Soluğu iyice sıklaşmıştı.
Merdivenlerden ikişer üçer
koşarak aşağıya doğru iniyordu.
İkinci kattan inerken demir korkuluğa
geceliğinin eteği takıldı,
hızla çekerek kurtarmaya çalıştı,
beceremedi,
bir kez daha çekti,
kumaşın bir parçası yırtıldı,
korkuluğa asılı kaldı.
Başı da spiral şeklinde dönen merdivenle
birlikte dönüyor, arada sendeliyordu.
Apartman kapısına yaklaştığında otomat kapandı.
Kapıyı açmak için olanca gücüyle kapıya asıldı,
ne zor açılıyordu,
sanki üzerine tonlarca ağırlık ilave edilmişti.
İki eliyle güçlükle açabildi.
Sokağa çıktığında tüm vücudunu,
özellikle de çıplak yerlerini
keskin, soğuk bir rüzgar yaladı.
Yerdeki çamurla karışık cıvık kar birikintisine bastığında,
terliğinin birinin olmadığını fark etti.
Koşarken düşmüş olmalıydı.
İnce ince kar yağmaya devam ediyordu,
titredi.
Sokak lambasının aydınlığında
sadece,
büyümüş,
neredeyse yüzü kadar olmuş,
korku dolu gözleri seçilebiliyordu.
Gecenin en sessiz bu yarısında;
üzerinde yırtık bir gecelikle,
yalın ayakları sürünürcesine koşmaya çalışırken,
başı, kendi apartmanlarına,
salonlarının penceresine doğru geriye döndü.
Işık açıktı.
O ise, pencereyi açmış,
yarı beline kadar aşağı sarkmıştı.
Yaralı bir hayvanın çıkardığı sese benzer bir ses çıkararak
kadını çağırıyordu.
Utandı. 'Susss! ' diye fısıldamak istedi,
'Duyacaklar! '
.....
Bir an duraksadı.
Yukarıya dikkatle bir daha baktı.
Onun gözlerini gördü.
On saniye daha adamın gözlerine bakacak olsa;
adam onu yine sanki hipnotize edecek,
gözlerinden fırlatacağı demirden yapılmış
kalın bir zinciri kadına doğru atacaktı.
Bu zincirden kadınla adam arasında bir köprü kurulacak,
zincir iyice kalınlaşacak,
güçlenecek,
önce kadının boynuna sarılacak,
sonra kollarına dolanacak,
aşağı doğru bacaklarını saracak ve ayaklarını prangalayacaktı.
Sonra da kadını yukarıya doğru, evlerine çekecekti.
'Gel' diyecekti. 'Gel, dinle'.
Kadını içeri alırken,
hiçbir şey olmamış,
hiçbir şey yaşanmamış gibi gülümseyip,
elini uzatacaktı.
Defalarca onu ne çok sevdiğini söyleyecek,
özürler dileyecek,
bir daha yapmayacağına dair sözler verecekti.
Kadını koltuğa oturtacak,
hatta alnına bir öpücük konduracaktı.
Kadın titreyerek otururken,
yemek masasının üzerindeki şişelerden birinin
dibinde kalan içkiyi bardağına boşaltacak
ve içmeye devam edecekti.
Yine kadının elinden tutup,
masaya doğru çekip,
karşısına oturtup,
anlatmaya başlayacaktı.
Konuşacaktı,
konuşacaktı,
hiç susmadan konuşacaktı.
Kadının kendisini dikkatle dinlemesini isteyecekti;
dikkatinin dağıldığını hissettiği an sesini yükseltecek,
cümlelerin içine emir kipinde 'dinle' sözcüğünü yerleştirecek,
sonlarını da 'anladın değil mi? ' ile bitirecekti.
Kadın, hiçbir şey olmamış gibi dinlemeye devam edecekti.
Adamın sesi biraz yükselirse,
'Komşular',
'Komşular duyacak' diyerek fısıldayacaktı.
Taa ki adam sızıncaya kadar bu böyle devam edecekti.
Ancak;
yatak odasından evin içine yayılan
adamın horultusunu işittikten sonra,
morarmış gözünün üzerine bir parça buz koyabilecekti.
Eriyen buzla gözyaşları karışıp
dudağı üzerinde tuzlu bir tat bırakacaktı.
Yatmayacaktı.
Televizyonu açıp,
sesini iyice kısıp,
karşısındaki koltuğa oturacaktı.
Dizlerini karnına doğru çekip,
ellerini dizlerinde bağlayıp,
ileri geri sallanacaktı.
Küçük bir tespih böceği gibi kıvrılacak,
kıvrılacaktı.
Ufacık olup, kaybolup,
yok olmak isteyecekti.
Televizyona anlamsız,
boş boş bakacaktı.
Kollarına gözü takılacak,
onların da morarmış olduğunu görecek,
utanacak,
kapatmak için geceliğinin kollarını
biraz daha sündürüp,
çekecekti.
Biraz daha kıvrılacaktı.
Ertesi gün neler olacağını,
gözündeki morluğu fondötenin kapatıp,
kapatamayacağını,
işe gidip, gidemeyeceğini düşünecekti.
Gözleri daha fazla şişmesin diye,
gözlerinden akan yaşlara
durmaları için emir verecekti.
Bakışları sertleşecek,
yüzü katılaşacaktı.
Ruhu ile bedeninin hesaplaşmasını sessizce dinleyecekti.
Sendeleyerek ayağa kalkıp,
aynaya bir kez daha bakıp,
kendine bakan kadını tanımaya çalışacaktı.
Tanıyamayacaktı...
Her şeyden,
en çok kendinden tiksinecekti.
Kangren bir kolu kesip,
atmayı beceremediği için,
en çok kendine öfkelenecekti.
.....
Bu sefer öyle olmadı.
Pencereden bağıran adamın sesini arkasına alarak,
koşmaya devam etti.
Ellerini sıktı,
tırnaklarını kendi etine geçti,
dişlerini sıktı,
defalarca besmele çekip, güç diledi.
Ana caddeye çıktığında arkasını dönüp,
geriye doğru baktı.
Kimse yoktu.
Karanlık bir boşluğa düşen
sararmış bir sonbahar yaprağı gibi titriyordu.
Bir taksi görünceye dek, koşmaya devam etti.
.....
Gençliklerini çalan birlikteliklerine
kırmızı büyük bir çarpı atıp,
bir sandığın içine kapattı,
sandığın ağzını bir daha açmamak üzere mühürledi.
Ruhuna atılan bu derin çiziklerle
uzun yıllar ayakta kalma mücadelesi verdi.
Yaralarının iyileşmesi çok güçtü.
Tüm yaşadıkları,
gecenin bir yarısı bir araya geliyor,
sarmal bir yumak olup toparlanıyor,
önce büyük korkunç bir baş çıkıyor,
bu baş büyüyor,
büyüyor,
sonra ahtapot kollarla bir kabus olup,
tüm vücudunu sıkıca sarıyor,
özellikle boğazını olanca gücüyle sıkıyordu.
Sonrasında kendi çığlıyla uyanıyordu.
Ani seslere tahammülsüzdü,
Yıllar böyle geçti.
.....
Hiç beklemediği bir anda
karşısına başka bir adam çıktı.
Birbirlerini sevdiler.
Uzun süre evlenip,
evlenmeme konusunda tereddüt etti.
Sonrasında yeniden evlenmeye karar verdi.
Yeni eşinin ilk evliliğiydi.
Adam çok iyi niyetliydi,
kadını mutlu etmeye çalışıyordu.
Her şey güzel gidiyordu.
Her iki taraf ta oldukça özveriliydi.
Geçmiş hiç konuşulmuyor,
yaraların üzeri yavaş yavaş sarılıyordu.
.....
Taa ki...
O geceye kadar...
-Uyumadın mı? Ne düşünüyorsun?
Böyle başladı yeni kabuslar.
Tanrı çok sevdiği kullarını defalarca denermiş.
Kadın için büyük,
çok büyük yeni bir sınav başlamıştı.
Yeni eşi,
kadının durgunlaştığı gecelerde,
imalı sorular soruyordu.
Bir kez kadına,
eski kocasını özleyip, özlemediğini sordu.
Kadın bu soruya itiraz etti.
Böyle bir şeyin asla olmadığını,
mutlu günlerini hiç anımsadığını,
onu hiç özlemediğini söyledi.
Ne kadar istese de,
yeni eşini buna inandıramadı.
Bu evliliğinde de aralarına yeni bir düşman almışlardı...
'Kıskançlık'...
Bu da korkunç bir yılandı.
Sessizce kıvrılıyor,
hiç olmadık bir yerde kadına yaklaşıyor,
sokuyor,
zehrini bırakıyor,
ısırdığı yerlerde yaralar oluşturuyor,
bu yaraların başları sonradan iltihaplanıyordu.
Ne yapsa, ne söylese adam ona inanmadı.
Ayrı oldukları her dakika kadını arıyor,
nerede olduğunu soruyor,
kadının verdiği cevaplara asla inanmıyordu.
Pencereden baksa,
hesabı sorulmaya başlanmıştı.
Telefonu gizlice kontrol ediliyor,
mesajları okunuyordu.
Kasaba bile yanıt vermeye çekinir olmuştu.
Bazen takip ettirildiğini düşünüyor,
aynı adamı başka başka köşe başında görüyordu.
İkinci kez evliliğini sonlandırmak istemiyordu.
Kurtarmak istiyordu ve kurtulmak.
Daha nereye kadar kaçacaktı?
Kocasını seviyor,
hatta anne olmak istiyordu.
Kavgalar büyüdü,
kıskançlık daha da arttı.
Yine hasta bir ilişkinin,
azgın akan sularında,
delik bir kano gibi,
kayalara bedeni, ruhu çarptı.
Kano gittikçe su alıyor,
batıyordu.
Ve bir gün,
bir gece yarısı,
kıskanç kocasının tabancasından çıkan kurşunla
yere yığıldı.
Gazetelerin üçüncü sayfasında
boy boy fotoğrafları yayınlandı.
'Kıskanç eş cinnet geçirdi'
diye başlıklar atıldı.
Gazeteyi okuyan tüm arkadaşları,
tanıdıkları bu olaya çok şaşırdı.
Oysa, ne eski kocası ile,
ne de yeni kocasıyla evliyken
Ayfer'in çığlığını hiç işitmemişlerdi.
Haber kupürünün sol üst köşesindeki,
nüfus cüzdanından fotokopisi çekilmiş fotoğrafına bakıp,
derin bir iç çektiler.
'Ayfer'...
Bazılarının çığlıkları,
kendi evinin dört duvarına bile çarpmaz,
bedenlerinden yapılmış zırhlarının içinde
sıkışıp kalır.
Kayıt Tarihi : 14.5.2005 14:18:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
İçine çekti çekti sarstı .
gerçekler böyle bir şeydi acıttı bizi
kutlarım kaleminizi
TÜM YORUMLAR (2)