Dondurmacı geçmedi mahalleden bu sabah..
Birinden iki diğerinden bir derken, beş kuruşu anca bir araya getirdiğimiz halde, adam başı iki kuruştan toplam on kuruşluk dondurmayla bizi sevindiren adam yoktu piyasalarda.. Çocuktuk belki, dondurma da güzel şeydi hani; lakin alışmıştık o yüreği güzel insana.. Neredeydi, ne olmuştu, çocuk aklımızla anlayamıyorduk.. Ve anlayamadıkça, bir gün bu anlamsız kalabalıkta kaybolacağımızı hiç ama hiç bilmiyorduk..
Bizim mahallenin insanı alıştı mı bir şeye vazgeçmesi zordur.. Yan komşu çamaşırını hep salı günü yıkar, salı günü yıkadığını çarşamba ütüler, çarşamba ütülediğini perşembe dolaba dizerdi.. İnanın hep böyleydi.. Yeşil renkli apartmanın oturanları arabalarını bir türlü doğru-dürüst parkedemezlerdi; çünkü alışmışlardı gelişi-güzel nefes almaya.. Bakkallın üstündeki evde oturan adam, sigarasını hep başka bir yerden alır; ama karısı her gün öğle saat ikide o bakkaldan iki ekmek alırdı.. Ama hep iki ekmek; hep saat ikid, ne bir eksik ne bir fazla.. Çünkü herkes alışmıştı sanki her bir şeye..
Elli kere kovulduğumuz halde, her gün aynı evin önünde top peşinde koşturur, ve her gün o aynı azarları işitir,kovalanır; kovalandıkça kaçardık ama hiç bir zaman korkmazdık insanlardan.. Taa ki büyüyene kadar..
Zaman acımasız ve bir o kadar da güçlüydü her birimizden..
Sonra büyüdük!
Büyümekten ziyade; bir insandan korkmalı mıyız yoksa korkmamalı mıyız; işte bunu sorgulamaya başladığımızda, aslında asıl film yeni başlıyordu.. Zaman kadar insan da acımasızdı çünkü.. Nankördü, vurdumduymazdı, ihanet doluydu.. Sonra şaka yaptı diye bir çocuk, işin bokunu çıkartanlar vardı, hem de her kelime her soluk.. Peki iyi insanlar yok muydu; ya da insanın iyi olan bir tarafı! O da vardı elbet.. Ama biz onları büyümeden önce tanıyorduk..
Kafamız karışıyordu artık.. Dahası, kafası karışık düşlerin muzdarip hayatlarını seven insanlar vardı; kimine aşk kimine dert katan.. Yani sevmiyor değil seviyordu lakin saçmalıyordu işte bazen insan.. Saçmalıyorduk zamansız ve bir o kadar tam vaktinde..
Biz o mahallenin çocuklarıydık, büyümek değildi görevimiz!
Ve bir gün kendi mahallemizde kaybolduk kilometrelerce.. Düştük, kalkmayı bilmiyorduk nitekim. Çıkmaz bir sokaktaydık artık! Birbirimizin yüzüne her baktığımızda hep aynı hikayenin kahramanlarını görüyorduk. Hepimizde bir korku, kimimizde bir endişe vardı yarından ziyade bugüne dair.. Kim kurtaracaktı ya da kurtulmanın tek çaresi yine başka bir insan mıydı; onu dahi bilmiyorduk işte.. Durum vahimdi, durum zamana yenik düşmüştü, durum korkutuyordu.. Bu çıkmaz sokaktaki en büyük kalabalık, yenik düşmüş yüreklerimizdi..
Sanki biz içindeydik, her şey dışındaydı bu dünyanın.. Bu dünyanın kuralı varmış; o da buymuş dediklerinde biz çoktan bu kuralın mağduriyetini hissetmiştik içimizde.. Birkaç uğultulu ses duyuluyordu. Ve anladık ki dondurmacının sesini duymadığımız gün girmiştik bu çıkmaz sokağın içine.. Biz de hal kalmamıştı ama bağırdık, haykırdık; çığlık attık lakin duyuramamıştık kendimizi.. İşin aslı şu ki herkes duyuyordu ama bize adım atan olmuyordu..
Vakit geçtikçe anlıyorduk ki nasıl düştüğün değil, nasıl çıkacağın önemliydi bu çıkmazlardan.. Çok da yardım istemeye gerek yoktu, yardım elini uzatmak büyük bir şerefti ama o gün anladığımız en acı şey de etrafımızda aslında o kadar “şeref”li insanların olmadığıydı..
Hepimiz kendimizi kandırmışız!
İnsanlardan istediğimiz tek şey biraz zamandı aslında..
Çıkmaz sokak dedikleri de elbet bir gün çıkacaktı; önemli olan kabullenebilmekti..
e.ensari/çıkmazsokak/haziran’15
Eyüp GerginKayıt Tarihi : 18.6.2015 14:37:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!