Gözyaşının tuzunda kerâhat vakti iken yüreğim zahmin’e heveslen yeniden.
Biz seninle hep… yağmurda… yağmurda… yağmurda… Dudaklarım sırılsıklam…
Zahmin! Başka hayatlarda gülüşsek bile aşkın özlem hâlleri hep aynı diyerek sana geldim. Uçurumların birinden çıkıp diğerine düştüm. En güzeli de yüzünün kalabalığında yırtıldım. Günahkar bakışlarımı bakışının öfkesinde boğdum acımı acıtarak. Mil çekildi sana suskun harflerin ıslak ve ölü gözlerine. Üvey bir yaşamaktı yanağın. Öz’üm aslında ağlamaktı. İçinden düşle geçilmeyen puslu dilekler benim değilse kimin? Kapana kıstırılmış yağmurlarla yıkarken çirkin suretimi susmayı göze alacak kadar bağırdım seni. Şimdi ve hemen: Terk etmeni istiyorum onarmaya yatırdığım beni.
Ölü bir aşkın sahibisin. Unutabilmenin izi tortularından döküldü. Gözlerinin renginden ödün veren deniz külleri doldu sırrına. Hayattan azledilmenin kekremsiliğini tadarken ve ay düşerken denize aklına yatmadı gece. Aşk gibi gülümseyebilmenin bedelini acı burukluğun kırıntılarını yüzüne gizleyerek ödet bana. Sızını gizli bir darp izi gibi tenimde sakla. Yakın yıldızlar bütün parlaklığıyla avuçlarından kaydı. Uzaktı gökyüzü şakaklarına. Düşlerin kurudu alabildiğine sarışın stepler boyu. Devşirme sözcüklerin arkasına kasten yığıldı içimdeki kin dağ gibi. Öfkesi dinmeyen şuh sessizliğe döktüm ruhumu. Aşk yokluğu sesimde, duyacaksın değil mi?
önce ölüm vardı bu kentte,
hiç kimse ölmeden önceydi...
ar damarı çatlamamıştı yalnızlığın
ve biz yalnız değildik...
rüzgar ne yöne eser?
takılır bakışların bir kuşun çığlığına
bulutun peşi sıra yaşamak gibi
sığınır ruhun hayatın kahpe kavgasına.
avuçlarında kurumuş gül
neyi yaşasan ölüyor sokaklarda cesetler
Kimim kimsem yok
Dağıttım yalnızlığımı
Kötürüm bir mevsimin külleri dağılırken merdiven başında
Ben sildim yağmuru kitaptan
Ben çıkardım elif-ba'yı hutbelerden
Kapımda köpekler havlarken kanlı dişlerle
bir bereket duasıyla çıkmışken yola
ıslak mabetlere yatırıldı dilim
mahremiyetin tadına ekilen mahkumiyeti
jilet kesikliğine öykünen yaralarıma
tuz basmaya niyetli hikayeleri doladım.
aynalara bıraktığım yüzümden önce eskidim
gırtlağımda serin uykuların endişesi
tuzu kuru kurtların
libasa ten yetmeden dağı uyandırmalıydım
kefene bembeyaz bir yüz uydurmalıydım
alkol kokan ellerine dipdiri masal sunmalıydım
etle kemik ayrıldı kırkıncı günün sonunda
gün esmerliği öğretir Türkçe’nin çocuklarına
namazı kaçırmış mü’min kalplerin pişmanlığıdır akşam
renklerin uyumuna dikkat: sarıdan sonra yeşil yanar
trafik lambaları neyi anlatırsa anlatsın
hayat hız yaparak konuyu değiştirmektedir
hangi anlama çekersen çek hayatı
her şeye doksan dokuz kere başlayabilir insan
kendine sokuldukça
rengini bulan yaşamak
izafiyet teorisi nedir bilmeyen annelerin bağrında
şimdi neşide okuyacak vakitte değilim ben
çünkü vakitsiz terliyor kelimeler ağzımda
ve ölüm hırıltılı bir sese dönüşüyor boğazımda
kalbimden tenha bir yer yok benim için
uzun susuşlar süpürüyor yüzümü
bazen bir şarkıdan koparıyorum kendimi ansızın
Enes Yılmaz’a
yüzünde kurumuş kederle
bir gülü yudumluyor çok sevdiğimiz memleket
tutkalla yapıştırılmış evlere sığmıyor günler
en mahcup halimizden öpüyor müminlerin annesi
herkesin tahmin edebileceği bir hamle bizim için yaşamak
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!