Kızgınlığım sadece, gözümün içine baka, baka geçip giden yıllara. Siyah, sonbahar ve daha ne kadar kelime kaldıysa araya sıkışacak, karamsar, hepsini yaşadım.
Düşündüklerimi söyleyemezdim hiçbir zaman, söylenen o kadar boş lafın arasına katmazdım.Bir kelebek ömrü kadar kısaydı, narin ve bir ömür kadar uzaktı.Sade yalnızlığım vardı, susuşlarım.Onlar da bir yüksek dağın tepesinde, ha düştü ha düşecek beklerdi, değmeden poyrazıma ya da karayelime, seni gördüğümde esen.Keşke düşselerdi diyor insan şimdi, bir yağmur olup yüreğine, bir ölü olup toprağın o soluk rengine.
Kalbim sızlıyor şimdi, gözlerin gözlerimin önüne geldikçe, gülüşün ve anılarıma anlamlılarmışçasına, anlamlarını hatırlatan yüzün.Ne kadar çabuk geçmişti zaman.Hiçbir şey anlamadan biz dayanmıştı kapımıza, o benim söyleyemediğim, seninse gözlerine her bakışımda söylemeye yeltendiğin ayrılık şarkıları.İşte bu yüzden kızgınlığım yıllara, o ayrılık şarkılarını düşürdüğü için aklımıza.
Hangi yaprakla kopmuştun baharımdan ya da
Hangi sularında boğuluşum gelsin aklıma?
Dağ dediğin durulduğunda
Korkak zamanlarda ya da cesaretsiz
Bir yalanın sıcaklığında, arkasında
Göstermemeli yüzü saklamalı
Ve saklanan sen
Kaçıp
Sen gidince aldığımız kitapları, başladığım, o içinde duygularımızın yeşil, mavi, siyah olduğu resmi bitiremedim. Çıkıp sokaklarda gezemedim, yüzümde duran izlerini görmesinler diye, gidişinin ardında. Bana alınan hediyeleri, gördüğümde, gördüğümde bana almış olduğun hediyeleri, evimin her köşesinde, sevinemedim. Gece gündüz, dört bir yanım taş duvarlar arasında, kendimi bırakmak, biliyorum yakışmaz bana ama kalbim taşlaşıyor galiba.
Sen gidince, beni anlayanlarda çoğaldı. Sormadı hiç kimse nerde olduğunu, ne yaptığını. Senden daha çok bakarlardı yüzüme, yüzümde gidişinin kalıntılarını gördükçe, soramazlardı elbette. Soran olsaydı, gitti derdim sadece, sessizce.
Sen gidince, o kadar boş gelmeye başladı ki her şey, sildim yazdığım şiirleri, mektuplarıma bakmadım, zoraki gittiğim işime gitmedim her sabah. Bir bağ kuramamaya başladım, sen varken güzel, değişik ve gelecek dediğimiz gelecekle. Ben geleceğimi bile bom boş(k) ettim, sen gidince.
Sen gidince, düşünmek istemedim, her şey yalanmış, her şeyi yalanlara bulamışsın diye. Ama yalanmış aslında her şey, hazırladığın yemeğin dumanında emeklerin, gecenin karanlığında uyanıp uykundan, bana sarılışın, sevişmelerimiz, gündüzün mahmurluğunda, hatırlayışım, içinde sen olan rüyalarımı, yalanmış.
Sen gidince, sevinemedim, ağlayamadım ve gezemedim öyle başıboş. Ama daha sen giderken gördüm, bir menekşenin açışının, en yaban güllerin içinden, gözlerinden daha güzel olduğunu. Sen giderken gördüm, hak etmişim gibi bir heves olduğumu, gözlerinden düşen yalan yaşlarla ıslanan dudaklarına ve yüreğini sevişimin bir düşkünlükten ibaret olduğunu.
Düşkünlük ve hevesmişiz biz birbirimize.
Gidiyorum
Rengini sevdiğim gözlerinden
Yıllardır yaşadığım sandığım
Seni beklediğim her yerden
Gidiyorum
Rüzgarın oynattığı dallara
Yol kenarındaki bir tarlada görünce
Yorgun ve umut dolu gözleriyle
Ekin toplayan nasır tutmuş
Toprak rengi çatlamış ellerini
Sırtında bebeğiyle bir annenin
Keşkeler sayfası açıldı yüreğimin
Daha çok sevmeye uyurdum, geceleri,
daha çok hissetmeye, görmeye,
daha çok duymaya seni.
Sevmeyi daha çok sevdim,
‘seni seviyorum’ dememeyi ve
öpmeyi seni daha çok sevdim.
Yaşadığımız toprağa
atarsak gönülleri
hangisi gerçek çıkar
ya da kaç tanesini
sulamak gerekli?
Aslında gömüp toprağa
Annem
Tenime rüzgarın her değişini
Saçımdan akışını yağmurun
Ve güneşin sıcaklığını
Daha iyi anlıyorum
Yanımda sen varken ya da
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!