Üşüyen et sıkılan dünya
Elini tutunca olanca hızımla sen oluyorum
bırakmamacasına kavrıyorum
ısınıyorum,
kadın olman hoşuma gidiyor o an
bir sevişmek geliyor ki anlatamam
Rüyamdaydı eleleydik
Koşuyorduk
Ateş vardı
Gül vardı yaprak vardı
Su vardı
Sevgi vardı özlem vardı
karanlıktı, tam hatırlamıyorum
uçuyordum kanatlarım yoktu...
denize yakın geldim içinden çıkan olmadı
sonsuz kere tanrı
ve sayabildiğim kadar çınar ağacıyla
bir de bebek ağlaması vardı ki
bir kağıt parçası için mi
yaratıldı kalem?
yoksa kalem hep vardı da
kağıt mı kalem için yaratıldı?
elimde bir kalem yazmaya başlasam
kesin sana aşığım,
Küçük bir kız varmış
Prensesler kadar güzelmiş
Kaf Dağı’nın denize bakan yamacında
Küçük bir kulübede yaşarmış
Deniz kabuklarından bir gemisi varmış
Çok eskilerden kalmışmış
Mutsuzluk rüzgarları esiyor
yalnız gecelere sıkıntı yüklü vapurlar eşlik ediyor
açık sonsuz mavilik derin seher sancıları
dalıyorsun milyonlarca yine dibe ulaşamıyorsun
yoksa diyorsun güneş hiç yanlış anlatır mı gölgeyi
dokunabilir misin eteklerine duyabilir misin dağların sesini
bugün kuzenimi kaybettim
nerelerdedir şimdi
cennet var mı, yoksa
toprak ana ona sahip çıkıyor mu?
dört harf iki hece
ölüm...
Düşler perdesinin altındaki kadın çağırıyor beni yalnızlığına. Sıcak bir gülüşüne gidiyorum yanına, hoş beş konuşuyoruz.
Birden ağlamaya başlıyor;
önce, kaybettiği kenti anlatıyor...
birlikte ağlıyoruz, ellerini tutuyorum
sarılıyoruz deliler gibi...
ne oluyorsa ondan sonra oluyor
yıkıl dünya o sarınıp da bedenime vazgeçemediğin yere yıkıl
uyan gün sabahı özledi gözlerim
derinlerde kayboluyorum toz bulutu alıp götürüyor
içinden çıkılması ansızlık
bir
iki
Denizin asiliği vuruyor
Alçalan dalgalar panikte
Yok olma korkusu
Son bulma telaşı
Direniyor tek havliyle
Kıyıya ulaşmak
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!