KARDELEN
Kısacık ömrü zamanın terkisine yüklemek iş değildi ya...doğmak kader olunca çaresizdi yaşam, yürek olup atmaya sinede...İşte bu yüzden düştü yollara ürkek adımların karanlığa yabancı düşleri.Bu yüzden kanadı umutları acımasız yılların karşılıksız sevdalarında...Hep bir güneş, hep bir bahar bekledi
toprağa düşen her cemrede...Olmadı...Sonra bir sabah narin boynunu kaldırıp usulce aldırmadan mevsime, dikildi hayatın karşısına.O günden sonra ona Kardelen dediler.Çünkü O...İklimine baş kaldıran beyazın asi kızıydı.
PAPATYA
Olmaz denir ya olmuş işte...aşık olmuş gökyüzünden bir melek yeryüzünden bir insana.Ne göğün mavisi ne cennetin yeşili ne de herhangi bir çiçeğin güzelliği denk gelmiş kalbindeki duygulara...İmkansızlıktır belki sevdayı bu kadar kutsal ve bu kadar güzel yapan.Yinede imkansızdır işte elimizle bir yıldızı tutmak kadar...İstemiş ki bir şey olsun ona melek kalbi kadar saf ve güneş kadar sıcak hislerini anlatan...Ve Tanrı papatyayı yaratmış güneşle dans eden meleklerin aşkını herkes bilsin diye
Murat Ginlik
NİLÜFER
Aşkın su olup aktığı ırmaklarla beslenen göllerin yeşille gizlenen cennetlerinde yaşar periler.Kelebeklerin şarkılarıyla dans ettiği yusufçukların titreşirken tatlı melodilere dönüşen kanat sesleriyle eşlik ettiği kıpırtısız duru suyun aksinde kendi güzelliklerini seyredermiş periler ama öyle narinlermiş ki yorulurlarmış az zamanda.Oysa kendilerini gördükleri sürece mutluymuşlar ve mutlu olduklarında şarkı söylerlermiş ancak...Bir gece meleklerin en güzeli yer yüzüne inip kanadından beyaz bir tüy bırakmış suya.Ertesi günün ilk ışıklarında periler bakmış ki kendileri kadar güzel çiçekler yüzüyor gölde.İşte o sabahtan bugüne periler hiç durmadan şarkı söylerler yeşil cennetlerinde.Bizler nilüfer desekte orada yaşayan tüm canlılar bilir onların peri kayığı olduğunu...
HERCAİ
Tırtıldı yeşil yaprakların arasında, hiç bilinmeyen farkedilmeyen.Sonra çıktı kozasından, görenler hayran oldu güzelliğine ama nafileydi bu zerafet çünkü sığdırılmıştı bir güne...Aslında kısa değildir kelebeğin ömrü, marifet tırtılken farkedebilmekte...Yaradanın öğüdü çoktur ya insanoğluna...Belki bu yüzden kelebekle kadının kaderi bu kadar benzer birbirine ve belkide ibret olsun diye kelebeğin sureti verilmiştir nazlı bir çiçeğe...Şimdi ne zaman bir kadının kalbi kırılsa bir kelebek ölür ve ne zaman bir kelebek ölse bir hercai açar tüm güzelliğiyle.
SARDUNYA
Kadim zamanlardı desek yalan borcumuz olmaz takvime zira süre kısada olsa pek kalmadı o güneşin sırtını okşadığı tek katlı, tahta pervazlı, duvarları rengarenk evlerden...İnsanın insandan başka meşgalesi olmadığı sevdaların pencerelerde yaşandığı dönemlerde yüreğimizin duvarlarına mahkum değildi cennet.Çünkü bahçelerimiz vardı her renkte mis kokulu çiçeklerin açtığı ve aşklar vardı kapının önünden geçerken perdenin gölgesinde bir anlık bakışa koca bir dünya gibi sığdırılan.Genç kızların utangaç pembe yanaklarındaki tebessümle beslenen hatta rengini onlardan alan bir çiçek vardı...Biraz utangaç, çokca zarif saksısındaki toprakla yetinecek kadar mütevazi işte karşınızda pencere güzeli...Şimdi ne zaman bir sardunya görsem bir genç kıza düşer yüreğim, kimse çıkmasada pencereye orda benim güzelim...
KARANFİL
Etimizi kemiğinden ayıran gerçeklerin istemsiz acısıyla uykularımıza mahkum kalan düşlerin pembe kanatlarını sıcacık yatağımıza bırakıp, kalkarız hayatın telaşlarına.Aslında bütün telaşlar gerçekleşmesini umduğumuz düşler içindir ama su gibi akıp giden zaman, çalar gözlerimizdeki umut ışığını...Çaresizlik eğmişken başımızı, bir mucizeye takılır küskün bakışlarımız.Titrek ellerimize kadifeden bir düş, ruhumuza o düşün kokusu yayılır.Kimine yari, kimine evladı kiminede dostu hatırlatır ama öyle güzeldir ki herkes karanfile bayılır...
GÜL
Ve Tanrı kadını yarattı...Her zerresi sevgiyle kutsanmış bir mucizenin maddeye dönüşmüş zerafeti evrendeki bütün güzellikleri mahcup gölgelerde bıraktı...Dokunuşu bir kelebeğin kanadından daha yumuşak, küçücük bir tebessümü kasırgaları tatlı imbatlara dönüştürecek kadar sevkatliydi.Her yer onun sevgisiyle huzur bulurken o mutsuzdu çünkü kadındı ve yalnızdı şu uçsuz bucaksız alemde...Bir gece yıldızlar dans ederken saçlarında duyuldu dileği...Ve Tanrı erkeği yarattı...İlk defa aşkı tattı kadın ve ilk defa gözpınarlarından iki damla yaş süzüldü ipek tenini,amber kokusunu hüznüne katarak...Onun toprağın bağrına düşen gözyaşlarına üzüldü merhameti kudreti kadar büyük olan...Ve Tanrı gülü yarattı...Kokusunu saçlarının amberinden, yaprağını teninden yaptı ki hiç unutulmasın o dökülen gözyaşları...Adını gül koydular ama her sabah çiy damlaları düşer yaprağına...O günden beri ağlar güller ilk dökülen gözyaşlarının acı hatırasına...
LİMON ÇİÇEĞİ
Hangı yürek kuytusunda yangındı bilinmez ama güneşe kafa tuttu bir hasretin gittikçe kök salan filizi.Rüzgarı alıp sırtına mavinin iyotunda dallanıp budaklanan seviler, toprağına sürgün hüzünleri inatla taşıdı geçmişten bugüne.Ne bulutun beyazı süzdü acılarını ne de poyrazda bulandı suları ama eksikti işte.Belki kanatsızlıktan martıya imrenişi.Belki bu tutukluluk hali sessiz bir isyandı karşı kıyılara vurgunken yüreği.Aslında sesi yoktu, gölgesinden başka izi olmadığı gibi.İşte böyleydi hikayesi ancak noktası olamazdı nihayeti kavuşmadan benliğine.Baktı ayakları yok kaderin, elleri yolcu yaptı tohum tohum.Bir diyardan başka diyarlara göçerken gövdesi her ağaçta yeni bir umuda gülümsedi dudakları.Şimdi tutunduğu dalın ucunda alabildiğine güzel ve olabildiğince güçlü salınıyor limon çiçeği.Belkide bir kızın bütün yaşanmışlıklarına rağmen muzip ifadesidir duruşu...Kimbilir
KAKTÜS ÇİÇEĞİ
Cehennemdi vatanı.Sürgündü sevdadan hükümlü.Bir dilek tuttu.Dedi ki bu aşkla yanarken dudaklarım susuz kalmasın ama hiç kimse ulaşamasın,dokunamasın bana.İşte dört iklimi bir kavruk güneş ve gövdesinde aşkın özü oldu isteği.Ne güzel açardı da ne kimse görür ne dokunabilirdi ona...
LALE
Saraylara layık olmalı denir ya; İşte öyle olmalıydı alımıyla,duru güzelliği ile.Hele ki saray, gönül kapısı ise...Sunmalıydı her rengini.İncecik endamı narin boyunları ile sekerek gezen halayıkların, düşlerde süzülen varlıklarını...kutsayan hayatın gölgeleri, suretini diledi belki de Tanrıdan.Padişah fermanı deseler de aşıkların kalpten dileğidir o bahçeleri süsleyen sonsuz güzellikler.Bütün zerafetleri ile uzanırlar geçmişten bugüne...Adı lale
KÜSTÜM ÇİÇEĞİ Çiçek masalları
Bambaşka bir diyarda yaşardı.Issız cennetlerde el, göz değmemiş ruhu saf bir genç kızdı.Elini uzatsa, dans ederdi parmakları.Gülünce kelebekler uçuşurdu neşeyle.Lakin çok kırılgandı.Aşık oldu bir adama....Her şey bir masal gibi yaşanırken bir gün tersleyiverdi adam bir anlık öfkeyle.Kaçıp gitti küsüp yarine.Adam çok aradı elinde kopardığı bir çiçekle kendini affettirmek için.Fakat ne o ne de bir başkası bir daha rastlamadı izine.O günden sonra o çiçeğe küstüm çiçeği dediler.Derler ki...ne zaman biri dokunsa küstüm çiçeğinin yapraklarına, o kız ağlarmış çok uzaklarda sevdiğine...
Murat Ginlik
ÇİĞDEM ÇİÇEĞİ - Çiçek Masalları
Ne ilk bahara sığdı ne de sonuna. Mordan ötesi, beyazdan lekesizi yazılmış alnına. Sen de ki nerden çıktı, kimin nesi. Anlatayım inanan da olsa masal da deseler...
Toprak anaydı ya her filize her güzelliğe. Yine de mutsuzdu. çünkü herkesin tohumunda beşikti de kendine bir sevdası yoktu. İsterdi ki bağrından bir umut ona kök salsın, onu anlatsın yaratılışı. Elbet anaydı ve duyulacaktı bu sessiz feryadı. İşte onun kalbine bir tohumdan değil kendi kendinden ve derinden bir kök yürüdü. Sabahına tomurcuklandı hayat. Kadındı toprak ve saftı tertemiz. Onun gibi oldu renkleri mor ve beyazın en güzeli
Onun için açtı o günden sonra hep her ilkbaharda ve diğer çiçeklerin solunca da kalsın diye sonbaharda. O bir armağandı toprağa ama öyle güzeldi ki genç kızlarda saçlarına iliştirdi. Bu yüzden sadece ovalarda değil, yüreklerde de açar çiğdem çiçeği
Murat Ginlik
Murat GinlikKayıt Tarihi : 17.1.2010 21:53:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
''' Benim Gözümde Çiçekler '''' Kardelen = İklimine başkaldıran beyazın asi kızı. Papatya = Güneşle dans eden melekler Nilüfer = Peri kayığı Hercai = Kelebek kanadı Sardunya = Pencere güzeli Karanfil = Düş kokusu Gül = Kadın teni Sümbül = Cennet buseleri
![Murat Ginlik](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/01/17/cicek-masaliari-2.jpg)
SELAMLAR SİZE
saygilar
Mehmet Çobanoğlu
Kısacık ömrü zamanın terkisine yüklemek iş değildi ya...doğmak kader olunca çaresizdi yaşam, yürek olup atmaya sinede...İşte bu yüzden düştü yollara ürkek adımların karanlığa yabancı düşleri.Bu yüzden kanadı umutları acımasız yılların karşılıksız sevdalarında...Hep bir güneş, hep bir bahar bekledi
toprağa düşen her cemrede...Olmadı...Sonra bir sabah narin boynunu kaldırıp usulce aldırmadan mevsime, dikildi hayatın karşısına.O günden sonra ona Kardelen dediler.Çünkü O...İklimine baş kaldıran beyazın asi kızıydı.
KARDELEN ÇİÇEKLER İÇERİSİN DE EN ASİL OLANIDIR BENCE :)
TÜM YORUMLAR (44)