ÇIKIŞ (EXIT)
'Çamlığın başında tüter bir tütün
Acı çekmeyenin yüreği bütün
Ziya'mın atını pazara çekin
Gelen geçen Ziya'm ölmüş desinler
*
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.
......'
Yöre: Yozgat
Derleyen: Nida Tüfekçi
Tarih dokusunu kaybetmiş gibiydi. Uzun zamandan bu yana, ilk kez
hissediyordu dışarının sesini... Hücrede geçen onca yıldan sonra,
dizlerinin tutulacağını hiç düşünmemişti. Yürür giderim hatta
çimenlerin üstünde zıplar uzanırım sanıyordu.
Cemal ağa yaşıyor muydu?
Şahin ne yapıyordu....?
Kendisine güldü. Çöktü, Hapishane duvar dibine.
Asker kendine doğru koştu...
- iyiyim iyiyim der gibi eliyle işaret yaptı.
Duvara sürtüne sürtüne kalktı. Kaç yıl geçtiğini unutmuştu içerde.
Artık zamanın önemi yoktu. Eşi bir daha gelmeyeceğini, kendisini ve
ailesini perişan ettiğini söylemişti. O günden sonra dünyası
kararmıştı. Kızı en son duyduğuna göre Yurtdışına gitmişti. O'nu da,
Gardiyandan yalvar yakar öğrenmişti.
En son tam doğruldu ki, hareketsizlikten 'kırt' diye ses geldi.
- Hiç bu kadar hareketsiz kalmamışım dedi. 20 adım attım ha atmadım. Vay be, bu kadar mı korkuyordunuz benden? Bu kadar mı karanlığın esiriydiniz diye mırıldandı.
Elinde 1995 yıllarından kalma bir çanta, içinde eski model takım,
kemer, ucu yırtık bir ayakkabı, eşinin armağanı bir eşofman takımı
vardı. 38 yıldır kendisi başka hiçbir şey giymemişti. Gerçi içerdeydi,
ama, ziyaretine gelen giden de olmamıştı.
Çıktı, merdiven demirlerine tutarak...
- Yıl kaç evladım dedi yanında duran gence?
- 2033 amca, neredeydin sen böyle?
Aptallaşmıştı adam. Hapishane penceresinden, Caddenin bittiği sokağın
karşısındaki Dükkan gözüküyordu. Orda hazır yemek satan vardı. Hatta bu zaman diliminde, işe yeni başlayan kadın, genç, erkek, yeni garsonları takip etmişti uzaktan, kimin ne yediği, ne sipariş vereceği hepsini biliyordu. Hücresinde oyun oynuyordu kendi kendine....
Yaşlı bir amca geldiğini görünce, ne içeceğini artık tahmin ediyordu.
Garsonlarla, müşterilerin tartışmalarına şahit olmuş, garsonu haksız
bulmuştu. Hatta, adamın dayak yemesine kızmış, durumu anlatan mektup
yazmış ama yerine ulaştırılmış mı? Bilmiyordu.
Ama, durum şimdi farklıydı. Her şey değişmişti.
Gökdelenlerin ortasında kendini cüce gibi hissediyordu. Sahil kenarına
zor indi... Her şey değişmiş, her şey yabancılaşmıştı. İnsanların
tavrı bile bir başkaydı... İğrendiği bir tipleme şekilleri vardı.
Amerikancı variydi. Yabancı, hoyrat, basit, kısacası içinde 'insani'
bir şey olmayan...
Zor inebildi yürüye yürüye aşağıdaki caddeye. Elinde çanta
ağırlaşıyordu.
- Oğlum Kız kulesi de burada mı_ O'nu da değiştirdiler mi? Diye sordu
birine...
Baktı, genç adama...
- Hayırdır amca, senin kız kulesi dönemin geçmedi mi? diyince...
Başı önünde, yürümeye başladı. Hani, nefes nefese kalır ve gidersiniz
ya, hedefiniz vardır, soluk soluğa önünüze bakmadan gidersiniz... Öyle,
hızlı hızlı, hani siperden çıkarcasına düşünmezsiniz, ayaklarınız
dolaşır... Çapraz ateşe tutulmuş gibi hissedersiniz kendinizi... Ama,
yılmazsınız...
Öyleydi... Metro çoktan bitmişti. Bir gürültüyle, altından yer
sarsılıyormuş gibi hissetti...
- Ne bu, ne bu dedi... deprem mi?
- Tren geçiyor dedi, ordan saçları kazıtılmış bir delikanlı.
Vay dedi, bitmiş. Bitirilmiş.
Kız kulesinin karşısındaki banklar camlarla kapatılmış, sadece yazın
değil, kışında hizmet veriyordu. Eskiden hatırlıyordu, taşların
üzerine minderler konuluyor, insanlar sereserpe taşların üzerine
oturuyordu, Şimdi komple sahili kazımışlar, altında su vardı, iskele
şeklinde hazırlamışlar, altında dalgalar, üstünde sen...
- Çok güzel dedi. Ama, anılarımı bırakmamışlar... Allah'tan tanıdık bir
suliet var dedi. Allah'tan o var...
Çantasını kafenin önüne bırakıp yürümeye başladı, gördüğü ilk yere
çöktü.
Herkesin elinde çiçek, kara kıravatlı ve gözlüklü insanlar vardı
etrafta....
Giderken, arkadan birisi ensesine bastırıp yere yatırdı.
- Yat yat yat... diye bir ses duydu.
- Çabuk çabuk... yat. Yat... Go go go sit down....
- Ne oluyor çocuklar... ben bir şey yapmadım... dedi.
- Shut up... shut up...
İçerde, 3 dili anadili gibi konuşuyordu.
- Çanta temiz dedi bir ses.
- Tamam gidebilirsin dedi bir ses.
Çantasını kendisine verdiler.
- Oğlum ne oluyor diye sordu.
- Bay, Başkan gelecek, bir an önce çayınızı için, gidin... sahili
boşaltacağız dedi.
- Bay başkan ne oğlum?
- Dayı sen kimsin?
- Oğlum nerde yaşıyoruz.?
- Dayı beni zora koym? Anlaşıldı tamam...Çocuklar sahile 30 kişilik
amerikan timi çıkıyor. Sahili boşaltın. Şu itler gelmeden, sorun
çıkmasın.
- Ne oluy....
- Dayı'yı da çekin arkadaşlar.
Kız kulesinin yanına bir bot yanaştı, Kulenin en tepesine amerikan
bayrağı çekildi...
Dayıyı yürüyemeyeceğini anlayınca, kafelerin çay ocağına koymuşlardı.
- Ayrılma buradan bir yere, yoksa kendini öldü bil dediler.
Dayı, kız kulesine bakıyordu. Gözleri doldu...
- Ne oluyor dedi...? Rüyada mıyım, bu kabus ta neyin nesi... nasıl oldu bu...
Tezgahta Duran gazetelere baktı.
- Hürriyet gazetesinin 3.sayfasını çevirdi. Yılmaz Özdil yoktu. Bir
ton gazete çıkmıştı. Yeni Taraf gazetesi çıkmış dedi. Vayyy güzel
ülkem.... Dedi...
Duvara sırtını yasladı, İlhan Selçuk'un ölümsüzlüğe uğurlanışının....
Bu gün günlere baktı...
23 Nisan 2033... Durdu, aklına bir ton şey gelmişti. Nasıl geldi bu
duruma bu ülke dedi.
Bu kadar mı? Temelini oymuşlardı. Sahip çıkması ve koruyup kollaması
gerekenler ne yapmıştı?
Doğruldu; Camdan bakıyordu. Gözlerini Kız kulesine çevirdi. Bir asker
diktiği bayrağın başındaydı.
Amerika Deniz timin çavuşu, kulübeye doğru yöneldi. Girdi içeriye...
- Kimsin sen? Diye seslendi.
- Türk müsün sen dedi adam...
- Evet, babalık... Eli cebinde, sırtında Dürbünlü suikast silahı vardı.
Çantasını bıraktı, bir taraftan etrafı gözlüyor, açılara bakıyordu.
- Hah, burası iyi dedi.
- Burası, taşlık, yerleştik tamam.
- Babalık varya, halen karşı koymaya çalışanlar varmış? Yav, bitmiş bu
iş, çivisi çıkmış, bizden adam olmaz ha... Yav, bırakın bu işleri
diyorum anlamıyorlar...
Tezgahta, Kaşar ekmek yapmakta kullanılan bıçağa gözü ilişti yaşlı
adamın. 'hah dedi içinden, nihayet tanıdık bir şey... halen 'paslanmaz bıçakları
' var...
Dürbüne gözlerini vermiş, Çavuş'a baktı.
Bıçağı, kapmasıyla tam ensesinin olduğu yere, indirmesi bir oldu...
- Öyle kaldı sonra, hızlı hareket etmekten kemikleri acımıştı, ani
hareket yapmıştı, kitlenmişti.
Aldı, Silahı eline, Kuledeki asker'e baktı.
Asker tur atıyordu. Tam bayrakla, aynı hizaya geldiğinde; ' çuff' diye
bir ses duyuldu... Amerikan asker düşmüş, düşerken, bayrağın iplerinden
tutunmuş ve onunla beraber kulenin dibindeki betona çakılmıştı. Ne
olduğunu anlamadan, sahildeki 3 Amerikalı er'e de sıktı. Kulubenin
içini yaylım ateşine tutmuşlardı. İlk kurşun sol omzundan girdi.
İki askeri devirmişti. Yerde böğürüyordu.
Eşhedü enla dedi ve çıktı kulübeden, 7 askeri devirmişti, ta ki,
kurşunun katasından girip arkadan çıkana kadar.
Tuttu 2 Amerikalı er akan suya doğru merdivenlerden sürüye sürüye
indirdiler. Ve kaldırıp attılar sırtüstü.
Tam döndüler ki, tak tak...
Eski evlendirme dairesinin çatısından, kurşun sesleri başlamıştı.
Telsizlerden 'Türkçe ' anonslar duyuluyordu...
Pilot Havacı Teğmen Yakup,
- Kız kulesinde Türk Bayrağı Kıyamete kadar komutanım, Sahil piçlerden
temizlendi. Bir şehidimiz var. Ruhu şad olsun...
- Galiçya'dan getirilen Şehitlerimizin yanına defnedin.
- EMREDERSİNİZZZZZZZZZ....
- Komutanım bu ne demek oluyor bu....
- Yeni başlıyoruz Asker, Yeniden........ Yeniden başlıyoruz...
- Komutanım cebinden bir şiir çıktı...
- Ne şiiri? Oku bakim ne yazıyor?
Kız kulesinde bir akşam
Elin elimde bir memleket düşlemiştik.
İçinde gelincik çiçekleri,
Dalgalar ayak diplerimizde,
Sırt üstü atlamışız soğuk sulara...
Ellerimiz kenetli,
Üstümde bayrak, gökyüzünde yıldız...
Hayalimde sen vardın...
Telsizlerden aynı anda....
- Sevdan Sevdamızdır.....Kurşun namlusuna şiir yazanlara selam söyleyin...
DURAN ÇAM
Kayıt Tarihi : 28.2.2010 16:02:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Hep Senaryolarla başlar oyun.......

Kalemini kutluyorum, sevgi ile .....
+ 10 puan
TÜM YURTSEVER DUYGULARIMLA SELAMLIYORUM..
TÜM YORUMLAR (4)