Türk tarihinin, hatta dünya tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden Çanakkale Zaferinin, maddi ve manevi güçlerin bir araya gelmesi ile kazanıldığını artık herkes biliyor.
Bu konuda ne zaman bir makale yazılsa, bir sohbet yapılsa veya bir eser ortaya konsa, Doğan gurubuna ait gazete ve televizyonlarda hemen aksi görüşü savunan yazı ve proğramlar yayına giriyor ve 'hurafecilik' suçlamaları ayyuka çıkıyor.
Kısa süre önce Ümraniye Belediyesince hazırlanan, tarih otoritelerince de gözden geçirilen ve Çanakkale Savaşlarını konu alan bir çizgi film, önceleri takdir ve teşvik görmüşken, sanki yeni keşfedilmiş gibi içinde hurafe dolu olduğu şeklinde ithamlarla bu güzel hizmet, anılan gurubun yayın organlarınca karalanmaya çalışılmıştır.
Halbuki Allah'ın yardımlarını ve duanın etkilerini inkar eden, bunların hurafe olduğunu savunan bu medya gurubu, daha önce Çanakkale Savaşlarına ait kitaplar yayımlamış, bunları gazetelerinin yanında promosyon olarak da vermişlerdi.
İşte asıl bu kitaplara baktığımızda manevi güçlerin bu zaferde ne büyük bir payı olduğunu anlıyoruz... Acaba bu kitapları yayımlayanlar hiç okumadan mı yayımladılar? . Veya okudular da anlayamadılar mı? Yahut ta okudular, anladılar ama inkar mı ediyorlar?
Gelin bu kitapalardan bir tanesini birazcık karıştıralım:
'Gelibolu Günlüğü, General Ian Hamilton, Hürriyet Yayınları, 1972- Toplam:300 sahife'
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...