Bir gazeli terkettim sırf senin için,
Tanrı-tanımazı da tanır mı Tanrı?
Öyle İstanbul’um ki sorma o günden beri
Saçlarım kumral Bizans; dudağım Bâbil.
Duy beni; çınlıyorum, başla bir yerden:
Sırtımdan sırtına hergün bir tren kalkar,
Serçe uçar,
ceylan ürker;
hışırdar çimen.
Bir kartalın oturduğu bin yıllık kuluçkada,
Gitmek; nereye olursa.
Her nasılsa mümkünmüş gibi.
Tek hamlede atlamak,bir kıtadan diğerine.
“Dünyanın sonu değil ya! ”
Yarım dakika sürmedi oysa dünyanın sonunu bulmak:
Sonuydu.
“Nathanael, daha hiçkimsenin vermediği
bir sevinç vermek isterdim sana.”
Birer çay içelim ‘şimdi’
Yakamıza devrilmiş saraylar orada kalsın
Hayat kısaymış; öyle diyorlar,
Uzun-uzadıya susmamak lazım.
Daha buzlu bademi anlatacaktım oysa,
Düzeltip yakanı gitmen gerekti.
Ardından salladığım o eller var ya,
Sende kalsın,bundan böyle yakanda:
Nathanael; daha hiçkimsenin vermediği
Bir acı verdin bana.
Andre Gide/ Les nourritures Terrestres’den
Gözlerin nasıl da Ermeni, kara ve meyus,
kırpsam kirpiklerimi kapanacaklar;
açsam, kaşımın ortasından çiviler beni.
Omurgama eklenmiş, bir Paul Celan dizesi-
fazlasıyla hermetik: belimi büküyor bu,
Lut Gölü’ne sarkıtılmış tuzdan bir balık,
gibi ebedi ve o kadar gayrı meşru.
Seninle aramızda işte, kapkara bir el susuzluk.
Elmadan yükselen Allah kokusu.
Onca sözcük arasından seçilmiştir elveda:
Benim ipimle inilmezdi kuyuya,
sırtımdaki ırmakta at değiştirmek.
Kıyar mıydın demiştin ya; - kıyardım evet
Ahlak sızım, Allah sızım olsa da.
Kapanmaz bir mübadele aramızda merhamet.
Arayanlar bulacaksa, bulanlar neyi arıyor?
Zamanla geçecekmiş: Eğer zaman çekildiyse kabuğuna
içinden çıktığım kıtlıktır geçmiş,
yakama yapıştığı müddetçe geçmemiş geçmiş:
Bu yüzden hafıza denen aşufte,
bu yüzden ki işte her limanda sallanan ütüsüz mendil
Anılar mı?
nedir ki; terbiyesizce bir mantık hatası,
yürümeyen bir teker, gıcırdayan ve çamurlu.
Çok karınca yuvası talan ettim,
senin kambur dediğin,
taşıdığım bir çuval buğday ki
sapla saman karışık,mundar ganimet.
Ama açlığa iyi gelen.
“Ufuk” diyorlar; gözlerimle yalıyorum bütün kıyıyı
Böyle yalan görmedim; şu tepenin ardı yok.
Farazi ekvator, uyduruk dönenceler
gibi zürriyetsiz bir ihtimal yalnızca.
Düştüğün yerde gül bitti, bastım, ezdim bir güzel.
Rayihalar saçıyorsun; bucak bucak kaçıyorum,
kıtalar bir teferruat yaslı güneş lekesi,
atlas; dalına yılan dolanmış asmadan çardak.
Görmüyor musun?
Mekan: farz-ı muhal
Mekan sızım.
Zaman: dilsiz uşak
Kıpırtı sızım.
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor” yazı
Harf cesetleri,
Anlam sızım.
Bir suretten ibaretim: Asıl sızım.
Biz seninle biz;
Yürüdük taze kar üzerinde,
Bulamadılar ardımızda bir tek-iz.
Yedik birbirimizi;
Ziyafetimiz
Şölenimiz,
Hayatı kurtarmışlar sokaktan Behram,
Şimdi Londra’da bir müzede
Emniyetteymiş.
Brithisme-kakışma da olmuyormuş üstelik
Bilet ateş pahası;
Pabuç eski
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!