sen olmasan, inan sen olmasan;
ne bu güneş batabilirdi ufukta,
ne de doğmaya güç bulabilirdi yeniden.
ilk nerede karşılaşmıştık ben de anımsamıyorum artık.
luxor 'da mıydı ya da bir aztek tapınağında mı
londra metrosunda mı, 'circle line' da sabahı beklerken.
benim ilk hatırladığım,
uzun yıllar önce bir iç savaşta görüşmüştük.
yakıcı ispanya güneşinde fransızlarla beraberdik,
geceleri baladlar söylerdik ateş başında.
fırsat buldukça troçkizmi ve marksizmi tartışırdık;
üniversite yıllarında hegel 'i tartıştığımız gibi.
hiç aynı fikirde olmadık bu tartışmalarımızda,
ama hiç unutmadık birbirimizin düşüncelerini.
amerikalıların ayrılmasından hemen önceydi
bir japon limanında geceyarısını geçe gördüm seni.
alkol duvarını aşmıştım, iki gemici taşıyordu.
kimono giymişsin gibi geldi, o gece öyle geldi.
seni japonya 'da ikinci görüşüm çok sonraydı,
kyoto 'da sokakta yürüyordun temmuz ortası
yanındaki avrupalıya giydirmiştin kimonoyu,
sense hergünkü giysinle kalabalığa karışmıştın.
deprem sonrası kobe 'de bir toplantıdaydım o sıra.
davulların ritmine kapılmışken - adı taiko idi galiba -
yürek seslerinin sadece davullardan gelmediğini anladım.
karşımda durmuştun, öylece dinliyordun.
oslo 'da otelin en üst katındaki barda gördüm yıllar sonra,
vestiyerde sarhoş bir norveç 'liden zor kurtardım.
flam-line'la indiğimiz fiyort çok yormuştu beni
ayakta duramıyordum, adam iri ve sarhoştu.
farkında değildin sen karşılaştığımızın,
hatta o gece bana kızmış bile olabilirsin.
bir süre unutmuştum ki seni,
barselona 'da dolaşırken aylak aylak
rambla 'da karşıma çıktın aniden.
öyle heykel gibi duran bir genci seyrediyordun
her para attıklarında delikanlı şekil değiştiriyordu
sen çok eğleniyordun, ama bu kez tanıdın beni.
o haftayı beraber geçirdik
önce gaudi 'yi dolaştık beraber, tüm yapıtlarını,
kaybolduk sagrada familia 'da.
neyse ki sözleşmiştik, picasso 'da buluşalım diye.
seni ispanya 'da son görüşüm
şarap mahzenlerini gezdikten sonra oldu
flamenko yaptık karşılıklı, benim için ilkti
sen sanki hep dansediyormuşsun gibi geldi o gece.
sahi neden hiçbir şeyi ilk kez yapıyorsun gibi gelmiyor.
lyon 'da seni buluncaya dek neler yaptığını hiç anlatmadın.
ilkinde bir gemi güvertesinde kaçak gelmiştim lyon 'a,
oniki eylül sonrasıydı, şartlı salıvermişlerdi nasılsa,
pasaportta bir sorun çıkmamıştı, ama bıçak sırtı bir kaçıştı.
umutsuz değildim ama yorgundum ve beş parasızdım,
şu fransızlar da hiç ingilizce konuşmuyordu üstelik.
bu kez uçakla gelmiştim kaçak da değildim,
en azından herkes kadar kaçaktım yaşamdan.
bir toplantı için gelmiştim, fransızlar ingilizceyi öğrenmişti.
çok sevinmiştim seni karşımda bulduğuma
sen olmasan inan ne tekrar çekebilirdim bu şehri,
ne de o şatonun mahzeninin tadına bakabilirdim.
yıllandıkça güzelleşen sadece şarap değildi o gece.
yıllar sonra sorabildim sana milwaukee 'de
göl kıyısında donmuş dalgalar üstünde çocuklar gibi oynarken
benimle mutlu musun diye, hiç cevap vermedin.
noel hazırlığındaki evlerin bahçelerini gezmiştik
aralık sonu geliyordu, hava soğuktu ve sen üşüyordun
sahi neden sen hep çok üşürdün bilmiyorum,
ısıtamamıştı ayaklarını lyon 'daki şatonun koca şöminesi
neden sonra chicago 'da bir barda sahneden indiğinde
yanıma oturdun ve senden sonra sahnedekini dinlerken
iki blues arası kulağıma fısıldadın
bu beni sevdiğini ilk söylemendi, asırlar sonra ilk defa
bir de blues söylediğini öğrendim o gece
aslında ben pek blues sevmem, yani birkaç parçadan fazlasını
chicago 'daki barda kaç saat blues dinledim bilmiyorum
her iki blues arası kulağıma tekrar fısıldamanı bekledim
ama sen bir daha söylemedin, o geceden sonra kaç yıl geçti
sanırım millenium 'da, bu kez dinlediğimiz blues olmasın.
bazen karıştırıyorum ama, casablanca 'ya hiç gitmedik değil mi
ya da bensiz gitmiş olabilir misin bilmiyorum.
sen olmasan, inan sen olmasan;
ne bu güneş batabilirdi ufukta,
ne de doğmaya güç bulabilirdi yeniden.
seni görür gibi oldum bir an ama yanına gelemedim,
kosova 'da yaralıları geziyorduk çadırlarda.
neden sonra aradım çamurlu yollarda, gitmiştin sanırım.
hissettiklerim biraz karışıktı o gün
halide edib 'in ateşten gömleği ile
filmin sonundaki dr. jivago arası bir yerlerdeydim;
hani yıllar sonra bir dokunma yakınlığındayken
süzülüp kayboluş parmakların arasından.
yağmur yağıyordu ve ben seni çok seviyordum,
bu da benim ilk itirafımdı asırlar sonra
yağmur yağıyordu çadırların üstüne ve ben ağlamıyordum.
bir kez daha yıllar önce görüp te gelememiştim yanına
bir miting alanındaydık, hakan 'ı vurmuşlardı
maltepe camii yokuşunda gözgöze geldik
henüz devrime aşk karışmamıştı bakirdi.
gelemezdim, hoş karşılanmazdı, o kadar.
gerçeği geç de olsa anladı bizim kuşak, nice sonra.
biz devrimi çok sevmiştik ama sevmeyi unutmuştuk
sonraları aşk karıştı ama ortada devrim kalmamıştı.
tekrar görüştük mü o ara bilemiyorum,
uzun bir süre yoktun gibi geldi.
son görüşmemiz körfez depreminden hemen sonraydı
yardım toplamıştık birbirimizden habersiz,
istinye limanından yollamak için bekliyorduk.
çadırları battaniyeleri içeren yüke el attığımda hissettim elini,
aylardan ağustostu ve sen yine üşüyordun.
akşam karanlığında baktım yüzüne, hiç değişmemiştin;
kahretsin, ne kadar güzeldin.
yıllandıkça güzelleşen sadece şarap değildi biliyordum.
yalnız mıydın yoksa biri mi vardı yanında
tanıyamadın gibi geldi beni, öyle bir baktın.
çok mu değişmiştim son görüştüğümüzden bu yana,
ben de çok isterdim tanımazlıktan gelmeyi ama yapamadım
birine benzetmiş de yanılmış gibi yapabildim ancak.
ağustos sonuydu, yağmur da yağmıyordu
ama ben çok üşüyordum, ilk kez üşüyordum.
herhalde son görüşmemizdi.
güneş batmıştı o gece seni gördüğümde,
yeniden doğmaya güç bulabilecek miydi bilmiyordum.
Kayıt Tarihi : 18.8.2001 16:16:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!