Sıralı sıtma ağaçları,masmâvi göğün altında.
Devâsâ,kokuları pek hoş...
Kabukları dökülü, görüntüsü bir parça loş,
Turunç ağaçları tabîi seyrinde,
Akıp giden zamâna inat,
Aşılanmamış,tadı acımtrak, görüntüsü sert.
Yine de pek sevimliydi,
Çocukların bedâva yemişiydi.
..
Böğürtlen toplamaya giderdik,
Adı toplamaktı zâten,eğlence...
Kimi ayaklar çıplak,kiminde naylon terlik..
Rûhumuza dokunmazdı toprak, ayaklarımızı yalnız yakardı,
Yürümek öyle çetince,
Sıcak bir kum denizi,inceden ince.
Bâzen bir kertenkeleyle ürkerdik,
Bâzen bir kaplumbağayla,
Yürüyen öyle kendince....
Pek vahşiydi tabiat,korkuturdu,
Belki hiç bilmediğin nice duâlar okuturdu.
Yine de vazgeçmek ne mümkündü kumsalından,
Ne köşe bucak bizi korkutan yılanından.
Ne fâre- yılan dolu pirinç tarlasından....
Bu yörük köyünü çok sevmiştik,
İnsanı bir başka, toprağı cömert mi cömert,
İnsan eksen toprağa, sanki bitirecek...
Hele şu evin karşısında ki tek kahve ve tek bakkal,
Çocuklar için dünyada ne varsa,orada var..
Leblebi,kuru üzüm,lokum, hele cevizli sucuk! ....
Bizim biraz aklımız ererdi, Salih henüz küçücük,
Abimle onu yollardık babamıza,
Görünce kahvede,içerken çay yahut kahve,
Salih te pek utangaçtı,yavaştan süzülürdü,
Eğik boynuyla pek te bir büzülürdü.
Babam, zeki adamdı, tam bir "baba"ydı.
Görünce Salihi,tâ uzaktan anlardı,
Sağolsun, cebindeki üç kuruşu da Hiç düşünmeden bize harcardı...
Ah o karpuz tarlaları,uçsuz bucaksız,
Milyonlarca yeşil top sahada,şirin mi şirin,
Diğer yanı bir başka güzel, altın sarısı kavun.
...
Hele insanları yok mu,kalbinden sevgi dökülen,
O Yâkub ağa, o güzîde insan,
Ciddiyetinde bile merhamet okunan.
Oğlu Cumâli,Bekir ve Sâdık,
Üçe üç arkadaştık,
Evimizin olduğu gibi
O kapının da çocuklarıydık
Annelerini hep annemiz sandık.
...
Karpuz,yufka ve peynirden oluşan,
O yazların muhteşem kahvaltısı,
Suya koşan hayvanların bağırtısı,
Gayretle çekilen tulumbaların gıcırtısı,
Traktör sesi,horoz sesi,köpek havlaması,
Bir orkestra ki, bir ömür duyulası.
Şu ilerde teyzeler toplanmış yufka açmakta,
Sacın altında belli,pamuk çalısı yanmakta,
Dağ gibi yığılmış yufkalar iştah açıyor,
Bak diğeri çökelekli sıkma sarıyor.
Bayramlar bir ayrı güzel bu köyde,
Her evden dağıtılır mis gibi kömbe.
Geceleri kurbağa avına çıkardı birileri,
Bellerine kadar çekerek lastik çizmeleri,
Bâzıları ormandan salyangoz toplardı,
Bilmezdik, Fransızlar alırmış derlerdi.
Bizim hobimiz daha bir başka;
Mart-Nisan dedimi,ekinler yemyeşildi,
Diplerinde sayısız kurbağacıklar belirirdi.
Turuncu kazağımın önünü kaldırıp,
Toplardım kurbağaların en güzellerini,
Sonra,yüzdürürdüm havuzda teker teker herbirini..
Âh çocukluk hayat senle ne güzeldi?
Yörük köyü, Hasırağacı! hayatmış sende ki demek,
Sıcak kumlarında gezmek,çamurlu suyunu içmek,
Sığ yağmurlarında ıslanmak,pamuk çalısıyla ısınmak..
Bir daha gelirsem, kumuna sırtüstü yatacağım,
Senin gözünle gökyüzüne bir daha bakacağım,
Mâsum çocukluk,saf yörük, garip köylü,
Ne bekler hayattan, kim bilir,belki onu tadacağım..
01.11.2014
Kayıt Tarihi : 4.4.2015 07:19:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Cocuklugumun 1980e kadar gectigi Adana nin Hasiragaci koyune ithaf.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!