Cigdem Kilic: Hayatı, Biyografisi, Eserl ...

119

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

CİGDEM KİLİC HAYATI

Şair ve Hüzün

Şairin dedigi gibi,''Ağirmazsa bilir miydim yüreğimin nerde oldugunu...'' bazen muhteşem şeylerin ortaya çikması bir felaketin yaşanmasıyla mümkün. Dünyanin oluşumunun buna örnek olduğu gibi insan da buna sosyal ve edebi bir örnektir. Bu bir şair ise anlatmak kolay değil. Bir ömür içindeki tüm yaşanmışlıkları algılayabilmek gerekebilir. Bazen şairler güzelliğin ve aşkın ortaya çıkması için belki de tasavvur da zorlandığımız o kadar içsel felaketler yaşıyorlar ki, şayet buna dünya gözü ile tanık olursak göreceklerimiz karşısında bir saniye bile dayanamayabiliriz. Evrenine düşmüş buğudan tutun da sefaletine kadar kendisini dürten her kavramdan sınırsız beslenmesi aslında onun bilgiye eşit halidir. Insanlar her yaşadığını bir şekilde dışa vurmak ister. Şairler ve yazarlar bunu yazarak ağırlıklarından kurtulurlar belkide. Ama onların yorgunluk bilmeyen bir hüzün işçisi olduklarını yazarsak anlatılmak istenen daha iyi anlaşılır.
Yazmak sabır isteyen, donanım, yaşanmışlık isteyen nereye varılmak istendiği belli olmayan en garip, en gizemli ama en güzel yolculuktur. Şairler ve yazarlar bir yerlere yetişmenin telaşını taşımadan bu yolculuğun belki de taa kendileridir. Şair bu yola koyulurken aslında arkasına, sağına soluna kendi gönül penceresinden de bakmayı ihmal etmez. Yakaladığı imgeler ve keşfine çıktığı sırlar onu yaşadığı zamandan ve çağdan uzak tutmaz. Buna karşı o yine kendi dünyasının derin imgeleriyle beslenir. Bir şiir Panoramasını bu yolculukta bilgi gıdası diye taşır. Onu besleyen hüzündür, yalnızlıktır, birbaşınalıktır. Ilk kitabı Suskun Hüzün'ü mayıs 2010'da çıkaran Şair Çigdem Kılıç bu yalnızlık, hüzün ve birbaşınalık kavramlarını sabırlı bir imge işçisi edasıyla yansıtmıştır. Edebiyatla iç içe yaşayan bir aileden ziyade Şair Çiğdem Kılıç dil ve izlek açısından farklı bir yol izlemiş ve hüznünden beslenme cömertliğiyle şiirine de ayrı bir anlam katmıştır. Bu yeni bir olgu değil ama kendine benzeyen bir yenilik. Çiğdem Kılıç'in bütün şiir akımlarıyla sıradışı bir yakınlığı sezinleniyor yazdıklarında ama farklı bir hüzün işçiligi onu daha iyi tanımamızı sağlıyor. Yaşadığı mekan, doğduğu mekanlardan uzak olmasına rağmen sanki doğduğu yerdeymiş
gibi yazması onun yazarken zaman ve mekandan soyutlanmış halidir. Şiirlerindeki ağır hüzün aslında bir mabed ve sığınaktır kendisi ve okuru için. Iç'in tasvirini çok çömertçe yapması yaşadıklarıyla yakından ilgilidir. Şair Mehmet Sabri Kılıç´ın kardesi olmak onun farklılığına engel olmamıştir. Edebiyatta bilinen bir uslup kullanmış ama imge avcılığı onun şiirinin kendi çığlıklarını duyurmasını da geciktirmemiş
yazdıklarında. Şiirleri okunduğu zaman insanın zamandan soyutlanması onun becerisinin de tasviridir. Kıyısında durduğu şiir denizinin püskürttüğü her rüzgara göğüs germesi, hüznü sevinci, acıyı, mutluluğu, burukluğu, yalnızlığı sorgulaması aslında yaşından fazla yaşadıkları anlamına gelir. Kendisini bir nevi kamçılaması doğrusu onun yazmadaki sınırsızlığıdır. Adeta kendisine hesap sormaya eş değer tutar bir takım alaşağı olma durumları.
Şairlerin tanrısal bir gücü olduğuna her zaman inanılmıştır. Ilk zamanlarda da bu böyleydi. Homeros'un tanrısal bir insan gözüyle görüldüğü zamanlarda Platon, Sokrates Kiligina Girip şairleri aşağılıyordu. Imgeler aynı yola çıkıyordu hep. Gençliğinde şiiri denemiş
olan Platon, filozof olduktan sonra şairlere karşı, 'cahil', 'aklı yerinde değil', 'perilerin hizmetçisi', gibi sözlerle sürdürdü aşağılayıcı tutumunu. Kılıç kendi şiirin de bunu kendisine yaparken aslında bir saygının resmini de yapar. Bu 'Platonik' tutum, tek tanrılı dinlerde de hep devam edegeldi. Şairin laneti yeni dönemde de eksik olmadı üzerinden. Modern çağ şairi, Amprist ve Pragmatist aklın dışında bir yerde konumlamayı, kendi akılcı sistemi için alınması gerekli bir önlem saydı. Bugün de her şeyi 'pazardaki fayda ve kâr' ile ölçen burjuvazi için 'faydasız kilisenin papazı' konumunda şair. Halk kitleleri ise ancak isyan ederken çağırdı şiiri imdada.
Çiğdem Kılıç kendi içindeki evreninin kentlerinde hüküm süren hüzne bir yerde başkaldırdı. Yalnızlığı kendi içinde erimek olarak algıladı ve kazanmanın yolunun bu iki kavrama karşı şavaş açmak olduğunu doğduğu topraklardan ve yaşadıklarından öğrendi. Içindeki buğulu söz ve zamanın kederli sözleriyle kendisini şiir olarak yeni baştan inaa etti. Ama şairin kavrama karşı yenik zamanlarını da kendi bakışıyla işledi. Çiğdem Kılıç'ın romantik dönemleri de öne çıktı bu zengin tema içinde. Filozoflar, mesela Giambattista Vico gibi ender bulunur tarihçiler ve elbette şairler, şiirin kötülükler karşısında nasıl bir devrimci gücü oldugunu anlamaya ve anlatmaya yoğunlaştılar. Kılıç, kendi şiirinde hüzne karşı bir devrim kazandı.
Çiğdem Kılıç'taki ulvi bir aşk, tanrısal gücün belleğine bir damla olarak düşmesi gibi. Şımarık bir ruh hali yok Kılıç'ta. Ukalalıktan, popüler olmaktan uzak ve ışığını iyi yansıtan bir yenilik.
Gereksiz bir entelektüelizm, zorlama bir kavramlaştırma çabası, yer yer zihinsel savrukluk ya da aşırılaştırma tutumu yok. Okunan şiirleri sizi bu yüzden hüzünlü ama zarif bir dünyanin içine çekiyor.
Çiğdem Kılıç'ın şiiri bir iç şiirdir. Hüznün resmidir. Evreninin karış
karış tanımı ve yeniye açılma yoludur. Şiirindeki dilin samimiyeti okuru sıkmamasıyla kendini ele veriyor. Yazdıkları kadar her şiir bir katar gibi. Birbirinden bağımsız degil. Bu,ilk yazdığı ile son yazacağının aslında birbirini tamamlama öyküsüdür de bir noktada. Yazdığı şiirlerde kendisinin “yalnızlık kraliçeliği”ni eski zamanın harmonisi gibi sunması şiiri iyi tanımasıdır. Şiiri iyi tanimak, sıkmayan şiir yazabilmektir. Kılıç bunu başarmıştır ´´Suskun Hüzün´´ adlı ilk kitabında. Onun doğduğu topraklarla özdeşleştirdiği hüzün ve yalnızlık geçmişten kopup gelen bir çığlıktır. Doğduğu toprakların da sancısını yazdıklarında bu anlamda okuyabiliyoruz. Şiirlerindeki farklı temalar onun, yukarı da sözünü ettiğimiz yolculuğunu metanetle sürdürmesidir. Bu yolculuğu bazı şiirlerinde kendisine doğru kaçış anlamına gelse de hüzünü vurgulamadaki ısrarı onu kendisinden sayma ısrarı ve sabrı gibidir. Aile, birbaşınalık, hüzün ve aile içindeki fertleri ve benzer kavramları işlemedeki ustalğı bu sabrın iç buğusuna düşen gölgesidir. Duygusal bütün agılarında kendini kendi yalnızlığından çekip çıkarması kendisi ve şiiri içinde saklı şairlari keşfetmesidir. Onun şiirinin kendisine özgü bir sözlügü var sanki. Kavramlar ona karşı nasıl çömert ise o da her şekil verdiği cümleye cömertçe yaklaşıp içi boş dışı kabarık şiir yazanlardan kendisini ayırmasını bilir. Gülüp çostuğunu sandığımız bazı şiirlerde aslında kendisine gömülmüş bir başkaldırı oluveriyor zaman zaman. Yaralı zamanlarında hep güçlü düşünüş şaireden daha çok söz ettirecektir. Çiğdem Kılıç için şiirde biçim kendisini aşmıştır. Ustaca biçim verdiği şiirleri içerik olarak canlı bir kent gibidir bazen. Şiirinin sokaklarında geziyorsunuz zaman zaman. Anlamlardan inşaa ettiği şiirden kentlerinin her girişi ve çıkışı size her kavramın ve temanın aslında suetini de gösteriyorsa bu farklılıktır. Yazdıklarının birer canlı gibi belleğinizi meşgul etmesi bundandır. Kılıç sadece yazmıyor. Anlam karmaşasından uzak kalmak onda ısrarlı bir tavır. Yazarken derin düşünürlüğün gölgesi düşüyor okuduğunuz şiirlerine. Bu onun şiirde farklı olma arayışının betimidir. Okurla kendi arasindaki duygu köprüsünün sağlam temelleri de bu noktada atılıyor. Suskun Hüzün kitabinin kısa bir sürede ikinci baskısına hazırlanması bunun ispatı.
Bu şiirlerini okudugunuz zaman ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız.


İşte Böyle

Üzerimde rengi solmuş bir hırka
Hırkamın cebinde hayallerim
Umutlarım uçuşuyor loş bir oda da
Küskünüm kendime ve hayata
Ne ben kendime verdiğim sözleri getirdim yerine
Ne de hayat doyasıya güldü yüzüme
Bilmem geri getirilebilir mi kaybolan ömrüm
Gülmeyi yeni bastan ögrenebilir mi bu yüzüm
Gülemiyorsam iste böyle suskun ve hüzünlüyüm
Çiğdem KILIÇ

Annem´den Haber Var Babam

Ah babam ah, işte buradayım yine
Sohbet ediyorum seninle
Belki, belki bir ses verirsin diye
Senden başkasına anlatamam derdimi böyle
Derman olursun, özleminle yanan gönlüme
Başimı okşarsın, o beni her şeylerden koruyan ellerinle
Tebessümler kondurursun hüzünlü yüzüme
Rüyalarıma gelir su serpersin yüreğime.
Annemle konuştum bugün telefonda
Sesi yorgun geliyordu, hasta yatağında
Bir ben değilim ki sensizliğe yanan
Seni her anımda, her nefesimde arayan
Ah babam ah, hele annem
Hiç mi hiç alışamadı sensiz hayata
Dua edin kızım diyordu bana
Gitme zamanı geldi artık babanızın yanına
İncitmekten korkan, sitemli sözleri
Çinliyor hala kulağımda
Hani sen hep derdin ya
Ölüm hak, yaşlılık olmasa
Geride kalan için zor, çok zor bu dünya
Ben sensizliğe alışamamışken daha
Gönderebilir miyim hiç onu sana
Saplanıyor tarifsiz sancılar sol yanıma
Açılıyor dermansız yaralar bağrıma
O´da veda etmeden giderse ya bana.
Sılanın o uzaklığını,
Gurbetin acımasızlığını
Nasıl da hissediyorum damarlarımda
Sana edememiştim veda,
Çiktigin bu son yolculuğunda
Saatler hiç o gün ki kadar değerli olmamıştı nazarımda
Kadere karşi ne kadar çirpindiysam da
Sadece senin yokluğun kalmıştı geriye avuçlarımda
Ah babam ah, olamamıştım işte yanında
Çiğdem KILIÇ
AĞRI´m

Bu gece çok uzaklardayım
Zaman dilimi yok hiç bir hecemde
Uzandı yine düşüncelerim memlekete
Yüreğime bir AĞRI indi inceden, inceye

Taşin toprağın sadık ama zorluydu
İnsanın küçük dünyasında mutlu
Havayı, toprağı ve tabiatı soluyorduk dolu, dolu
Ben yine AĞRI´mı koydum önüme, hasret kokulu

Geziyorum muhteşem İshak Paşa Sarayını
Uçsuz bucaksız yaylalarını, tadıyorum beyaz balını
Yaşiyorum bende bıraktığın izlerini
Unutmak istemiyorum AĞRI´m hiç bir yerini

Heybetli Ağrı Dağının köküyle bağlısın dünyanın yüreğine
Uzanırsın en uç noktanla tâ mavi göğe
Senin toprağından doğmuş yüreğime
Bu akşam yine bir AĞRI indi inceden, inceye

Bir yanın Erzurum´a uzanır olur dadaşa gardaş
Öbür yanında Van Gölü sana sanki can, yoldaş
Asırlardır Kars´la kaderini paylaştın, durma yine paylaş
AĞRI´larımı koydum önüme, hasretimi içiyorum yavaş, yavaş

Çiğdem KILIÇ

Eserleri


Mayis 2010 Suskun Hüzün (siir kitabi)