Celeboğlu Desitanı Şiiri - Ahmet Yozgat

Ahmet Yozgat
2011

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Celeboğlu Desitanı

“KALKTI GÖÇ EYLEDİ “CELEPUŞAĞI

Gözünüzü, kulağınızı dört açın,
Toplanın hele yamacıma uşaklar,
İki yüz yıl evvelinde başlar bir sökün,
Kuşanırlar bir masalı kaçaklar…
Kaçaklar da oğulcuğum kaçaklar…
***
Yıllar eski amma anılar acer,
Bi acı, bi tatlı gün gelir geçer,
Horasan’dan kalkan o deli hançer,
Kan damlatır uzaktaki Urum’a…
Urum’a da oğulcuğum Urum’a…
1/:
“İrahmetlik” anamdan işitmiş idim,
O da duymuş vaktiyle babası Zabit Hocadan:
Uzaklarda bir köklü diyardan Horasan ismiyle maruf,
Sert betonlu, muhkem harçlı o illerin özünden,
Kim bilir, belki de köhne bir kenar kasabasından,
Merv’inden, Buhara’sından…
Yola çıkmış “vakti zamanında”
Güngörmüş,
Kahır çekmiş,
“Garametli” bir katar…
Yol atar, yürek atar!
Ağız birliği etmiş deve dişi gibi cümle ağalar:
“Çare yok ya batar sürü,
Ya da körpe bir yaylada düzlüğe çıkar! ”
Diye diye diyeşet dille damak arası,
sürmüşler yaylaklara ak yozları
Ve mor yünlü sürüleri,
Kimi zaman koşar adım ileri,
Bazen de iki konak kayarak geri:
Yani soluk soluğa “Ha babam, de babam! ”
İşte böyle duydum irahmetlik babamdan…
***
Bir belirsiz iz bıraktık tarihe,
Yoğ imiş bir ozan ki şöylece diye:
“Elli mezraya da, yirmi beş köye,
Biz de bir zamanlar sığamaz idik …”
Sığmazdık da oğulcuğum sığmazdık…
***
Geçit verdi Horasan’ın duvarı,
Güttüğümüz Celeboğlu davarı,
İçerek yağmuru, dişleyip karı,
Sökün ettik Kaf Dağının altından…
Altından da oğulcuğum altından…
2/:
“İrahmetlik Halsemmi”den işitmiş idim,
O da duymuş emmisi İsmaylağa’dan:
Yıl bin sekiz yüzlü yıllar ya da evveli,
Horasan’da sürü sürü celep yeden ağalar,
Bir çınar gibi kadim
Ve kaza kaza bulunmaz bir “derin kök iken”
Bahri Hazar yaylalarında koyun güderken,
Bilinmez lakin ola ki kanlı bir sebepten,
İhtimal ki “itten-kurtan” daha pişmanlık dolu,
Olmaz olası sıradan bir suçtan belki,
Kaçmak gerekmiş bir sabah vakti erkenden,
Ya da sürgün yemek “dövlet-i vilayetten,”
Celebi bırakıp Isfahan yaylalarında,
Yalnız “Celeboğlu” namıyla uçmak gerekmiş,
Çiğneyip tekmil Cenub-u Hazar’ı,
Kaf Dağının alt yanından geçmek gerekmiş,
Belki de oğulcuğum,
Deli Dumrul köprülerinden geçmek gerekmiş,
Fırat’ın suyundan içmek gerekmiş…
***
Gülü kenger kokar Bahr-i Hazar’ın,
Celebcisi bizden idi pazarın,
Ağaları yurttan eden mezarın,
Cezasını çekmek için yoldayık…
Yoldayız da oğulcuğum yoldayık…
3/:
“İrahmetlik” dayımdan işitmiş idim,
O da duymuş babası Zabitoca’dan:
Yol üç kardeşe çıkar bidayet,
Binip yağız aygırlara
Ve ayrılırlar bir geceye sinerek,
Mülk-ü İran’ı zahmet ile tüketirler nihayet,
Önlerinde saklanmaya uyar bir viran,
Arkalarında ise yüz atlı tiran,
Ver elini köhne şehir,
Ver elini uzaklardaki Şiran…
***
Göç kalkar tenhadan gün ağaranda,
Denk çözülür subaşında viranda,
Durulur başımız köhne Şiran’da,
Ortalık yatışana dek burdayık…
Burdayık da oğulcuğum burdayık…
4/:
“İrahmetlik Nuru Paşa’dan” işitmiş idim,
O da duymuş babasından vaktiyle:
Dedim ya ta bidayette,
Göçün üç direği civan kimi üç kardeş,
Biri katiyetle Ahmet,
Ama diğer ikisinin ismi ne,
Ve cismi ne belli değil?
Kim bilir?
Ya Mehemmet, Mısdafa ya da
Ama her ikisi de kavgada kesilir ifrit,
Dostlukta, yarenlikte Mevlana’yla fit…
5/:
“İrahmetlik” Bahroca’dan işitmiş idim,
O da duymuş babası Yahya Efendiden vaktiyle:
Ortalık bir karışık bir karışık ki uşaklar,
Ordular diken üstünde,
Ha vuruştular,
Ha vuruşacaklar.
Sarayda, sokakta, yolda mormorus,
Gün batımından sökün etmiş
Yer gök almaz ordusuyla İngiliz,
Balkan’dan sağılmış inmiş ülkeye Urus.
***
Tımarlılar el kor Şiran’da göçe,
Bir ananın bölünür yüreği üçe,
Siyah gözlerini örtse de peçe,
Belli olur ıylım ıylım akan yaş…
Akan yaş da oğulcuğum akan yaş…
***
Der ki padişahın kazaskerleri,
“Haydi hedef Girit’, leşker ileri! ”
Yıllar yılı görmediğimiz iyi günleri,
Katlarız üçe Mora’da gayrı.
6/:
“İrahmetlik Asyalam”dan işitmiş idim,
O da duymuş emmisi Osman Ağa’dan vaktiyle:
Ya aslanlar aslanı Mehemmet,
Ya da kara gözlü Mısdafa, gider Girit’e.
***
Gidenler gün olur dönerler elbet,
Sorarlar beylere kayın, karabet,
Nerede Mısdafa, nerde Memmet?
Cevapsız bir soru kalır dillerde…
Dillerde de oğulcuğum dillerde…
***
7/:
“İrahmetlik Emik Hatun”dan işitmiş idim,
O da duymuş bilmem kimden vaktiyle:
Oğlan uşak sus pus olup dalarlar bir kara yasa,
Kara gözleri yağmura durmuş Mısdafa:
Verir gece gibi kara haberi,
“Sormayın uşaklar emminiz Mehemmet’i…”
Ki o dönemez bir daha geri,
Vurulmuştur nah şuracığından
Yani tam ortasından döşünün,
Savunur iken son yurt parçası Girit’i…
Yasımız yas lakin siz yine de kalanları düşünün.”
Yıllar sonra bile yaşarırdı gözleri bilcümle Celeplerin,
Anımsayanda Girit’te olanları bir iki,
“İrahmetlik Hacirbeğem” derdi ki:
“Elim yakanızda uşaklar,
Unutmayın Girt'eline gömdüğümüz şehiti…”
***

Ahmet Yozgat
Kayıt Tarihi : 4.3.2014 11:37:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


GÖÇÜN KIRMIZI RENGİ Öyle bir köpürmüştü ki emir, zaten kırmızıya çalan yüzü şalgam rengiyle pancar alı arasında yanıyor dönüyordu. Dudakları mordu, köse bıyığının tel tel döküldüğü dudak gülü ağara bozara geriliyor, arada bir miskal ölçüsünce havaya sıçrayan tükürük zerreleri geniş çenesine düşüyordu ancak orada eğlenmeleri gayrimümkündü çünkü bazı bazı açılan eli koca bi,r yaba gibi kalkıyor ve hırsla siliyordu alnından gıdısına kadar olan bölgeyi zaten onun tipik hareketiydi bu davranış: Geniş alından başlayıp seyrek kaşları parmak boğumlarıyla taramak, kambur burundan bir kemerli köprüden geçiyor gibi inmek, bu arada çıkık elmacık kemiklerini ovmak ve bıyık, ağız kayarlaması yaparak bir süre kirli sakalla kaplı çenedeki tükürük çiğlerini sır edip gıdıda dairevi bir hareketle serüvenini bitirmek… İşte, suret coğrafyasındaki etkinliğin hepsi buydu. Ancak ne zaman ki, saltanatıyla özdeşleşen bu tipik hareketi üst üste yapmaya başlamışsa emir kızmaya ve kızarmaya başlıyor demekti ki vaziyet vahim sayılırdı. Yani bugünkü gibi… İlbay Kerimullah, emirin karşısında şaşkın bir hâlde kendisini aşmaya başlayan gelişmeleri kontrol etmeye uğraşsa da bu, emirin kişisel karekterini bilenler için boşuna bir çaba gibi görünüyordu. İlbay, yine de denemek istiyor ve çenesinin ucundan bir tom ayrık otu gibi fışkıran kırçıl sakalını titrete titrete: “Yapmayın emirim, etmeyin emirim! ” diyordu habire; “Aşiretler arası dengeyi bozmayın, eğer kararınızda inatlaşırsanız denge, imamesi bozulan kehribarlar misali dağılır ve Yaratandan gayrısı dizemez bir dahi.” Ardından geleneksel kanunnameler gönderme yapıyordu. “Merhum babanız zamanında yazıya geçirilmiş, örfi idareye bağımlılığımız vardır. Ayrıca aşiretler, soylar ve soplar arası sözlü mutabakatlar yüzyılardan bu yana…” “Sus İlbay sus! Şu zamanda ben, Buhara Emirliğinin her şeyi değil miyim? ”diye soruyordu her paragraf arasında Emir Tapşır Mahmut. Ardından yineliyordu okumasını. “Hâşâ! Bittabi emirimizsiniz.” diye karşılık veriyordu İlbay Kerimullah. “….de…” diye ekliyordu, ardından da daha önce söylediklerini yeniden yeniden silbaştan yapıyordu. Anlaşılan o ki, Emir Tapşır Mahmut ile İlbay Kerimullah sözü edilen konuda anlaşamayacaklardı. Çünkü en sonunda emir, anasına küsen bir çocuk edasıyla sol elini sağ yanağına dayandı ve pencere tarafına döndürdü yüzünü. Bu haliyle çekik gözlerini kırpıştıra kırpıştıra sarayının geniş penceresinin önünde görünmez bir salıncakta bir o yana, bir bu yana sallanır gibi gelip geçen Buhara serçelerinin hareketlerini izledi. Düşündü. Sağ eliyle mavi tahtalı ak sarığını arkaya doğru itti; altında biriken terleri bildik hareketleriyle silip gerdanına indirdi. Sonra kulak ardından başlayıp etli ensesine kadar olan bölgeyi kaşır gibi yaparak kuruladı. Ancak bütün bunlar yetmemişti kızaran yüzünü pembeleştirmeye. Oturduğu peykeden kalktı. Kaftanının yakasını geriye itip ellerlini kuyruk sokumu hizasında kenetlenmiş olarak İlbay Kerimullah’ın önünde bir cama, bir kapıya doğru gidip gelmeye başladı. Başı bazen yerde, bazen yaldız işlemeli tavandaydı. Dördüncü turunun ortasında, tam İlbay Kerimullah’in önünde durdu ve zaten çatılmış olan kaşlarını iki mızrak temreni gibi birbirine tokuşturarak: “Celeboğlu beyi Hokkançer Karali’yi huzuruma istiyorum.” dedi. İlbay Kerimullah, içinden bir “Oh! ” çekti; gerilen kasları sönen balonlar gibi gevşedi: “İsabet edersiniz Emir hazretleri.” diye karşılık verdi. “Münasiptir kanımızca…” Buharalı Emir Tapşır Mahmut da iniştirmişti yükselen tansiyonunu: “Ama hemen şimdi.” diye ekledi. “Yaylaktadır Emirim.” diye açıkladı İlbay Kerimullah. “Mamafih yarın sabah huzurunuza revan olur.” “Peki.” diye onayladı Emir Tapşır Mahmut; ardından da hızla geri dönüp kaftanının uçlarını yeldire yeldire yan kapıdan çıkıp gitti. Harem kısmına duhul oldu. ***

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Yozgat