Ufkunda, bütün başat insani değerlerin silikleşip görünemez hale geldiği / getirildiği, tek renkli yekpare gökyüzü altında insansızlığa doğru…
Bizim aşklarımız var mıydı! Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Leylâ ile Mecnun, Mayakovski ile Lili Brik, Nâzım ile Piraye, Aragon ile Elsa… yaşadılar mı! İnsanın, yabancılaşmalardan soyunarak kendisi olmasının doyumsuzluğu, aşkı, sıradan olmaktan kurtarıp insan olmanın seksen sekizinci katına çıkararak orada hasat etmenin tadı ne çabuk unutuldu! Hesapsız – kitapsız, karşılıksız …ve eşinde çoğalıp- çoğaltarak sevebilmenin baş döndürücülüğü…
Bizim şairlerimiz var mıydı! Pablo Neruda, Federico Garcia Lorca, Arthur Rimbaud, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil… yaşadılar mı! Bu insan dorukları, güneşin altında birer kar tepeleri miydi! Ne de çabuk eriyip, eritildiler!
Bizim romancılarımız, müzisyenlerimiz, ressamlarımız, politikacılarımız… var mıydı, yaşamışlar mıydı! Yanılıyorsak, biz bugün neden bu denli yalnız, umarsız ve darmadağınığız? Köklerimiz nerede; gövdemiz, dallarımız, yaprak ve çiçeklerimiz nerede? Uzun süredir niçin suyumuz kesik? Hangi el bize su getirir? Hangi dil bizi anlatır? Söyleyin!
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla
İçinde Bulunduğumuz durumları bir edebiyatçı gözüyle güzel anlatmışsınız. Tebrikler.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta