- Anımsamalar...Hayat, bildiğimiz hayat; hayatı bulandıran da durulayan da insanın kendisi değil mi? -
*
1968 ilkyaz, Erzurum...
Baharların kısa, karakışların uzunca hüküm sürdüğü yoksul ve yoksun bir coğrafyanın; yolsuz, susuz, ışıksız köyünden, Ankara gibi büyük bir kentin bin bir yüzlü bilinmezliğinde on çocuğuna ışık arayan bir baba…
İçi boş anlamsız şeylerin peşinden koşarken, kendine ve yakın çevresine bir şey katamamış... Yaradan’ ın altın tepsi içinde kendisine sunduğu olanakların anlamını, derinliğini kavrayamamış… Emeksizce elde ettiği ışığını karartmış; amaçsız, umarsız ve sorumsuz bir başka baba. Ankara, 1999…
Ne kadar ışığına gölge düşürülse de; ışığa özlemi, ışığın gücüne inancıyla, karanlıkta ışımaya ve ışıtmaya çalışmış… Mürekkep ve kâğıt kokusunu vazgeçilmezleri arasına katıp, her şartta sorumluluklarını bilmiş… Hayata aşkla bağlanırken, gücünü maneviyatındaki derinlikten almış… Yaşam alanını daraltan dar geçitlerde bir başına bırakılmış bir kadın, bir ana ve nihayetinde bir insan...
Yıllardır kendince okuryazarken, şiire olan tutkusunu üretken bir disipline dönüştürme amacıyla, teknoloji harikası internet ortamında antoloji denilen devasa şiir ve edebiyat portalıyla tanışır… Bu yolda görücüye çıkacak birikim ve deneyimden yoksun olarak, bir iki eski şiiriyle çoğul paylaşıma adımını atar. Böyle bir ortamda hiç bilmediği, duymadığı, tanımadığı bir dost sesiyle irkilir! O ses; “ sizden yeni şiirler bekliyoruz. Özellikle nesir yazılarınız akıcı ve zengin doğaçlamalarla bir çağlayana benziyor. Size inanıyor ve güveniyorum! Zira kumaşınız sağlam! ” Diyerek, o’ na ışığın yönünü gösterir.
Küçük çay, önündeki engel kaldırılınca dereye dönüşür, gürül gürül…
Fakat yaşamın kıskacı içinde kendince savaşan kadının minik ve narin kalbi küçücükten bir sinyal verip uyarır; “yavaş ol, yorma beni! ” Diye.
Apar topar Ankara’ ya gider kadın. Temiz çıkan tetkik ve tahlilleri ve -az da- Tanrı’ nın izniyle ucuz atlatır o kâbuslu günleri, derken...
İleti kutusuna tanımadığı, hiçbir şekilde yazışmadığı iki isimden ileti gelir. İletide; “rahatsızlığınızı ve Ankara da olduğunuzu duydum, geçmiş olsun! Lütfen, kapımız, yüreğimiz sonuna değin açık size! Çekinmeden girebilirsiniz o kapıdan! Yanınızdayım ve sizinleyim her an.” Diyerek sahiplenen, iki sıcacık dost sesi...
O an engel olamadığı iki damla yaş kıvrılarak, akar gözlerinden yorgun ve yalnız yüreğine.
2005, Ankara…
Yaşamın çarkları içine aldığı her bir şeyi öğütürken acımasızca;
Kadın öylesine inanır; elle tutulamayan ama gönül gözüyle görebildiği, yüreğinde kuvvetle duyabildiği o görünmez güce, yani Yaradan a!
Bu içtenlikle, çarkların arasında -özü bozmadan- öğütülerek öğütmeyi öğrenir. Yüzme bilmediği bu koca deryada, umulmadık anlarda karşısına çıkan dar geçitlerde -can simidi gibi- kollarından tutan dostları vardır; o’ na insan olmanın erdemini yaşatan dostları...
Gün gelir zorunlu bir göç yaşar kadın. Buna hayatın zoraki sürgünü de denilebilir. Hayat, bu zoraki sürgünleriyle var olan direncini örselerken, bir yandan da o direnci güçlendiriyordu belki de.
Yine böylesi zor anlardan birinde o dost sesi yankılanır ta uzaklardan buruk yüreğine; ” buradayım, yanında..Her zaman ki gibi, unutma! “ …
Kadın mahcup, şaşkın ve mutlu... O ses, telefonun tellerinden gerçeğe dönüşerek dostluğun gereğini lâyıkıyla yerine getirir, tereddütsüz...
Her şeyin üst üste geldiği müşkülpesent bir durumda, yorgun omuzlarına aldığı ve bir başına taşıdığı yükün ağırlığıyla iki büklüm çözüm ararken; bir yılan gibi kıvrılarak gecesine akan yalnızlık karşısında her zaman ki yaşam aşkıyla direnir, başı dik kadın...
Güneyin şirin bir beldesinde diyârı gurbet yaşarken; yine de arar durur yürek dehlizlerinde, dostun cana can katan sesini, nefesini…
Böylesi anlardan birinde, beklenmedik o dost sesi yankılanır, hayalle gerçeğin inanılmaz ufkunda; "can, seni merak ettim, geliyorum yanına; eşim, çocuklarım ve sürpriz bir dostla! "
Tarifi zor bir sevinç, coşku ve şaşkınlık sarar ruhunu. Işıl ışıl ışıldar fakirhanesi dostun sımsıcak yüreğiyle. Zaman nasıl akıp gitmiştir, ayırtında değildir...
Oysa Alanya’ da üşürken Temmuz… İçinde ki görünmez yangını söndürmeye çalışırken, kadın; dostun serin meltemiyle kucaklar Toroslar’ı. Ve bir kez daha anlar; o’na ışığı gösterenin -hiç sönmeksizin- her karanlıkta aydınlatmaya devam ettiğini...
O sönmeyen ışığın fitilini yakan babasıydı; fikrinin, zikrinin, ekmeğinin harcında ki babası…
Işığına düşürülen her gölgede daha da ışınlanan kadın, bu satırların yazarıydı.
Beklentisiz ve içtenlikli yazı serüveninde; şiir ve edebiyat dünyasının bin bir zorluk ve bir o kadar da güzelliklerle dolu dünyasında, hiç bir deneyim ve donanıma sahip değilken; sahip olunması gerekenin aslında kendi özünde saklı ve keşfedilmeyi beklediğini görüp anlayan… Sonuna kadar inanarak -bu anlamda çıkarsız asil bir duruş ve destekle- o’na ışığın yönünü gösteren saygıdeğer insan; hiçbir şekilde tanımadığı şair, Bekir Gedikoğlu idi.
Dostlukların türlü çıkar ve hırsla kirletildiği günümüzde, gönül kapısını sonuna değin açarak bağrına basan... Kuruyan göz pınarını insanlık erdemiyle sulayan o iki dost; tanımadığı şair, sevgili Reşide Sarıkavak ve Serap Hoca idi.
*
Yaşamın acımasız çarkları arasında öğütülerek öğütmeyi öğrenme çabamızda, zaman zaman istenmeyen yol kazalarıyla yaralanabiliyoruz elbette. İşte böyle anlarımda ki yegâne dostum Serap Hoca. Serap Hoca’ nın dostluk köprüsünde karşılaştığım bir başka güzel insan, Feride Bektaş; hoş geldin yüreğime!
Yaşamın sürgün diyârlarında sürüklenirken yanan içimle; üşüyen Temmuz’ un kollarında sarmalandım. Ve kardelen olup aldım avuçlarıma ışığı, sarı- beyaz çiçeklerimle; hiç solmayacak çiçeklerimle…
Her çiçek kendini doğurarak çoğalır, yeşerten güzelliğiyle.
Ey! Heybetiyle büyüleyen mağrur Toroslar; kıvrım kıvrım eteğine alıverdin sorgusuz sualsiz, sahiplendin...
Teşekkürler dostlarım…
Teşekkürler Toroslar ve göklerde ki ışığın kaynağı…
Refika Doğan 2008- Alanya
Refika DoğanKayıt Tarihi : 31.1.2009 03:52:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Gönül kuşum gene sayfana kondu ..
İYİ OLMANI UMUT EDEREK SEVGİLERİMİ GÖNDERİYORUM YÜREĞİNE.
Can Refika’mı ,canımdan aziz bildiğim Serap’ım aracılığıyla,vesilesiyle tanımış oldum.
Bu tanışıklık sanki yıllar öncesi izini kaybettiğim bir dostumu bulmuş gibi oldum.Can Refika’mın o içten sıcaklığı,şeffaf samimiyeti, hayıtın Kafdağı ağırlığını tül kanatlarıyla taşımaya çalışırken bile o erdemli,o dimdik duruşu gözlerimin önünde hiç mi hiç gitmiyor.
Can Refika’m böyle bir zamanda nesli tükenmek üzere olan ,kel aynakları hatırlatır bana. Bir insan düşünün; bir başına Anne olmanın yükümlüğüyle hayata dair her türlü zorluklarla, hep olmazlarla ve yokluklarla mücadele eden bir insan.Bu saydıklarım yüzeysel görünen ya görünmeyenler.Bu olmazlarla yaşamak ve adam gibi adam olmak,her yiğidin harcı değil.
Can Refika’m senin yaşam mücadelesinde gösterdiğin özverili çabanı canı gönülden saygıyla ayakta alkışlıyorum.Gönül madalyalarımın tümünü sana armağan ediyorum.Seni ve yeğenlerimi sevgiyle kucaklıyorum.Bundan böyle Yaratan İnşallah hep yardımcın ve koruyup kollayanın olur.Allah’a emanet olun
Samimî, içten, yalın ve akıcı bir 'sergüzeşt'in tortusuydu 'CAN'DAKİ SURETLER'...
Ne mutlu hayatı sorgulayabilenlere; ne mutlu hayatın anlamını bulabilenlere; ne mutlu 'acıyı bal eyleyenlere' ve ne mutlu sadık ve vefalı dostlara!...
Son bir cümle: Evet Sevgili Dost, evet! Hayatı bulandıran da durulayan da insanın kendisidir.
Bu güzel ve mahzûn yazı için teşekkürler...Selâm ve saygılarımla...
TÜM YORUMLAR (5)