Çapkın (öykü) Şiiri - Seyit Burhaneddin ...

Seyit Burhaneddin Kekeç
1565

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Çapkın (öykü)

Kerata hovardanın tekiydi. Bir kızı gözüne kestirdi mi ne eder eder tavlardı. Kız tavlama sanatı isimli bir kitap yazmayı bile düşünüyordu. Ta ki başına aşağıda anlatacağım olay gelene kadar.

Bizimkisi Mc Donalds’da hamburgerine yumulmuş mideyi doldurmaya çalışırken arada bir de kolasını yudumluyordu. Bunları yaparken de gözü her zaman ki gibi çevrede güzel bir kız var mı diye aranıyordu. O sırada kapıdan bir genç bayan girer. Yaşı 20 desen çok, 18 desen az, yaptığı makyajla kendisini daha da güzel gösteren, üzerinde pembe bir T-şört altında beyaz bir etek ama öyle bir etek ki beli incecik ama etek aşağıya doru indikçe bollaşıyor. Ayaklarında ise yüksek ama ince ökçeli pembe bir ayakkabı giymiş. Öyle bir yürüyüşü varmış ki bizimkinin tabiriyle, o yürürken çevredeki erkeklerin güm güm eden kalp atışları salonda yankılanır olmuş ya da bizimkisine öyle gelmiş imiş. Hiç kimse gözlerini ondan ayıramıyor hatta bazı bayanlar eşlerini çimdikliyor bazıları ise “Ben bunun hesabını evde sorarım” dercesine tehditvari baş sallıyorlarmış.

Tabii bizim Don Juan’in gözünden de kaçacak değil ya. Tam hamburgerini ısıracak, hamburger ağzında ısırdı ısıracak ama ağzı açık donup kalakalmış. Bir süre öyle sanki tren seyrediyormuş gibi bakan Don Juan nasıl olduysa kendine gelmiş. Kendine gelir gelmez de yemek tabağını aldığı gibi soluğu bayanın masasında almış.

Önce genç bayana arkadan yaklaşarak parmaklarıyla genç bayanın omuzlarına dokunur. Genç bayan gayri ihtiyari döner bakar.

- Ama bunlar bizim kollarımız gibi etten ve kemikten, oysa ben bunları bir meleğin kanatları sanmıştım.

Genç bayan oralı bile olmaz önüne döner. Ama bizimkisi ısrarcıdır.

- Şey özür dilerim sizden bir ricada bulunabilir miyim?

- Buyurun ne istemiştiniz?

- Şey sizden bir imzalı fotoğrafınızı isteyecektim, ama siz o değilsiniz ki... Aman tanrım ne kadar da size benziyor ama o sizin güzelliğinizin yanında karanlığa mahkum bir gece gibi kalır. Sizse gündüz kainatı aydınlatan güneş, geceyse bütün dünyaya ayrı bir güzellik katan mehtap gibisiniz.

- Komplimanlarınızdan vıcık vıcık yağ damlıyor. Dikkat edin üzerine basmayın maazallah ayağınız kayar düşersiniz bir yerinize bir şey olur sonra.
Demeye fırsat kalmadan bizimkisi masaya oturmuştur bile…

- Özür dilerim ama bir arkadaşımı bekliyorum, müsaade ederseniz yalnız oturmak istiyorum.

Bizimkisi hiç oralı bile değildir.

-Özür dilerim ama şu güneş gözlünüzü yanınızda bulunduğum süre içerisinde ödünç olarak kullanabilir miyim?

Kızcağız biraz sinir birazda şaşkınlıkla
- Ama neden…?

- O kadar güzelsiniz ki güzelliğiniz gözümü alıyor, en azından gözlerim sağlam kalsın…

Kızcağız başını, sinirden gülerek masaya doru eğer. Sonra o uzun saçlarını hızla geriye doğru atarak doğrulur.
- Bakın ama siz çok oluyorsunuz…

Diyecekken bizimkisi başlar yalancıktan ağlamaya.

- Ne oldu yine, neden ağlıyorsunuz?

Bizimkisi,
- İlk görüşte aşka inanır mısınız?

- Hayır!

- O zaman ben gidip tekrar geleyim…

- Ama siz gerçekten çok oldunuz..!

-Bir şey daha soracaktım.

-Sormadan defolup gitseniz nasıl olur..?

- Bir yer var ama ben oraya giden yolu o kadar aramama rağmen bulamadım, siz biliyor musunuz?

- Neresiymiş orası?

- Kalbinize giden yolu tarif eder misiniz?

Kızcağızın sinirleri bozulmuştur ve sinirden gülmeye baslar. Bizimkisi kalkar ve iki kahveyle geri döner.

- Özür dilerim biraz kabalık ettim ama o kadar güzelsiniz ki… Dayak yemeyi bile göze alarak yanınıza geldim. Benim adım Can.

Kızcağız başından savamayacağını anlamıştır. Delikanlının karşısına oturmasına sessiz kalır.

- Siz de isminizi bahşetme lutfunda bulunur musunuz?

- Pekala, benim adım Dilara.

- Ooooo ne kadar güzel bir isim, gönül süsleyen anlamında. Ama siz güzelliğinizle bulunduğunuz her mekanı zaten süslüyorsunuz.

Bayan kahkahalarla gülmeye başlar. Ama bizimkisi sözlerine devam eder.

- Biliyor musunuz benim böyle sağlıklı göründüğüme aldanmayın. Aslında daha geçen gün hastaneden çıktım. Ancak yeni ayağa kalkabiliyorum.

- Öyle mi, ne günahım vardı ki Azrail kendi işini bana havale etmiş.

Bizimkisi duymazdan gelir devam eder.

- Geçen hafta yolda yürürken birden fenalaştım. Allah’tan yanımda bir arkadaşım vardı. Hemen beni hastaneye götürmüş. Beni acil serviste hemen yoğun bakıma almışlar. Gözlerimi açtım ki göğsümde bir sürü kablo, parmağımda nabzımı ölçmek için bir başka alet…

Ne oluyorum yahu yaksa ben ölüyor muyum diye etrafıma şaşkın şaşkın bakınırken arkadaşım,
- Merak etme geçti. Doktorlar iki saat sonra gidebileceğimizi söylediler ama önce eczaneden şu ilaçları almam gerekiyormuş. Ben hemen gidip dönmeye çalışırım. Sen rahatına bak.

- Sa ğol, sana da zahmet verdim…

Arkadaşım göz kırparak,
- Ne zahmeti ya eziyet ettin eziyet…

Diye gülerek gitti. Hemen döneceğini sandığım arkadaşım 3 saat geçmesine rağmen dönmeyince başına bir kaza mı geldi diye bende meraklanmaya başladım. Aradan 1 saat daha geçtikten sonra benim arkadaş geldi.

- Ya aslanım seninki de amma ilaçmış ha, bütün şehirde uğramadığım eczane kalmadı desem yeridir ama hiçbir eczanede doktorun yazdığı ilacı bulamadım. Senin anlayacağın ilaç milaç yok.

- Nasıl olmaz ya, yani şimdi ben taburcu olamayacak mıyım?

- Bilmiyorum, doktor da mübarek bir yazı yazmış bir türlü okuyamıyorum. Eczacılar nasıl okuyorlar ben de şaşırıyorum. Sanki eczacılar ilaç satmak için değil de sadece doktorların el yazılarını okuyup tercüme etmek için kurulmuş tercüme büroları…

- Ya ver bakayım şu reçeteyi, merak ettim ne yazıyor?

- Al oku, çözebilirsen bana da söyle. Çünkü bütün eczacıların kimisi yüzüme güldü, kimisi de kızarak dükkandan kovdu. Ben de merak ettim nasıl bir ilaçmış bu?

-Reçeteyi elime aldım, alır almaz ilacı bir ömür boyu almam gerektiğini okuyunca durumumun çok ciddi olduğunu anladım ve çok üzüldüm. Ama ilacın adını okuyunca adeta sevinçten havalara uçtum…

Genç bayan,
-Şimdi ben de merak ettim, ne yazıyordu reçetede, bir ömür boyu kullanmanız gereken ilaç da neymiş?

- Ama inanmazsınız ki...!

- Aaaa niye inanmayım ki canım…

- Söylim mi, söylim mi...?

-Merakta bırakmayın insanı, söylesenize!

- Dilara…

- Efendim,

- Doktorun reçeteye yazdığı ilacın adı Dilara…!

-…! ? ? ?

- Ne o şaşırdınız mı?

- Kafa mı buluyorsun sen benimle?

- Niye kafa bulayım, sizi gördüğüm andan beri elektriğe tutulmuş gibiyim. Bakın kalbim güm güm atıp duruyor. Sizinle bir ömür geçirmeye razıyım. Alın bu can uğrunuza feda olsun!

- Sen ciddi misin?

- Evet gayet ciddiyim.

- Yooo ben o kadar süre kimseye katlanamam. Ama istiyorsan seninle 2 saat beraber olurum bu da sana 1000 euroya mâl olur.

- …? ! ? Ne, nasıl yani…?

- Söyledim ya 2 saati 1000 euro. Ne oldu niye sustun?

- Şey, şey ben sandım ki…

- Ne sandın, her kadın kolay kafeslenebilecek bir kuş mu? Benim yerimde senin kız kardeşin olsa ve bir başkası ona aynı şeyi yapsa sen ne yapardın? Aslan kesilir, namus bekçiliği taslardın değil mi? Ama aynı şeyi sen bir başkasına rahatça yapma hakkını kendinde görebiliyorsun değil mi? Çabuk kalk git benim tepemi daha fazla attırma. Seni aleme ibret olsun diye senin gibi bir eşek sudan gelinceye kadar döverim. Unutmadan şunu da söyleyeyim ben hayat kadını filan da değilim. Sen beni işlettin ya benimkisi de sana cevabı oldu. Ha bir şey daha, her kadın ya da genç kız önce ya annedir ya da anne adayıdır. Sen kendi annene kendi kız kardeşine yapılmasını istemediğini başkasına yapma!

Bizim Don Juan avlanmaya çıkan aslanın avcılara yakalanması misali fena avlanmıştır. Söyleyecek bir tek kelime söz bulamaz. Şaşkınlık ve utancın verdiği kızgınlık içerisinde kapıya yönelir. Arkasına bile bakmadan kapıdan kaybolur….

© Seyyid Burhaneddin Kekeç
Not: Hollanda Türk Yazarlar Birliğinin açmış olduğu öykü yarışmasında üçüncülük ödülüne layık görülmüştür.

Seyit Burhaneddin Kekeç
Kayıt Tarihi : 1.2.2010 17:44:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Seyit Burhaneddin Kekeç