Benim kaderim bu,
öylece karşına oturup seyrediyorum
yüzünden geçen zamanları...
Küçük bir çocuk olan yüzün
annesinin kalbinin kapılarında kalmış...
Kaçıp kaçıp sığındığımız o yaslı evdi hep
gözyaşı loşluğunda, yarım sıcaklıkta,
kırgın perdeler, unutkan masamız,
uzak sahillerde çekilmiş fotoğraflarımızdan
hep mahçup bir sevgi taşardı.
Duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan,
dostluklardan... Duydum ki yine acımaya başlamışsın
kendine...
Yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği
sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok
üşümüşsün...
Emerdim, emerdim gövdeni...
İçine girip, kendime boşalmak isterdim.
İsterdim ki teslim olmam yetmesin sana,
seni sevdikçe büyüyen korkularımdan
beni sevdikçe çogolan inaçsızlıgından
bir ev yapayım kendime,
Pazar günleri içinizin sıkılması ne kötü,
ne kötü sararmış perdeler, gizli aşk,
televizyon taksitleri.
Hem kocanız bile anlıyormuş artık sizi...
Benimse uzun süren ergenliğim
henüz bitmedi...
Tesadüf perisi dün yine beni şaşırttı. Aksaray’da Kafka isimli bir markete rastladım. Kafka’nın üstündeki bez afişte de “Kafka Market’te et ve şarküteri satışına başlandığı” yazıyordu. Randevuma gecikmek pahasına hemen otobüsten indim. Heyecan ve şaşkınlıkla Kafka Market’e girdim...
Kapının hemen yanında oturan kasiyer kızlar beni soluk soluğa görünce telaşlandılar. Onlara hemen Kafka Market’in sahibi ile görüşmek istediğimi söyledim. “Hemen şimdi! ” Kasiyer kızların telaşı daha da arttı. Yarattığım panik, diğer market görevlileri ve alışveriş eden birkaç müşterinin de dikkatini çekti. Herkes bana doğru yöneldi. “Ne oldu beyefendi, nedir bu telaşınız? ” diyerek yanıma geldiler. “Derhal! ” dedim. “Derhal buranın sahibiyle görüşmek istiyorum.”
O sırada kravatlı, bıyıklı, esmer bir adam depodan koşarak çıkageldi. “Buyrun beyefendi, kusura bakmayın”, dedi: “Otobüsten gördüm. Marketinizin addı beni çok etkiledi. Kafka benim en sevdiğim romancıdır. Aslında ona romancı da dememeli. Çağdaş bir mesihtir o bana göre. Milan Kundera da onun geleceği gören şair-romancı olduğunu söyler. Bilirsiniz. ‘Roman Sanatı’ adlı kitabında...”
Nilgün Marmara’ya
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…
Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim?
Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun.
''Unutuş saatleriydi bunlar,
insan kardeşlerindi sana seni unutturan...
Ölüm vardı herşeyin sonunda,
ama ölümün arkasında hiç ölmeyen aşkın vardı...
Sevinirdin bazen, gülerdin,
ama içinde bir yer hiç durmadan kanardı...
Söylemiştim sana, aşk benim kurtuluşum, soluğum, özgürlüğümdür, diye. Bu sıradan, bu bayağı hayattan, bu günlük, bu insanı haysiyetsiz bırakan korku ve kaygılardan, hesaplardan, kendimi korumak için girdiğim rollerden, baskılardan, aşkımla çıkabilirim ancak; aşk benim için ya hep ya hiçtir, diye.
Çünkü ben sizler gibi olamadım bir türlü.
Sizler çok “duygusalsınız! ” Hormonlarınızın size her mevsim oynadığı küçük oyunlara kapılıp âşık olduğunuza inanıyor ve hemen kapılıp gidiyorsunuz; ya da sizler aşk diye birbirinizi kulllanarak hayatın sizde açtığı yaraları iyileştiriyor, yıpranmış benliklerinizi onarıyorsunuz. Sonra da geçip giden yazların ardından ve güçlenmiş egolarınızla hesaplı ve korunaklı ilişkilerinize geri dönüyorsunuz. Beraberliklerinizin ya da aşk sandıklarınızın ardında hep bir dönüş kapınız açık sizin. Sizler mevsimlik aşklarınızdan geriye olduğunuz gibi geri dönersiniz. Bense çıktığım yolculuktan sakatlanmış olarak dönerim! Hiçliğe... ve bir kez daha ölmüş olarak. Tıpkı seninle yaşadıklarımdan sonra hissettiğim gibi... Söylemiştim, sana duyduğum aşk, içimde derin ve ölümüne bir kök saldı diye. Sense benimleyken hayatın sende açtığı yaraları iyileştirmiş, yıpranmış benliğini onarmış, kırgınlıklarını, korkularını, zaaflarını bana yüklemiş, sana güven veren, korunaklı ilişkine geri dönmüştün. O kötü enerjini geçirdiğin sahipsiz bir toprak olmuştum sana...
Onu sevdiğimi anladım, ona dönmeliyim, demiştin. Şimdi benim kanımla yeniden güçleniyor ilişkiniz. Şimdi ona okuduğun, ama benim sana yazdığım aşk şiirleriyle, öyküler ve yenidendoğuş efsaneleriyle besleniyor yakınlığınız. Şimdi ilişkinize benim çaresizliğim, itilmişliğim heyecan katıyor. Benden sevgini esirgeyerek, beni ölümün kucağına bırakarak ona döndün. Ne farkı var öyleyse beraberliklerinizin, ilişkilerinizin bu aşağılık, bu adaletsiz, bu esaret dolu hayattan? İlişkiniz benim safdışı edilmemle taçlanıyor şimdi... Safdışı etmek! .. Bu hayatı ne güzel özetliyor! ..
Şiirlerimi lütfen eleştirir misiniz müsait olduğunuzda Cezmi bey
merhaba..leman dayayınlanan eski bir şiiriniz vardı... su dizeler vardı sanki: ölü bir kadın ruhu gibi duruyor yüzün içimde..kaç kokumdan sakallı şameran kıvranmıs dizimde...bu siirinizi bulamadım adı nedir acaba?
Cezmi ERSÖZ= Hayatımdaki en anlamlı sıfat...