Cem Özkök Şiirleri - Şair Cem Özkök

0

TAKİPÇİ

Cem Özkök

Kararsızlıkla başlıyorum. Her ikisini de ilan ederek... Yani bir karar verme zorunluluğunu ve bir başlangıcı. Birdenbire boşluk beliriyor. İlk duraksayan cümlede beliren, görünür kılınan boşluk. Zorunluluk ise, diyorum şimdi iyice yüreklenerek, bu boşluk karşısında duyurulur. Varolana ilişkin okuduğum, duyduğum, söylediğim her söz gibi bende düş kırıklığı yaratmıştı.
Başlangıçta söz vardı. Ve beden söz oldu. Hatırlarsınız. Bir yerlerde okumuşsunuzdur. Sanırım, İsa’nın havarileri arasında en sevdiği olduğu söylenen Yuhanna söylemişti bunu. Ya da yazmıştı.
Öğle sonrası saatleri... Gün, çoktan yoluna koyulmuş, uzaklaşmış bile. Kendi berrak sesinin izinde. Bense burada, saydamlaşan seslerin ve saatlerin ortasında duruyorum. Bu cümleleri yazmak için. Gün diye yazıyorum, giderek yüreklenerek bir dünya barındırıyor içinde. Uzak ve görünür bir dünya, tek parça granitten oyulmuş gibi. Ancak yanlış bir soruyla bir adım atabilir, bunca ışığa ve sese yetişebilirim belki. Bu düşkırıklığı, dünyaya yaşıt gibi duran bu düşkırıklığı ne zaman başladı?
Neden şimdi hatırlamaya çalışıyorum? Unutmuş muydum ki? Kaybettiğimiz bir yer, bir söz, bir ses. Gaipten gelen sesler... Belki biz kaybettik onu, belki kendiliğinden kayboldu.
Kayıp bir ses... Saatlerin ve seslerin, saydam kılıçlarla çarpıştığı bir savaş alanı mı bedenim? Boşluğa karşı duran kemik, tenle başlayan acı. Belki de bazı seslerin çıkarılabilmesi için dilin çarpmak zorunda kaldığı bir diş gibi. Her şey varolabilmek için hedefi tam ortasından vurmak zorunda, diye yazmış biri, kendi cümlelerinden derin bir düşkırıklığı duyarak, on ikiyi ıskalayan hiçbir şey varolamıyor. Benim için söz konusu olan varoluş, eğer bir isabetse, dilin kemiğe çarptığı ana benziyordu sanırım. Bu acıya...
Boş, beyaz kağıtlar ve bu kağıtlara girmek için varolduğu söylenen dünya. Hiç kimsenin okumaması için kumlara yazılan sözcükler. Olması söylenen ve olan ışık. Beyazın kabullenişi kendisine dokunanı, ama boşluğun, üzerindeki her türlü insani size karşın boşluk olarak kalacağına dair sarsılmaz inancı.

Devamını Oku
Cem Özkök

üst sularda yüzen
renkli bir balıkken
diplerde
ama
çok diplerde
renksiz bir balık (dip hayat)

Devamını Oku
Cem Özkök

Herkese bir gün vaat ettim
Bu günü kendime
Çengelköy'deyim şimdi, o yerde
Artistlerin kahvesinde
Boğaz ayaklarımın
Ben de asırlık bir ağacın dibinde

Devamını Oku
Cem Özkök

Bir gülücük al,
Hiç gülmemiş birine hediye et.
Bir güneş ışığı al,
Gecenin hüküm sürdüğü yere uçur.
Bir kaynak keşfet,
Çamurda yaşamı yıkat,

Devamını Oku
Cem Özkök

Şşşşşt... Duyuyor musun? .. 'Dum dum tıka tak dum tıkı tak! ...'Bir kez daha dinle: 'Dum dum tıka tak dum tıkı tak! ...' Bir kez daha: 'Dum dum tıka tak dum tıkı tak! ...'
Bu ses var ya...Bu ses! .. Levent'in darbukasinin sesidir. Bu ses, bir öyküdeki hayatın yürek sesidir. Eger bu sesi duymazsan, bu sesin ritmine tempo tutmazsan bir hayati, o 'bir hayat'in icinden gecen bircok hayati da kacirmis olursun, gormemis, fark etmemis, içine almamis, icine girmemis olursun...Örnegin Istanbul'dan ofkeyle, hincla, hiddetle yola cikan, henuz hic giyilmemis, asinmamis, bir cift kosele ayakkabinin Levent yollarindan gecisini, kentsoylu Beyoglu'nun beysoylu yasamina hic mi hic yakistiramadigi, -bu yuzden de- saklamaya calistigi kapanmayan yaralarini goremezsin...
Gormemekle kalmaz, eksilirsin durdugun yerde. Oyle bir eksilme ki... Hani bazen bilmemek mazeret olamaz ya...Utandiriverir insani ya... Öyle bir eksiklik iste.
'Dum dum tiki tak dum tiki tak...' Simdi uzaklardan duyulan bu sesin icinde ilerleyen, alcak topuklu ayakkabilarin yagmur sulariyla yikanan, 'sellenen' caddede ugultunun icinde yitip gider gibi ilerleyen 'tık tık'larina kulak verelim. Ayakkabilarin tasidigi Levent'e bakalim. Hakan'i terk eden Levent'e, terk etmesiyle Istanbul'a benzeyen Levent'e, artik eskisi gibi olmayan Levent'e...Bu terk edilisle birlikte gozyaslarina engel olamayan annesini, 'kendi bilir' diyen babasini -son nefesinde yaninda olabilecekken bu gidisle yaninda olamayan Levent'in son pismanliklarini-, 'iyi dusundun mu? ' diye soran ablasini, 'aptalsin sen! 'diyen en yakin arkadasi Mehmet'i, saskinliktan elindeki iskambil kagitlarini ativeren Pelin'i gormemek olmaz Levent'e bakarken. Yureklerindeki sogumayla caddenin kalabaligini gormemek olmaz. Sarabin isiltisini, Levent'i cagiran kekre tadini gormemek olmaz. Tabii yagmuru da, sacak altlarina siginan kuslari da, gecenin isiklari umursumaz karanligini da olmaz gormemek... Karanlikta cogalan hayatlari, cogaldikca kimsesizlesen insanlari, kimsesizligin ondurmazligini, onulmazligin yaralari tirnaklamasini, yarali tirnaklari gormemek olmaz. Bundan hepimizin nasil pay aldigini gormemek olmaz. Olur mu? ...
'Dum dum tiki tak dum tıkı tak...'
Ah Levent ah... Bu kacinci olmaz bir ask, bu kacinci yanlis adam? Hesabini karistirdigin kacinci ayrilik bu Levent? Kacinci kimsesizlik? Yalniz yalniz bu kacinci usumek? Askin topragina -Istanbul- hasretlik daha ne kadar surecek; bu kökler ne zaman bulacak qaradigi askla havalanmis verimli topragi Levent? Umuda iliskin uc verecek bir filiz kaldi mi yureginde Levent?

Devamını Oku
Cem Özkök

Sevidir özü taşıdığım ismim
Sen bilmezsin için için yanmanın ne olduğunu
Hani o söze gelmeyenler var ya;
Asıl söylemek isteyipte söyleyemediklerimdir...

Bu yıl hiç tadı yok sonbaharın İstanbul'da

Devamını Oku
Cem Özkök

Artık gel ve seviş eriyen bedenim,
Çürüyen ruhumla.
Sekiz nar ağacı büyüteceğim senin için
Belki bu denizde,
belki o denizde...Çalarken yanar bir lir
ölümün beyaz balkonunda

Devamını Oku
Cem Özkök

Hani sazlar çalınırdı ölüm
Türküler söylenirdi kan
Sen gideli kaç mevsim,
Ka. yıl geçti aradan?
Şimdi bri rakı sofrasında
Evvel zaman diyor biri

Devamını Oku
Cem Özkök

Çık sokaklara dolaştır gözlerimi
Tut insanların ellerinden geçsinler anılara
Ne zaman yaşadı umutlara yaşamış kimliğim

-çık yoluma gözlerim öper seni
saatler sessizliğin yaşlı gemisi-

Devamını Oku
Cem Özkök

Türkülerin yükü benim,
Benim kırık aynalarda bin surat
Kar topluyorum temmuzlarda
Sıfıraltı santigrat.

Yürek kundakcısıyım

Devamını Oku