(Je n’en connais pas la fin...)
İkindi vakti,
yolunu şaşırıp pencereye
kendini salıveren Cezayir Menekşesi’nin
henüz pembeleşmemiş yakut cüz’leriyle
sanmam çok uzaklardan geldiğini!
Çakalları ve öteki dağ yırtıcılarını saklayan
ayın avlusunda, ırmakların uğultusuyla
Çaykovski’yi ve Piaf’ı aynı iki dakikaya
serpiştiren müz ve acıtan teknoloji
gök ve toprak / haz ve ürperti
gerilirken kızıl telleriyle dudaklarımda
damla damla gül esintisi apansız...
Bu bir Fransız sayıklaması değil
ya da sör Eliot’un ‘oyuk adamları’*nın
içi boşalmış yazgısı bizimkiyle aynı olan
bilinçliliğe doğru dönüşen
bağımsız varyeteler sunan ebedi bir işkence
önce birebir sonra kitlesel gerçekleşen
çorak mutasyon ve eşi benzeri olmayan
iç yıkımsal görüntüler toprağı
Evet bu topraklar da gümüşün
parladığı zamanlar uyandı
ürperten çıngıraklarının mırıldandığı
her yönden yükselen çığlığını
gecede esneyen ateşli çarkların
Evet bu topraklar da ışık sızmalarıyla
ilelebet aşağılara yürüyen
marsık yüzlerle yaşadı
sırtında güneş sıcağı
göğsünde karanlık saçağı nasılsa öyle...
Ekimin çınlayan rüzgârıyla
hışırdayan Çehov karartılarında
ve gidemediği topraklarda Gide’nin
kımıltısız ve donmuş
fildişi goncalarla bezeli hayatın
en alımlı entrikasında ölümün
yekta güvence olduğu asrın öbeğindeki
sen ey süreğen keder!
Dalgaların sarstığı kıyılarda
nemli dokunuşların yosunlu dudaklarıyla
donanmış safir taşlı göğe kanatlanan
sen ey zamansız veda!
Kehanet gibi pürüzsüz ve hararetle
sokulan sfenkslerin tuz kristallerinde
kesici birer ikonaya evrilen
sen ey hançeri ekinoks!
İlkin sütkırı, ince sarı ve
metis pembesini deneyerek sonra
safkan yakutu ihtiras diye
yapraklarına taç süsü seçen
sen ey umutcul çiçek!
Kış yaklaşıyor
safrana kaplayıp zümrüt yelpazelerini
karartılmış bir şimdinin yüksele alçala
kötürümleşen taraçasında büyüyerek
Ölüm ikimizi de içecek bu bir hakikat
ve fakat yenemeyecek bu da!
Yaşanılan şehrin yarasa kanatlarıyla
delik deşik olmuş parıltılı sokaklarında
bezgin dolanan hayattan caymak zordur
çorak ve ölümcül bir ana denk düşse de
yolunu çeviren işgüzarlar ortasında
ki baktım da oyuk gözleriyle ölülerinin
orada değildiler, orada değildiler!
Avlanıyordular ormanımda avdım
zihnimin kasıldığı titreşimlerle kayan hayat
kavranamayan sonsuz provalar
ve trampet seslerinin metalik soğukluğunda
ve kanın periyodunda
istencin ritmik artışında
seziyorum önlenemeyen olacakları
Yıkılmış bedenlerin patlayan fıskiyesiyle
kanın yasası yeniden değişecek
ve ben hazırım sonunu bilemediğim hayatıma
_______________________________________
* Bizler içi oyuk adamlarız,
Bizler içi oyuk adamlarız...: Thomas Stearns Eliot
Kayıt Tarihi : 6.2.2002 17:11:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Azad Ziya Eren](https://www.antoloji.com/i/siir/2002/02/06/cezair-meneksesi.jpg)
öğlen vakitlerinde yıldız susması kadar
zihnin endişelerinden iki yağmurluk su çıksa
korkutamaz önümüzde yığınla dikenlenen
bu arıtık kimyayı
orada değiller orada değiller
oralı değiller oralı değiller
dişlerinde bulutlar
kısık ateşte kaynamaktalar
@..
KUTLARIM KALEMİ.
Öncelikle böyle nitelikli bir şairi seçtikleri için jüri üyelerini; sonra 'günün şiiri grubu' seçicilerini ve son olarak da, elbette şairi gönülden kutluyorum...
bir parça mavilik kes patiskandan
iki heceyle çağır adımı
bak gözlerinin rotasında nasılda köpürüyor deniz
bilirim iz tutmaz sular
söyle neden unutkan bir Cezayir menekşesi gibi değildir anılar…
atesinsesi
TÜM YORUMLAR (11)