Üstad Bekir Sıtkı Erdoğan’a
Soran seyrek, şu derdimi, halin nedir vaktin nedir?
Selam gelir yarım yamak, yoksa lügât lâl mı nedir?
Sükût, dilin bülbül gibi, mahsus mu dur, maksat nedir.
Haber gelir seyrek seyrek, küskün müsün yoksa nedir.
Karıncalar, karar ile bir yuvaya rızık çeker
Tohum diye tane tane bağban ki, bir tahmin eker.
Madem ki bir soy evladı, kesin kesin kana çeker.
Bak! Mizacım “mızmız” oldu. Petek eski bal mı nedir.
Hele bak şu tecelliye, mutlak günüm hasret gider.
Zaten, dilim ucundadır. Sen azıcık bahset yeter.
Lale, boynu bükük bükük gün*güneşten himmet ister.
Bilmez misin? Ey sevgili! Yazık nerde, günah nedir.
Her kafadan bir ses gelir, bu dünyanın manzumesi,
Sana gönlüm kafes oldu. Artık ister bülbül sesi.
Bize, yakın-bigâneler çok soracak, kimin nesi.
Delik deşik, sinem benim, bilmez misin te’sir nedir….
Kayıt Tarihi : 6.7.2007 21:20:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
[email protected]
GÜL EKELİM YÜREKLERE
(Bir Vazoda İki Buket Gül)
Geçen gün 32 sene görev yaptığım daha doğrusu 32 yıl emek verdiğim ve 1998 yılında emekliye ayrıldığım Adliye Sarayı’na gittim. 25 sene Adalet Komisyonu Yazı İşleri Müdürlüğünü (Personel Müdürlüğü) yaptığım bu kurum sanki bana yabancıydı. Personelin büyük bir çoğunluğunu tanımıyordum.
İçimde bir burukluk vardı. Kendimi buranın yabancısı hissediyordum. Oysa bu kurumda ne kadar can ciğer dostlarım, ne kadar da unutulması mümkün olmayan anılarım vardı. Bir lokma ekmeğimizi, neş’emizi, kederimizi bölüştüğümüz canlarım vardı. Onların hepsi birer birer gitmişti. Ya dünyalarını değiştirmiş ya kurumlarını değiştirmişlerdi. Ya da torun torba sahibi olmuş garibanlar parkına yerleşmişlerdi. Bu duygular içerisinde hatırıma ilk gelen bir dosta yöneldim. Bu dost 1980’li yıllardan beri tanıdığım Şair ve Yazar kardeşim İcra Müdürü İlhami Bulut’tu. İlhami Bulut’la bir taraftan çaylarımızı yudumlarken bir taraftan da uzun uzun maziyi andık. Gidenleri rahmetle anarken onların acılarını yeniden hisseder hale geldik.
Serde şairlik olunca şiire yöneldik. İlhami Bulut çekmecesinden bir kitap çıkardı, imzaladı ve bendenize armağan etti. O akşam bu kitabı tabiri caizse adeta yudumladım. Satır satır okudum. O kadar değerli şairler ve o kadar güzel şiirler vardı ki hayranlığımı gizleyemedim. Bu kitabın adı “Gül Ekelim Yüreklere” idi. Bende bu günkü yazıma bu başlığı layık gördüm ama gördüğüm lüzum üzerine (Bir vazoda iki buket gül) ilavesini de yapmadan geçemedim. Çünkü bu kitapta iki değerli dostumun biri birinden güzel şiirleri vardı ki bu şiirler vazoya konulmaya hazır iki buket gül gibi geldi bana. Bu iki şair dostlarımdan birisi İlhami Bulut diğeri, Aslan Baykara idi.
Sözü daha fazla uzatmadan ilk önce İlhami Bulut’un üç şiirini akabinde de Aslan Baykara kardeşimin üç şiirini gül eker gibi yüreklerimize ekelim.
ÇARE SENDE
Soran seyrek, şu derdimi, halin nedir vaktin nedir?
Selam gelir yarım yamak, yoksa lügat lâl mı nedir?
Sükût, dilin bülbül gibi, mahsus mu dur, maksat nedir.
Haber gelir seyrek seyrek, küskün müsün yoksa nedir.
Karıncalar, karar ile bir yuvaya rızık çeker
Tohum diye tane tane bağban ki, bir tahmin eker.
Mademki bir soy evladı, kesin kesin kana çeker.
Bak! Mizacım “mızmız” oldu. Petek eski bal mı nedir.
Hele bak şu tecelliye, mutlak günüm hasret gider.
Zaten, dilim ucundadır. Sen azıcık bahset yeter.
Lale, boynu bükük bükük gün*güneşten himmet ister.
Bilmez misin? Ey sevgili! Yazık nerde, günah nedir.
Her kafadan bir ses gelir, bu dünyanın manzumesi,
Sana gönlüm kafes oldu. Artık ister bülbül sesi.
Bize, yakın-bigâneler çok soracak, kimin nesi.
Delik deşik, sinem benim, bilmez misin tesir nedir…
DİYAR-I HARPUT
Dedem derdi ki oğul; HARPUT eski kaledir.
Taşı topraktan fazla, aslında yek paredir...
Kat kat olmuş kayalar, her katı ayrı çağdır,
Bir mihraptır kurulmuş. Dağ üstünde bir dağdır.
Güneşten evvel doğar minare âlem âlem;
Tarihe ilk besmele; çekmiş kudretli kalem.
Mayası sütten hâsıl, tarihe derc olmuştur.
Bin kavim bu kalede acep; nice olmuştur...
'Beyzade'ler medfundur, dönersin türbe türbe
Hâşâ! Ayandır ona, geri dönmez bir tövbe,
'Arap Baba' cam türbe, besmeleyle girersin;
Ayrılırsın gövdenden, başın alıp dönersin
Tarih kaplar kimliğin, meğer âdemoğlusun.
İlk görüşte sanırsın, doğuştan HARPUTLUSUN.
Sekiz köşe şapkalı; selam alır derinden,
'Buzluk' taki Temmuzun; farkı yok zemheriden
Subaşı duman olmuş; çökmüş Mastar dağına...
Dirilir 'Hazar Baba'. Yaslanır şakağına
Sert eser 'Kaya Başı'. Koca çınar el sallar.
Kuşak bağlar gardaşı... Gelin giderken ağlar...
Sarı yün didilerek, başlar; bizim tamzara.
Diz vurur halay başı, gakkoş atar nağara.
Elips döner çıralar, şamdanda yana yana
Seda kalır kubbede; nikâh kıyar Vatana
Göllü bağın bülbülü şimdi bir şiir oldu.
Hey gidi hey payitaht 'Eski bir şehir' oldu...
HARPUT göbek adım... Kimlikte Anadolu’yum
Hüviyetim ay-yıldız, ben de bir HARPUTLUYUM.
MARALIM
Geldin kondun dalıma; titredi tüm tellerim.
Gergin endam içinde ürkekçe bir haz oldu.
Yarıldım sol cenahtan, yana düştü ellerim;
Hüzzam çöktü yüzüme, gönlüm mest-i naz oldu.
Lale boynu ezelden, çiğdem senin derdin ne...
Bir ihtimal uğruna, böyle bükük durursun
Son papatya son yaprak? Şimdi kaldı elimde;
Böyle giderse sende yaprağından olursun
Hiç duydun mu bir askı; bir mutluluk getirmiş;
Öyle böyle en sonda, destan olur dillere
Âdem’den beri böyle, böyle de bitecekmiş.
Hayali sende; aslı çeker gider ellere.
Aşk yarası kapanmaz seker yerim tuz olur.
Bir mum gibi yanarım bir fanusun içinde...
Bazı ateş nöbeti; bazen donar buz olur.
Bir gözlerim ışıldar; beden ölü biçimde.
Her gönülde bir künye, benim künyem sende mi...
Takılırmış? En sonda son nefesi verene
Felek işin içinde, bütün günah bende mi...
Kilitlendi aşkımız kaldı senin dönmene...
Buğday tenlim, ilk aşım; sen yoksun ben yoksulum...
Bak: son mevsim bitmekte, çilemize girelim
Kalpsizlere sarılmış taştaki bir yosunum
Senle bir şiir olup; dize dize dönelim.
Döndürelim Maralim? Bu dizeleri bir bir...
Gel de çöz kemendimi ah Maralım Maralım
Naaş olsun ömrümüz; bu aşk sonsuza dair.
Tam bu saat bu anda nüks etti yaralarım.
İnceden dokundu incecik gamzen;
Yan yan tavırların düştü uzağa,
İçe döndü bakış; titredi beden
Narçiçeği olup kondu yanağa.
Şiir yoktu henüz, yoktu ozanlar.
Masmavi dumandık o ilk zamanlar
Somutlaştı bir bir aşkla yananlar,
Sen mecram oldun ben döndüm ırmağa.
O gün bu gün döndüm her gün aşığım.
Seni sevmek sevap: sensin azığım...
Sen söktün ömrümü, yolundu saçım
Ağardıkça tel tel indi şakağa
Bu; hicran kapısı hep açık kalmış,
Aşk aşk dedikleri zehirli balmış,
Kimi olmuş abad; kimi de yanmış
Nasibim zehirmiş, düştüm yatağa
İnce ince seker gider maralım
İhtimal odur ki döner maralım
İki damla yaşı döker maralım
O zaman İlhami girer toprağa.
ASLAN BAYKARA’DAN
NEÇARE
Dökülmüş yaprağım kurumuş dalım
Açmıyor gülşende güller ne çare
Şimdi ağu olmuş yediğim balım
Gecem naçar günüm zifir ne çare
Bu can sende tutsak ten bende değil
Sel bu gözyaşlarım göz bende değil
Yürürüm avare yol bende değil
Bilmez canan görse artık ne çare
Kahır köprüsünden geçtim geçeli
Yârin testisinden içtim içeli
Bu Üryan yüreğim seni seveli
Kapı belli değil kilit ne çare
Selamın kesildi namen gelmiyor
Virane yüreğim artık dinmiyor
Anlatsam da kimse halim bilmiyor
O yar halim bilmez sorsa ne çare
Beklerim gelmiyor kıştan baharım
Ömrüm Feryat figan bitmiyor zarım
Derman olsa Lokman hekim ararım
Yazım Kışa dönmüş bahar ne çare
Ne dediysem sözüm geçmedi gülüm
Dünyada nurumdun gözümde ferim
Çok dualar ettim Rahmandır Rahim
Gönül dostsuz olmaz bilsem ne çare
Baykara’yım nasıl anlatsam seni
Hiç bir bağban artık eylemez beni
Saramadım gül teninde bedeni
Ölürsem gurbette sıla ne çare
NELERDEN VAZ GEÇTİM
Ne kayalar deldim ne yollar aştım
Ummanları geçtim gölde ne var ki
Sarayları yaktım köşkler devirdim
Nelerden vazgeçtim sende ne var ki
Ayın şavkı bile sönük kalırdı
Gülüşünde gamzelerin delerdi
Hele can dedikçe canım çıkardı
Ben ondan vazgeçtim sende ne var ki
Gülşen de gülümdü ben ona gonca
Işıksızdım yüzünü görmeyince
Irmak donardı sesin duymayınca
Mevsimden vazgeçtim sende ne var ki
Ulaşılmaz yolken hana döndürdü
Yaz bahar görmeden güze döndürdü
Ömrüm diğer yarısında bitirdi
Yaşamdan vazgeçtim sende ne var ki
Baykara’ yım kilit vurdum sözüme
Alev saldın ciğerime özüme
Hüzün tohumunu ektin yüzüme
Gülmeden vazgeçtim sende ne var ki
SEBEBİ SENSİN
Dargınsam aynaya küskünsem güle
İnan hasretimin sebebi sensin
Volkanlar eridi yanardağ küle
Yanarken esmemin sebebi sensin
Bilmedim güneşin gölgelerini
Seller alıp gitmiş umutlarımı
Karabulut sarmış gecelerimi
Yumulmaz kirpiğim sebebi sensin
Kendime el oldum ele yabancı
İçimde büyürken bu zalim sancı
Sensiz geldim diyen bahar yalancı
Hazan mevsimimin sebebi sensin
Dilim susar gözüm görmez âlemi
Kimseler bilemez sefil halimi
Bin kere düşünsem vursam kendimi
Gölgemi asmamın sebebi sensin.
***
İşte her iki dostumda bu güzelim şiirleriyle güller ektiler yüreğimize. Şiire doyduk. Kendilerine teşekkür ediyor ve böylesine güzel bir esere imza attıklarından kendilerini kutluyorum.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 01 Ekim 2010 Elazığ Nurhak Gazetesi
Daracık bir evrende yaşıyoruz...
Bunun ayırdına bir başına kaldığımızı sandığımız an daa çok duyumsuyoruz..
Şiiriniz nesnel yaklaşımlarla doluydu.
Çoğu kez ben de o ortamda olduğumun ayırdında olurum.
Kutlarım Dost...
TÜM YORUMLAR (15)