Sanki bin yaşındayım, o kadar hatıram var.
Gözleri bilançolar, manzumeler, ilamlar,
Romanslar, sevgi talan mektuplar, makbuzlara
Sarılı gür saçlara dolu bir büyük masa,
Saklamaz daha çok sır üzüntülü kafamdan,
Bu bir ehram, bir mahzen, öylesine kocaman,
Fakirler çukurundan daha çok ölüleri,
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
iyi bir yorum da iyi bir şiir kadar zevkle okunuyor. Edebiyatin sadece olmadiginin iyi bir örnegi Doganer beyin yorumu.
kendisine tesekkür ederim.
saygilar,
Kulakları çınlasın bir Yozgatlı Hakkı vardı (Vorstudienlehrgang der Wiener Universitäten)Viyana üniversitesi yabancı öğrenciler Almanca hazırlık okulundan arkadaşım. Bir gün derste hoca ondan ‘’dürfen’’ modal verb’i ile cümle kurmasını istedi. O da ‘’Dürfte ich eine Sigarette trinken?’’ deyince hoca kahkahayla güldü. Efendim konu şuydu. Biz türkçemizde hem su veya benzeri sıvı bir şey için; hem de sigara, tütün, ot vesaire için ‘’içmek’’ sözcüğünü kullanırız. Almanlar ise su için ‘’trinken’’, sigara için ‘’rauchen’’ sözcüğünü kullanırlar. Bir gerçeklik var ki o da hiçbir dilin diğerini tam olarak karşılamadığıdır. Çünkü diller doğduğu coğrafyaya, yaşadığı ve geliştiği ortama ve iklime göre pek çok değişken koşulun etkisi ile meydana gelirler. Ve haliyle birbirinden yer ve durumuna göre az veya çok farklılıklar arz ederler
Mesela İngilizcede ‘’Cats and dogs rain’’ deyiminin karşılığı Türkçede ‘’Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor’’ dur. Siz bunu motamot ‘’gökten kedi köpek yağıyor’’ diye çevrince hem maksadı tam anlatamamış olursunuz, hem de komik olursunuz. Ya da Almancada ki ‘’Hunde beissen die Erste’’ deyimi ‘’ilk geleni it ısırır’’ demektir. Hâlbuki bizde ‘’hem erken kalkan yol alır’’ diye buna zıddı anlamlı bir atasözü vardır. Hem de buna denk düşen ya da yakın maksat anlatan ‘’Acele işe şeytan karışır’’ denilir.
Kuşkusuz Baudelaire hem yaşantısı, hem yapıtları ile mükemmel bir edebiyatçı ve şairdir. Yukarıdaki şiir de güzel bir şiirdir. Fakat şimdi burada yabancı bir şiiri ele alırken dilleri meydana getiren unsurları ve diller arasındaki farklılıkları bir de tercümenin gücünü ele almak gerekir.
Bir başka Fransız şair Mallarme’’şiir sözcükler dinidir.’’ der. Ve bir insanın anasından emiklerken, agucuk gugucuk derken öğrendiği dili bilme seviyesi ile sonradan öğrendiği dili bilme seviyesi arasında; o dilin ne kadar iyi eğitimini alırsa alsın, ne kadar vakıf olursa olsun kesinlikle fark vardır. Bir de şiir az sözle çok meram anlatma sanatı olduğu için iyi bir şair mümkün olduğu kadar az ve geniş anlamlı sözcükler kullanır. Bu şiirin roman hikâye vb. diğer edebi yazın şekillerine göre tercümesini çok zorlaştırır. Kişisel görüşüm diğer edebiyat ürünlerinde yazan kişinin seçtiği sözcüklerin birebir anlamlarına nazaran konu bütünlüğü içerisinde anlatılmak istenen daha önemlidir. Hâlbuki şiirde sözcüklerin birebir anlamları daha ön plana çıkmaktadır. Bir başka dile çevrildiğinde şiir eksilir, bırakın çeviriyi şairin yüreğinden kâğıda düştüğünde eksilir. Anlaşılmayan bir şey olduğunda ve jeton sonradan düştüğünde ‘’yok anasının dini ‘’ derler ya hani öyle bir durum oluyor bu çeviri şiirlerde. Şiirin kendi orijinal dili hakikaten anasının dini pardon dilidir.
Bu nedenle motamot çeviriden daha ziyade çeviri yapılan dile çok iyi hâkim şairlerin uyarlama yapmaları daha akla yatkın gelmiştir bana. İlaveten çeviri ya da uyarlama yapan kişi de mutlak surette şair olmalıdır. Memleketimizin yetiştirdiği en iyi birkaç şairinden biri olduğundan mıdır nedir Orhan Veli’ nin Baudelaire çevirileri daha hoşuma gitti söylemeden geçemeyeceğim.
Bir hususu daha belirtmekte fayda var o da yabancı şairlerin ve ediplerin mutlak surette okunması ve bilinmesi gerekliliğidir. Hele hele Fransız edebiyatına Fransız kalmamak lazım derim. Saygılarımla
Ne zaman ki seni unutsam canım sıkılır.
Kendimi alemde yapayalnız hissederim.
Ne zaman beni düşünürsen
Ne zaman seni düşünürsem
Ne derdim kalır ne de kederim.
Fikrederim,zikrederim,şükrederim.
'İNSAN, BİR YOLCUDUR, YOLCULUK İSE; RUHLAR ALEMİNDEN, ATOMLAR VE ELEMENTLER ALEMİNDEN, ANA RAHMİNDEN, ÇOCUKLUKTAN, GENÇLİKTEN, İTİYARLIKTAN, DÜNYADAN, KABİRDEN, BERZAHTAN, MİZANDAN, MAHŞERDEN, SIRATTAN, EBEDÜ-L ABAD'A GİDEN UZUN BİR SEFER-İ İMTİHANDIR!'
Herkese hayırlı sınavlar.
'DÜNYA BİR MİSAFİRHANEDİR, İNSAN İSE ONDA AZ DURACAKTIR, VE VAZİFESİ ÇOK BİR MİSAFİRDİR, ŞU KISA HAYAT-I FANİYE DE, HAYAT-I EBEDİYEYİ KAZANMAKLA MÜKELLEFTİR!'
Herkese hayırlı akşamlar ve hayırlı çalışmalar.
Issız dağların karlı ağzında donmuş bir yolcudur Charles Baudelaire örtünmüş acılarını kayıyor derinlere....
seçki kuruluna teşekürler..
Ayın tiksindiği mezarlık... memnun oldum... ben de güneşin sakladığı mezarlık..
Sıkıntılarını dile getirmek ve onlardan kurtulmak yoludur şiir şair için. İçimiz dolarken derdimizi şiire söyleriz.
Bizim yerimize şiir ağlar, biz güleriz.
Şiirimiz kadar bizi duyan ve duyuran var mı?
Bu şiir de güzel duyurmuş şairin hislerini.
Orijinali daha güzel olmalı
Seçkiye teşekkürler
hoş ve ilginç imgelere imza atmış yıpranan hayatının son demini vurgularaken bir hayatın depdebden çaresizliğe gidişini. güzel şiir.
'HAYATIN ZEVKİNİ VE LEZZETİNİ İSTERSENİZ Kİ, İSTEMEK İNSANLIĞIN MUKTEZASIDIR. HAYATINIZI İMAN İLE HAYATLANDIRIRINIZ, VE FERAİZLE ZİNETLENDİRİNİZ VE GÜNAHLARDAN KAÇINMAKLA MUHAFAZA EDİNİZ!
BÜTÜN GÖNÜL DOSTLARINA HAYIRLI ÇALIŞMALAR.
Bu şiir ile ilgili 13 tane yorum bulunmakta