Bir yerde hiç sesini tanımadığımız bir çığlık kopar. Sanki ciğerlerinizden gelmiş gibi ağrıtır o ses içinizi. Ne kadar karartır kendinize ait o içli dünyanızı…
Hiçbir yerde görmediğiniz bir çingene gelir gözlerinizin önüne. Aynalara da küstürür. Suskunlaştırır da. Hep gözlerinizin önündeki pencereye bakarsınız. Gözünüz tüm dünyaya kapanır bir müddet. Her şey susar. Duymak istediğiniz ve görmek istediğiniz şey hep aynı sahnede oynayan karanlık bir dünyadır; çığlıklar ve çingeneler…
Gördüğünüz her şeyi unutursunuz o sesle. Yankılanır iç dünyanızda kavuran bir ateşle. Bir çingene dans etmeye başlar düşlerinizde. Bildiğiniz tüm resimlerin üzerine bir çizik attığınız, ve her şeyi unuttuğunuz çok geç gelir aklınıza. Bir akıl hastanesinin soğukluğunda ya da bir köprü altında. Ellerinizdeki düğüm izlerine ya da boş şişeye hiç bilinmedik bir damla göz yaşıyla bakakalırsınız. Sonra, hatırlamaya çalışırsınız. Neydi o hayal?
Bir yerde birden bire aklınız başınıza gelir. Aynaya bakarsınız. Karşınızdaki bu yüz yıllar önde hatırladığınız siz değildir artık. Her şey değişmiştir. Elinize alıp bir kenara bıraktığınız, ne tarihine ne de haberlerine göz atmadığınız bir gazete gibi buruşturup atmışsınızdır koca hayatınızı. Sırtınız bükülmüştür. Saçlarınız dökülmüş ve gözleriniz de buğulanmıştır…
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız