Çanakkale Çağları Aşan Bir Destandır

Serdar Özmilli
71

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Çanakkale Çağları Aşan Bir Destandır

İlk olarak, yalın ve mekanik bir ses tonuyla damdan düşercesine şu sözler işitilir:

“Çanakkale, Atatürk’ün de bir nişanıdır.”

Çanakkale, çağlar boyu destanların özüdür.
Çanakkale, yeni Türkiye’mizin önsözüdür. Fazıl Hüsnü Dağlarca

Aranje edilmiş mehter motifleri de içeren, gariban ama cesur ve vakarlı vatanseverlerin duygularını yansıtan bir müzik ile gireriz.
Çok uzaklardan, yavaş yavaş yaklaşmakta olan silah sesleri, savaş sesleri duyulmaya başlar. Hemen ardından ve daha yakın plânda gece efektleri devreye girer.
Müzik epeyce geriye çekilirken daha duygusal, soft bir renge bürünür. Ve âdetâ sabâ makamına geçilir. Uzaklardan horoz sesleri gelir.
Körpecik bir ses, feryât edercesine sabah ezanını okumağa başlar. Aynı anda müzik tamamen kesilir. Buna mukabil savaş sesleri yaklaşmaktadır.
“Eşhedü enne Muhammeden rasulullah”ın ikinci söylenişi tam bitmişken çok yakın plânda bir tüfek, daha iyisi bir bomba patlar. Ezanı okuyan genç, son cümlenin sonundaki “Allah” kelimesini feryât şeklinde bir daha haykırır:
“-Allah! ”
Kadın sesiyle bir aksiseda gelir:
“-Yavrum! ”
Bu iki ses yankı yapıp ekolanarak erirken savaş efektleri iyice yaklaşmıştır. Aniden bastıran “Allah! Allah! Allah! Allah! .. Allahuekber! Allahuekber! ” haykırışları, kılıç seslerine, tüfek seslerine ve feryâtlara karışır. Sanki mahşer yeri... Son olarak mehterdeki hücum marşı (Hani surlara tırmanışı canlandırırken çalınan enstrümantal hareketli parça.) ortalığı kaplar, onun dışında hiçbir şey duyulmaz olur.
Gerilerden, değişik motiflerle müzik yeniden doğar ve konuşmacı başlar: Pes, davudî bir ses...

“-Ezan susmaz! Bu ezanlar susmaz! Bu bayrak inmez! Bu vatanı düşman çiğneyemez! Şehidim! Arslan şehidim! Körpe şehidim! Civan şehidim! ..”

Daha tiz, yumuşak, yakarırcasına, kendi kendine konuşurcasına...

Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Canı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

Daha sert, kararlı, emin bir sesle...

Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı;
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın!
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın! M.Akif Ersoy

“Evet. Yarındı, yarından da yakındı. Bedeli ödendiği takdirde güneş doğacak ve vaad edilen günler gelecekti. Şehit kanlarıyla ıslanmış; imanla, cesaretle, azim ve fedâkârlıkla kutsanmış topraklarda, bütün insanlığı ve insanlık tarihini aydınlatacak bir sabah olacaktı. Şair biliyordu. Nitekim öyle de olmadı mı?

Gerçeğe inanan, gerçek sabahın peşindedir. Karanlıktan nefret eder. Karanlıkta kalmaktan korkar. Karanlıkla savaşır. Onunla savaşmayı, yaratılışının nedeni ve gayesi bilir. Bu savaşta kullanılabilecek çok çeşitli enstrümanlar ve çok çeşitli yollar vardır. Ama bu yollardan birisi kesinlikle sabaha götürür yolcusunu: Allah rızası için canını ortaya koymak, şehit olmak.”

Aşağıdaki paragrafın ikinci cümlesinden sonra müzik olmamalı.

“Şehitlik, Allah ile kul arasında bir şeydir. Fakat millet hayatını da yakından ilgilendirir. Bir milletin fertleri şehit olmasını bilmişlerse, şehit olmaya hazır bir biçimde yaşıyorlarsa, o milletin tarihi onurlu, fertleri de aziz ve muhteremdir. Hazreti Hamza’dan I. Murat Han’a, Hazreti Hüseyin’den Ulubatlı Hasan’a yüzbinlerce, milyonlarca yıldız; Bedir’in, Malazgirt’in, Niğbolu’nun, Kosova’nın, Preveze’nin... ve özellikle de Çanakkale’nin yıldızları, tarih semasını aydınlatmakta; bayrağımızı bayrak, toprağımızı vatan yapmaktadırlar.”

Bu değerlendirmeyi alkışlarcasına bir müzik patlar.

Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır.
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır. A.Nihat Asya

“Türk milletinin bayrağı gerçekten bayrak, toprağı gerçekten vatandır. Hele Çanakkale’nin şehit kanlarıyla sulanmış toprağı...”

“-Çanakkale savaşları, hem gözlerimizi yaşartan hem de göğsümüzü kabartan bir destandır.”

“Çanakkale içinde vurdular beni...” türküsü, sözlü olarak gerilerden verilirken konuşmacı müziğin üstüne sürdürür konuşmasını:

Çökmüştü yurduma kara bulutlar;
Kirli, vahşî, fakat hak edilmemiş.
Üşüştü Boğaz’a koca zırhlılar;
Pervasız, belli ki hiç yenilmemiş.

Zulüm tütüyordu bacalarından,
Kapladı denizi iğrenç bir duman.
Öfke ve kin kustu çelik namlular,
Toprağa mermiler yağdı semadan.

Değişik ırklardan sayısız insan,
İnsan değildi bunlar, sanki sırtlan.
Sıkılmadı, her yandan saldırdılar.
Derelerden çağlayarak aktı kan.

Bu kaçıncı öfke, bu ne bitmez kin!
Yürekler nasırlı; ne insaf, ne din.
Şahittir hem güneş hem de yıldızlar,
Çanakkale’de can verdi kaç yüz bin.

Lekelendi evren, utandı zaman.
Razı olur mu hiç buna Yaratan?
Şahlandı milletim, kükredi arslan!
Tarihe yazıldı yeni bir destan!

İndi yardım için gökten melekler,
Cennet bahçesinden müjde verdiler.
Kahraman askerler, tertemiz gençler,
Yiğitçe savaştı, şehit düştüler.

Çanakkale destan oldu dillere.
Sonsuz bir güven doldu gönüllere.
Şehit kanlarıyla sulandı toprak;
Dikkatle bakın kırmızı güllere... R.Serdar Özmilli

Bir ağaç altında vuruldum
Gözlerimi kapattı iki yaprak
Beni bundan tanırsınız
Kan rengi güller verecek yattığım toprak. Emin Ülgener

Müzik değişir. Bu bölümde, kahraman askerlerimize reva görülen iğrenç muamele, yapılan zulüm anlatılıyor.

“Milletimin yazdığı destanları, özellikle de Çanakkale Destanı’nı, kırmızı güllerden, dağlardan, deryalardan, semalardan, yıldızlardan... bir de ozanlarımızın mısralarından okumak ve ders almak boynumuzun borcu olsa gerek.”

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
........
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tauna da zuldür bu rezil istilâ...
..........
Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakikat yüzsüz.
...........
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, bu iki mısra başka yerden taşındı
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. .........
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir, savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
............
Cesaretle, kahramanca karşı koyuyor, bir destan yazıyoruz... Daha erkekçe, askerce vakarlı nağmeler, aşağıdaki bölüm için uygun düşer sanıyorum.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman? M.Akif Ersoy

Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa;
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa;
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.
Düşer mi tek taşı sandın, harîm-i namusun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehid olsun... M.Akif Ersoy

Bu bir yolculuk değil şehit olma rıhleti,
Hayallerde hâlâ o gidişin mehâbeti...
Yürüdüler bir koya az ilerde son durak,
Ne tasa ne keder, her birisi şen şakrak...? ? ? ? ?

Bir kızıl kıyametti o gün, her dilde feryâd...
Gülle, bomba yağıyordu dört bir yana mu’tad.
Fakat yoktu gamdan, korkudan hiç eser,
Süslüyordu hülyaları hep bir şanlı zafer.? ? ? ? ?

Mermi bitmiş, top susmuş, O “Süngüm var! ” diyordu.
Her sıçrayışta bilmem kaç caniyi durdurdu.
Hamle hamle üstüne, hiç yılmadan koşturdu.
Kurtardı aziz canıyla bu mübarek yurdu.? ? ? ? ?

Yakarışa geçivermişti hepsi de birden,
İçini döküyordu Hakk’a herkes derinden...
Ve emindi Mehmetçik yarınki zaferinden.? ? ? ? ?

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar? M.Akif Ersoy

“Hürriyeti uğruna, vatanı uğruna kükremiş sel gibiydi Mehmetçik. Tek dişi kalmış canavarın karşısına imanla, cesaretle dikildi ve destanını yazdı. Ama bu arada yüzbinlerce çocuk babasız, yüzbinlerce kadın kocasız, yüzbinlerce nişanlı yârsız, yüzbinlerce ana ve baba oğulsuz kaldı. Onlar da ağıtlar yazdılar.”

Kırlardan gelen pastoral, yanık bir müzik... dilsiz kaval-obua düeti... Burayı bir çocuğa okutmak çok iyi olur.

Dertliyim ben içimden yanar özüm,
Yetimim hem gülmüyor benim yüzüm.
İçim yanar, yaş döküp ağlar gözüm.
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin?

Gezip dolaşıyor koyun ve kuzun,
Büyüdüler artık oğlun ve kızın.
Hep seni bekledik baharın, yazın.
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin?

Yollara baka baka biz yorulduk,
Bunca yıl gelmedin sana darıldık.
Daha görüşmeden neden ayrıldık?
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin?

Hasret koydun bizi baba yüzüne,
El ve ayağına, ayak tozuna.
Yolun belli değil, düşsem izine.
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin?

Annemi ağlattın, bizi ağlattın,
Diyar-ı gurbette sen nasıl yattın?
Mektubun gelmedi, nereye attın?
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin?

Babadan ayrılmak ne kadar zormuş,
Bu hasreti çekmek ateşten kormuş.
Babasız büyümek kaderimde varmış.
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin?

Ne gündüzüm gündüz ne gecem gece,
Senin hasretinle konuşur her hece.
Seni görebilsem bari ölünce.
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin?

Öldüğün bilinmez yasını tutsam,
Kabrin belli değil oraya gitsem.
“Gelmeyecek artık.” deyip seni unutsam...
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin?

Kızın Zeynep, dağı taşı dolaşır,
Oğlakların, kuzuların oynaşır.
Bizim ile olman ne güzel yaraşır.
Babacığım nerde kaldın, gelmedin,
Gözlerimden akan yaşı silmedin? Yetim Şükrü “Müzelik Kırık Kağnılar”dan

Ben bir koç yiğidi cenklere saldım
Nice rüyalara, düşlere daldım
Sen Çanakkale’de ben burda kaldım
Bu acı, kalbimi yardı eyvallah

Gazilik haberi beklerken yavrum
Şehitlik müjden geldi, eyvallah
Mektup yolunu gözlerken yavrum
Geldi, yüreğimi deldi, eyvallah

Yârin mi çağırdı, koşarak gittin
Şarkı söyleyerek, coşarak gittin
Dağları, denizleri aşarak gittin
Şehitlik sırrına erdin mi yahu?

Dağlar bulutlandı, bülbüller sustu
Avazın yükseldi, düşmanlar pustu
Ne çabuk arzuladın Cenâb-ı dostu
Sonunda rütbeni buldun mu yahu?

İsrafil surudur hücum borusu
Şehit olanların yoktur sorusu
Diri bekliyorduk işi doğrusu
Kopmuş güller gibi soldun mu yahu? Bektaşi Haşim Baba

Burada ney devreye girse... Ve tabii ki bir kadın sesiyle....

Oğlum Hasan, üç ay var ki mektubunu almadım,
Gece gündüz hayır duandan geri kalmadım.
Sen onbaşı olmuş idin Akşehir’e giderken,
“Çavuş oldum” diye yazdın, “tabur cenge girerken.”
Zafer için her cengine yedi hatim adadım;
Allah için, ocağımda sensin kolum kanadım.
Yaradanım sana nasip eder ise şehadet,
Odur kulluk Hakk’a, vatan millet için ne devlet!
İmam dedi, oralarda ulu, şanlı cenk olmuş;
Düşmanların siperleri, baştan başa leş dolmuş.
Derelerden, tepelerden seller gibi kan akmış,
Korkak düşman geri kaçmış, toplarını bırakmış.
Sen, o kanlı derelerden topladığın sünbülü,
Yolla, taksın, yavukluna; ziynet bulsun kakülü.
Geçen gece ben bu cengin rüyasını görmüştüm;
Sevincimden ağlayarak, hayır diye yormuştum.
Plevne’de yatan şehit baban eve gelmişti,
“Hasan gazi oldu.” diye bana müjde vermişti.
Sonra gördüm, sağ elinde yükselmişti bir bayrak,
Din hasmının kal’asına dikilmişti o sancak.
Sen düşünme, millet bize gözü gibi bakıyor,
Bolluk şükür, zad zahire her taraftan akıyor.
Eğer “Köyde ölen kalan var mı? ” diye sorarsan,
Konu komşu, eşi dostu hatırlayıp anarsan...
Muhtargilin Ahmet şehit olmuş, haber geldi dün.
Şenlik oldu, mevlid oldu, düğün oldu bütün gün.
Köy giyindi kuşandı, hep namazgâha gittiler;
O şehidin Rahmetullah duasını ettiler.
Yeri belli olmak için mezarını kazdılar,
Bir taş dikip, “Ahmet şehid oldu.” diye yazdılar.
Kurban kesip, Hatm-i Şerif indirildi hep ona;
Gönderildi onun gökte yatan şanlı ruhuna.
Sen bilirsin, yavuklusu kumral saçlı Emine,
Bir al bayrak asmış idi o gün kendi evine.
O güzel kız, yeşil örtü örtmüş idi başına, ..... Buradan itibaren müzik geriye çekilir...
Bir kurumla oturmuştu köyün dibek taşına.
Hıçkırmadı, ağlamadı, sandık onu bir melek,
Onun erlik ağacını söndürmüştü kör felek.
Sürme çekmiş, kına ile süslemişti elini.
Olmuş idi tel duvaklı, nurlu şehit gelini. ..... Burada müzik tamamen kesilir...
Dedi, “Ahmet beni artık ahirette beklesin.
Ben onunum, utanmasın beni Hakk’tan istesin.
Kaderim bu, şehit olmuş benim şanlı yiğidim;
Kız kalırım, varmam ere, ben de canlı şehidim. Manastırlı Hasip

“Fakat şehitlik’te öyle bir lezzet vardır ki, uğruna anadan da evlâttan da yârdan da geçilir. Her şehit, anasına şöyle seslenir:”

Yeniden uygun bir müzik başlar... değişik, yakışan bir ses... bir delikanlı sesi...

Eûzü besmele çektim çıkarken
Köye baktım şöyle yüksek bir yerden
Karargâha koştum üç gün de erken
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit, ordu gazi olacak. Boyabatlı Mustafa

Şühedânın yattığı toprağa düştüm,
Kucağından uçtumsa ağlama anam.
Allah için bu yolda ölümü seçtim,
Ocağından uçtumsa ağlama anam.

Şehitler ölmez, inan hep beraberiz.
Bir daha ölmek için dönmek isteriz.
Şehitlik makamında sizi bekleriz,
Sensizliğe koştumsa ağlama anam.

Bu makamla erdik mutlu sona,
Her nefsin arzusu kavuşmak ona,
Saadeti içiyoruz hep kana kana,
Ölmek için coştumsa ağlama anam.

Şehit anası oldun, gözyaşı neden?
İsyan etme sakın ha, bilir bilmeden!
Anlaşılmaz bu makam gelip görmeden,
Kurtuluşu seçtimse ağlama anam.

Buradaki hâlimi bir bilseydiniz,
Ağlamayı kesip hep gülerdiniz.
Şehit olmayı dünyaya yeğlerdiniz.
Hâlimi düşünüp de gül artık anam... Halis Karadeniz

Müzik değişir. Takdir, gıpta, minnet, şükran...

Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar.
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna yâ Rab ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.
.............
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe.” desem, sığmazsın.
...............
“Bu, taşındır.” Diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gökkubbeyi alsam da rida namıyla;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
...........
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber;
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber! M.Akif Ersoy

“Onlar görevlerini yaptılar. Ya biz? Biz de görevlerimizi yapıyor muyuz? Görevlerimizin neler olduğunu biliyor muyuz? Kişi ve toplum olarak vicdanımız rahat mı? Onlar bizden razılar mı? Ben kendi adıma onlara lâyık olmadığımı biliyor ve kendimden utanıyorum. Kabirlerine çiçek koymağa da onları anmağa da yüzüm yok.”

Hangi tarlayı sürmeye kalksam
Sabanıma takılan bu kemik
Bir pırıl pırıl ki güneşte
Alnımızdan ak

Göğe çıkar gibi düştüğüm yerlerdir
Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar
Haktın, vazifeydin, namus ve şeref
Mert kapılarında Varşova’nın

Bu dörtlükte müzik iyice kaybolmalı.
Bir yanda yaptıkların destanlar dolusu
Bir yanda sürüp gider nankörlüğümüz
Doğrusu yüzüm yok çiçek getirmeye
Dağ taş bellediğim mezarına Cahit Sıtkı Tarancı

Ey şimdi köyünden pek çok uzakta,
Ey şimdi bir yığın kara toprakta
Uyanmaz uykuya dalan yiğitler!
Şehitlik şanını alan yiğitler!

Yan yana dizilen mezarlarınız
Zemine semavî iftihar olmuş
Dünyaya kapanan nazarlarınız
Tanrı’nın mağfiret nuruyla dolmuş.

Ne alçak görünür şu fani hayat
Baktıkça samimi uzletinize
Bir anda coşarak ağlarım; heyhât!
Günahkâr gözyaşım lâyık mı size?

Hayır, sanmayın ki bu gözyaşlarım
Kirletmek istiyor merkadinizi
Ey benim kaybolan arkadaşlarım
Ben görmek isterim bir daha sizi.

Müzik iyice kaybolmalı.
Lânet gözlerimde duran gölgeye;
Ağlarım bu gölge silinsin diye.
Ah, o gölgedir ki hayata tapar;
Gözümüzün nurunu sizlere kapar;
Beni bir vefasız riyakâr yapar! Enis Behiç Koryürek

“Evet, gözlerini kırpmadan gittiler; gazi oldular, şehadet şerbetini içtiler. Bedeli ödediler. Onların kanlarıyla arındı toprak. Kanlarıyla arındı toplum. Kanlarıyla aydınlandı tarih. Kutsal bedeli ödeyip onurumuzu, haysiyetimizi yıldızlaştırdılar. İstiklâlimizi, ırzımızı, namusumuzu, malımızı, mülkümüzü güvence altına aldılar. Ve bize güzeller güzeli bir sabah hediye ederek gittiler. Bu, her şeyden daha kıymetli, bambaşka bir sabahtı.”

Şiire uygun, mistik bir müzik başlar ve aşağıdaki şiir okunur:

Bambaşka doğdu güneş bu sabah gönlüme.
Deniz, dalgalar, gökte martılar çok başka.
Ümit benzeri bir örtü gerin üstüme,
Düştüm bu sabah beni yücelten bir aşka.

Kovdu aydınlık, kara bulutlu geceyi.
Bir nur süzüldü, güller doldurdu bahçeyi.
Dertli bülbülün gerçekleşti de dileği,
Bambaşka doğdu güneş bu sabah bambaşka.

Kalksa önümden zamanın tozlu perdesi,
Büyür içimde mekânı aşma hevesi.
Arşa çıkarken yanık ezanın nefesi,
Bambaşka doğdu güneş bu sabah bambaşka.

Sarsın sonsuzluk bütün ruhumu isterim.
Onun sırrını zevkle okusun gözlerim.
Uzun süredir böyle bir sabah beklerim,
Bambaşka doğdu güneş bu sabah bambaşka. R.Serdar Özmilli

Müzik, pastoral bir kimliğe bürünür. Hava günlük güneşliktir, her taraftan mutluluk esintileri gelmektedir. Ezan, kaldığı yerden itibaren, fakat başka bir kişinin sesiyle tamamlanır. Ve ardından gür ve emin bir ses şu mısraları okur:

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet!
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl! M.Akif Ersoy

Final olarak, İstiklâl Marşı ezgisiyle çalınır ve okunur.

Şairini bulamadığım mısralarrrrr? ? ? ? ? ? !

Serdar Özmilli
Kayıt Tarihi : 17.3.2014 14:30:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bu çalışmayı, Çanakkale Şehitleriyle ilgili bir derneğin isteği üzerine yapmıştım. Cenk Kaynak Hoca da müzik alt yapısıyla ilgili bir deneme hazırlamıştı. O alt yapıyı kullanarak yaptığım seslendirmeyi kasete kaydettik ve fikir vermesi bakımından böyle müsvedde haliyle dernek yetkilisine verdik. Sonuç olumlu değildi. Beğenilmemiş, daha doğrusu onlar daha başka türlü bir çalışma istiyorlarmış. Daha sonra ben okulda öğrencilerimi çalıştırdım, hazırladım. Cenk Hoca’nın alt yapısı üzerine canlandırmayı kimi kız kimi erkek değişik değişik öğrencilere bölüm bölüm okuttum. Dekor, kostüm, ışık ve çeşitli sinevizyon görüntüleri de hazırlanarak sahnede dramatize edildi. Muhteşem oldu. Seyirciler, dakikalarca ayakta alkışladılar. Orada bana asistanlık yapan Mehmet Sağır Hoca da sonraki yıl tayin olduğu yeni okulunda aynı çalışmayı yapmış ve yine çok beğenilmiş. Arzu eden öğretmen arkadaşlar ve öğrenciler, bendenizden alıntı olduğunu belirterek kullanabilirler diye düşündüm ve burada arz ettim. Teknik açıdan burada arz etme imkânım olabilirse bizzat yapmış olduğum seslendirmeyi de örnek olması bakımından sunmak niyetindeyim. R.Serdar Özmilli

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Serdar Özmilli