Meczup pusulasıyla, kıble arayan ruhlar,
Nasıl medet umulur, çıngıraklı düdükten.
Bin yıllık topraklardan, filiz verdi cüruflar.
Ne farkınız kaldı ki, omurgasız sülükten.
Üflediğin her nefesle, arşı kirlettin arşı,
Asılıp gök kubbenin fermuarından,
Aralıktan yıldızları görebilseydim.
Söküp şu kainatın karın zarından,
Saç tellerine tek tek örebilseydim.
Katık yapıp sigaramın dumanına,
Bu nasıl bir membaadır, garip gözlerim,
Nemlenir ne zaman, dalıversem şu ufka.
Hece hece kızıl kan kusar tüm sözlerim,
Öznur’umu sarmışken, kumaştan yufka.
Aile, yedi dalı olan köklü çınardı bana,
Ezelin bile evvelinde ben yine vardım.
Şems ile kaybolur, Rumi ile doğardım.
Taptuk dergahında, çile çekip ağardım.
Yunus ile dolaşıp, çölden aşk sağardım ben.
Ferhatın gözlerinden Şirine bakandım
Bu gece bir başka sessiz dehlizler,
Azık torbasında, nefes zamanlık.
Alnında teri donmuş, siyah yüzler,
Bu yerin üstü de altı gibi karanlık.
Yürekleri sığmıyor, sırça kafeslere,
Bir türkü eser ki, yalçın dağlardan,
Gönül burçlarımı, yer yavaş yavaş.
Hasretinin keleplendirdiği ağlardan,
Ayıkla sevdamızı, der yavaş yavaş.
Vicdansız demeye dilim varmıyor,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!