Onur Bilge
Nefsimizi tam anlamıyla tuşa getirebilseydik! Ateş, lav, zehirli gaz, duman dolu, patlamaya hazır bomba olan nefsimizi, benliğimizle birlikte yok edebilseydik! Yani dünyayı, yani özünün gerçeği olanı, cehennemi… Dünyanın özü değil mi, cehennem? Dünyanın boyalı, aldatıcı yüzü değil mi, cehenneme bilet kesen? Yaşarken, yeryüzü cehennem, birinci bedene. İkinci bedene de aslı…
Cehennem, derinliklerle, kat kat derinliklerle anlatılmış. Cennet, yüksekliklerle… Yaşayanlar için dünyanın taş, toprak, canlılık, hayat dolu kısmı olan soğuk tabakası, bir elmanın kabuğu kadar ince, ateş dolu, cehennemine oranla. Dünyanın kabuğu olan, yaşanılabilir kısmı, kat kat, gitgide ısısı artan, yakan, kavuran, eriten ateş tabakalarıyla cehenneme benziyor, madem ki bizden, yıldızları, ayı, güneşi tefekkür etmemiz isteniyor, gökler, yukarılar, cehennem benzeri güneşle, belki de cennet misali diğer gezegenlerle önümüze serilmiş, cennet de, cehennem de tanıtılmış, o halde, bizim, dünyevi isteklerden vaz geçmemiz, onun makyajlı yüzüne aldanmamamız gerekiyor. Aksi halde, içine dalar, bir türlü çıkamayız. Cehennem azabı henüz dünyadayken başlar. Ruh, hafif beden, yükselmeye çalışırken, nefis etkisiyle ağırlaşmış madde beden, yeryüzüne yapışır kalır, hatta yeraltı bataklığına gömülmeye başlar. Kurtulmak için çırpındıkça daha da batar.
Nefis, şeytanidir. Ateş gibidir. Çünkü şeytan da ateşten yaratılmıştır. Nefsi arzularımız bizi yakar, kavurur. Onları gerçekleştirmek için, yanar, tutuşuruz. Hem hedefe ulaşmak için maddi ve manevi varlığımızı helak ederiz, hem de çabuklaştıramadığımız hissine kapılarak, kendi kendimizi yer bitiririz.
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,