitti. Yıllarca biriktirdiklerim bir anda uçuverdi.” Artık ağlamaktan sesi kısıldı.
Halkın onu bu haliyle bırakmaya da vicdanları hiç el vermemişti. Halk ona, “bu eskimiş eşyalar için kendini o kadar mahvetme,” diye şiddetle ikaz da bulunmuştu. Fakat bu çalınan paçavralara karşı çok ağladığını ve yenilerini ret edip beğenmediğine bir türlü anlam veremediler.
“Daha önce ne verirlerse hayır demezdi” diyerek hayrete düştüler. Her şeyin yepyenisini sundukları halde, üzüntüsüne bir türlü çözüm sağlayamadıklarından dolayı şaşkınlıkları iyice artmıştı. Onun çalınan eşyalarına çalıntı bile denmez diye düşündüler. Ayrıca o kadar üzülüp ağlamasına çok şaşırmışlardı. Dilenci adamın feryatları, ağlamaları, hıçkırıkları o kadar üzücüydü ki, duvarların kulakları olsa duyduklarında ağlarlardı. Öyle yarı baygın bir şekilde ortada dolanıyordu. Bütün sunulan teklifleri ret etmek pek akıl karı bir seçim olamazdı. “Acaba bu işin arkasında bilmediğimiz bir şey mi var? ” diye akılarından geçer gibi oldu. Bir daha ona sordular, “tekliflerimizi az buldun diye mi beğenmiyorsun? Daha fazlasını vermeye hazırız, yeter ki artık ağlamayı kes! ” diye biraz sert konuştular. Önce oturmasını istediler.”Bize anlat tekrar dediler”. Fakat pek işe yarayacak gibi gözükmüyordu. Hakikatten herkes elinden geleni yaptı.
Ağlamayı kestikten sonra “aslında başından beri size söylemeliydim” dedi. “Siz bu konuda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Durum çok daha farklıydı. Utancımdan bir şey söyleyemedim çünkü herkes beni fakir ve muhtaç olarak tanıyordu. Bu paçavra dediğiniz eşyalarım, bu benim en değerli servetim, bütün paralarım hepsi içinde saklıydı. Halktan ve sizin sayenizde miktarını sayamadığım mal elde ettim. Yardımlarınız için size minnettarım. Yaklaşık yarım asırdan fazla dilencilik yaptım. Sadaka, zekât topladım ve hiç harcamadan biriktirdim. Kendime hiç bakmadım. Ne doğru dürüst bir evde kaldım ne de güzel bir yaşantım oldu. Çocuklarım olduğu halde onlara hiç bakmadım, onlara bakmamak için şehre geldim. İmamın yardımıyla evliyanın bitişiğindeki odayı verdiler. Çocukluğumdan beri dilencilik yaptım. Babamın zorlamasıyla dilenciliğe alıştım. Evlendim ve çocuklarım oldu, aşırı cimriliğimden dolayı eşimle ve çocuklarımla ayrı kaldım. Şimdiyse her şeye yeniden başlamak imkânsızdı. Bana hırsızı yakalayın, çaldıklarını getirin! ”diyerek yalvarıp yakardı. “Ömür boyunca bütün elde ettiklerimi eski elbiselerimin, çarşaflarımın ve yorganlarımın içine yama yaparak dikip sakladım. Kaç kere evime hırsız girmişti. Evimin altını üstüne getirmişlerdi ama bir şey bulamamışlardı. Çalınan çarşaf ve yorganlarım hayatımdaki en kıymetli varlıklarım ve en değerli eşyalarım olduğunu defalarca söyleyebilirim.” Tekrar ağlayıp durdu. Ardından acı ve gözyaşları yanaklarının üzerinden kayıp yere düşüyordu.
Kafası öne eğikti ve omuzları da neredeyse birbirlerine yapışacaktı. Kemiklerine kadar işleyen üzüntü, ellerin yanaklarına yapışmasına neden oluyordu. Yerde biçimsiz bir şekilde zıplayıp oturuyordu. Mahalledeki bir kişi şüpheliydi ve çevredeki komşular onun hakkında çok konuştu ama tam kesin delil olamayınca polise başvurmamışlardı. Bütün gün ağlayıp durmuştu. Mahalle halkı yavaş yavaş dağılmaya başlayıp yalnız bırakıldı. Zavallı adam evine doğru ilerlerken, bir yandan da şimdi ne yapacağını, nasıl bir gece geçireceğini, eşyaları geri alıp almayacağını düşünüyordu. Zaten ciğerleri patlayana kadar bağırmış, ağlamıştı. Yüzü solgun ve vücudu bitkin bir halde duvarlarda sendeleyip yürüyordu. Kendi kendine fısıldayıp duruyordu. Ona yemek verildi. Yemek yemeden yatağına doğru yönelip uzanmıştı. Kaç çeşitli yemek getirildi ve hepsi birbiriden nefis olduğu halde bir lokma ya da bir yudum su bile ağzına almamıştı. Çünkü ertesi sabah yemekler bütünüyle olduğu gibi bulunmuştu. İştahı tamamen kesilmişti, anlaşılan. Bu hırsızlık olayı canını çok acıttı. Başına gelenlerin üzüntüsü adeta hayatına mal oldu.
Herkes yatağında mışıl mışıl yatıyordu ama cimri adamın o geceyi nasıl geçirdiğini Allah’tan başka kimse bilmezdi. Evde ertesi sabah ölü olarak görülmüştü. Her halde akşam ölmüştü. Çünkü yüzündeki değişiklikler normalinden farklıydı. Yüzüstü kafasını yastık altına gömmüş, bir kolu yatak kenarından sarkarak vücudunun her noktasında morarma ve gergin halde yatağında örtüsüz olarak bulunmuştu. Her tarafı soğumuştu. Yavaşça kaldırıp düzgün hale getirilmişti. Yıkanıp temizlenmiş ve muhtemelen erken vakitte de defnedilmişti. Defin esnasında mezarı başında çok fazla insanın bulunmadığını öğrendik.
Herkes fakir ve muhtaç diye tanıyordu. Bazıları “cimrinin sonu böyle olur”, bazılarıysa “hiç hayat nimetlerinden faydalanmadan ölüp gitti”, bazıları da “bu kadarını sakladığını kimse tahmin edemezdi, topladı topladı ölüp gitti.” Diyerek yorumlar yapıyorlardı. Öbür dünyada her topladığı kuruşun hesabını vereceğini bilmez miydi? “Kimsesi yok, çocuğu da yok diye bize yutturup dileniyordu, işte dilenci adam kahrından ölmüş” dediler. Aslında çocukları vardı, sonradan öğrendik. Çoğu da okumuş kültürlü insanlardı. Babalarına hiç benzemiyorlardı. Dilencilikten bir türlü babaları vazgeçiremediler. Kimi avukat, kimileri öğretmen de olmuşlardı. Adamın aşırı cimrililiğinden dolayı anneleri çocuklarını alıp perişan halde onu terk edip gitmişti. Çocukların anlattıklarına göre onlara çok eziyet çektirmişti. “Biz ondan razı olmasak bile gene Allah Teâlâ onun hataları ve noksanları af etsin” diye kısık sesle söylediler. “Hiç onun varlığıyla ilgili kimseye söz etmezdi, annem de bilmezdi. Çok zor şartlarla büyüdük.” üstüne basarak kısaca söyleyebildiler. Görünüşe bakılırsa ölüm nedenini duydukları halde hiçbir üzüntü ya da tepki göstermediklerine dikkat çekti. Çok problemdi zaten. Halk, “eğer mezar yerini ararsanız, onun defin edildiği yere götürebiliriz. Üzüntüden öldü işte, o üzüntüyü kaldıramadı…” mezarını göstermişlerdi. Ve her desteği sağlamaya çalıştılar.
Evet, hikâyenin öz manasına ve sonuna geldik. Cimrinin sonunda ya parası uçup gider ya da yararını görmeden ölüp gider. Muhakkak ki bir zıtlık vardı, iyilik yapmak ve yapmamak, Allah’a karşı sorumlu olmak ve olmamak, kanaatli olmak ve olmamak, daha açık tabir etmek gerekirse bütün aç gözlü olanların, cimrilerin, yalancıların ve fırsatçı olanların kalplerinde kaybolmuş bir iyiliğin çareliği başka insanların bedeninde aradıklarını görürsün. Onun için hiçbir zaman dürüst olamaz ve iyilikte yapmaz, hep başkalarından beklerler.
Cimri adam, pislik içinde doğup yaşamıştı, zelil olarak hayatını sürdürüp yaşlanmıştı, rezil olarak ve kimsesiz ölmüştü. Allah’ın ayetini hatırlatarak bitirmek istiyorum, “…altın ve gümüşü biriktirip, Allah yolunda sarf etmeyenler var ya, işte onları acıklı bir azap ile mücadele! ” tövbe süresi (34)

İbrahim Hazini
Kayıt Tarihi : 16.12.2010 12:09:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Cihat Şahin
    Cihat Şahin

    Allah(cc)cümlemizi cimrilik denen illetten korusun aminnn.
    Hayırlı çalışmalar.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

İbrahim Hazini