Cahit Karaç: Hakkında ziyaretçi görüşleri..

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 05.05.2010 - 13:27

    - ADALETİN OLMADIĞI YERDE ALLAH İNANCI OLMAZ.

    - HADDİNİ AŞIP TAŞKINLIK EDEN, ZALİMDİR.

    - HAK VE HAKİKATE İNANMAK İSTEYENE KENDİ VİCDANI YETER.

    - HAKSIZLIK; HAKLIYI HAKSIZ, GÜÇLÜYÜ GÜÇSÜZ EDER.

    - HUKUKU YÜCELTEN ADALET, ALÇALTAN PARADIR.

    - DAVRANIŞLARIMIZ NİYETLERİMİZİ ELE VERİR.

    - HAKSIZLIK İNSANI ALÇALTIR.

    • MİLLET; BENZEŞEN RUHLARIN BİRLİKTELİĞİNDE OLUŞTURULAN İNSAN TOPLULUKLARININ ADIDIR.
    • MİLLİYETCİLİK; AYNI TOPRAKLAR ÜZERİNDE YAŞARKEN KADER BİRLİĞİ ETMİŞ İNSANLARIN TARİH İÇİNDE OLUŞTURDUKLARI TÜM ORTAK DEĞERLERİN, BİR ÜLKÜ ETRAFINDA YAŞATILIRKEN YÜCELTİLMESİNE YÖNELİK GÖSTERİLEN GAYRET VE ÇABALARIN TÜMÜNE DE MİLLİYETÇİLİK DENİR.

    - YÜRÜYECEĞİ YOLU BİLMEYENİN HEDEFİ OLMAZ.
    -
    - YERİ GELİNCE ÖLMEYİ BİLMEYEN DAHA İYİ BİR YAŞAMI HAK ETMEZ.
    -
    - ADALATİNDEN ŞÜPHE EDİLMEYEN TEK MAHKEME VİCDANDIR.
    -
    - DÜNYA GERÇEK ANLAMDA AKILLISI OLMAYAN BÜYÜK BİR TIMARHANEDİR.
    -
    - YAPILAN HER İŞİN TEKRARI ELE HÜNER KAZANDIRIR.
    -
    - HAYATI İSTEDİĞİ GİBİ YAŞAYABİLEN BAŞARILIDIR.
    -
    - *BAŞARININ BAŞLANGIÇ NOKTASINI İNSANIN KENDİSİ OLUŞTURUR.
    -
    - MIKNATISIN DEMİRİ ÇEKMESİ GİBİ, GAYRETTE BAŞARIYI ÇEKER.
    -
    - BAŞARI İNSANA YORGUNLUK VERMEZ, DAHA FAZLA AZİM, GAYRET VE CABA VERİR.
    -
    - BAŞARI İNSANI YORMAZ, HAYLAZLIK / BAŞARISIZLIK YORAR.
    -
    - BAŞARI HEDEFE ULAŞINCAYA KADAR KOŞMAKTIR.
    -
    - BAŞARININ SIRRI, AKIP GİDEN ZAMANI HEDEFE VARINCAYA KADAR İYİ KULLANMASINI BİLMEKTİR.
    -
    - BAŞARININ SIRRI, ZAMANI KULLANMASINI BİLMEKTİR.
    -
    - BAŞARMAK İÇİN ZAMANA HÜKMETMEK GEREKİR.
    -
    - BAŞARI ZAMANLA YARIŞMAKTIR.
    -
    - İMKANSIZI BAŞARMAK İÇİN ZAMANA HÜKMETMESİNİ BİLMEK GEREKİR.
    -
    - ZAMANI KULLANMASINI BİLEN İÇİN İMKANSIZLIK DİYE BİRŞEY YOKTUR.
    -
    - MORAL BAŞARININ KAYNAĞINI OLUŞTURUR.
    -
    - MORAL BAŞARININ YARISIYSA DİĞER YARISI DA ÇALIŞMAKTIR.
    -
    - İNSANLAR TENLERİNİN RENGİNE GÖRE İYİ YADA KÖTÜ OLARAK DEĞERLENDİRİLMEZLER.
    -
    - BİLGİ GÜÇTÜR.
    -
    - BİLGİ GÜÇ OLUŞTURUP HAYATI KOLAYLAŞTIRIR.
    -
    - BİLGİ PARA GİBİ, KAZANDIKÇA ARTAR. / ÇOĞALIP ARTAR.
    -
    - AHLAKSIZ BİLGİ İNSANI ŞEYTANLAŞTIRIR.
    -
    - AHLAKSIZ ADAMIN ELİNDE BİLGİ, KÖTÜ BİR GÜÇ OLUŞTURUR.
    -
    - AHLAKSIZ BİLGİ İNSANI BOZAR.
    -
    - DÜŞÜNCE İNSANI BÜYÜTÜR:
    -
    - İÇİMİZDE O KADAR ÇOK BÜYÜK İNSAN VAR, AMA ONLARIN BİZE BÜYÜKLÜĞÜNÜ GÖSTERECEK FIRSATLARI YOK.
    -
    - MARİFET İYİ GÖRÜNMEKTE DEĞİL, GERÇEKTEN İYİ OLMAKTADIR.
    -
    - *BAŞARININ BÜYÜKLÜĞÜ KAZANCIN KENDİMİZE AİT OLMASINDANDIR.
    -
    - BAŞKALARININ SIRTINDAN KAZANILAN BÜYÜK BAŞARIDAN BİZİM KÜÇÜK BAŞARIMIZ DAHA BÜYÜKTÜR.

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 05.05.2010 - 13:22

    İNSAN VE HAK

    İnsan ve hak denilince ilk aklımıza gelen, insan haklarıdır. İnsan hakları denilince de ilk aklımıza gelmesi gereken soru şu olmalıdır.

    Mağduriyet var mı?

    Mağduriyet varsa! İnsan hakları ihlali de var demektir. Çünkü hakkı mağduriyet oluşturur.

    Mağduriyet sadece insanlar için değil, tüm varlıklar için geçerlidir.

    Ancak Allah, dünyadaki tüm varlıkları insan için, insanı da kendisi için yaratıp var etmiş olduğunda insan hakları her şeyin önündedir. Ama dünyada hiç bir varlık ne boşuna yaratılmıştır. Ne de başı boş bırakılmıştır. Dolayısıyla tüm varlıklar birbirine hizmet etmek için yaratılıp var edilmiş olduklarından hepsi birbirinin yaşamı için kendi varlıklarını sürdürmek zorundadırlar.

    Onun için her varlık önce kendi yaşamını sonra da kendi dışındaki diğer tüm varlıkların yaşamı için yaşamak zorundadır.

    O halde bütün varlıklar için ilk hak yaşama hakkıdır.

    Doğal hayat içindeki yaşama yönelik diğer tüm haklar birbirini takip eder.

    İşte bu yüzden de evren içindeki tüm oluşumlar birbirine zincirleme bağlıdır.

    Dolayısıyla her varlık bu zincirin korunması için önce kendi varlığını, daha sonrada kendi dışındaki diğer varlıkların var olup yaşamalarını sağlamaya yönelik evrendeki tüm mahlukat büyük bir titizlikle kendine verilen görev ve sorumluluklarını şuursal akılla yerine getirirler.

    Bir tek insanoğlu bin bir türlü çeşitli sebeplere bağlı bahanelerle bu görev sorumluluklarını kendine bir üstünlük sağlayıcı meziyet olarak verilen iradi akılla bile yerine getirmekten hala acizdirler.

    Dolayısıyla doğal oluşumun gelişip olgunlaşmasına yönelik zincirin halkası burada kopmaktadır. Kopan her zincirin halkası bir hakka tecavüz oluşturmaktadır.

    Her oluşan hakkın tecavüzü bir hak oluşturmaktadır. Oluşan her hak, bir haksızlığı, haksızlıkta sürekli yeni bir hak oluşumunu doğurmaktadır.

    Bunlar; insan hakları (işçi, memur, kadın, erkek, çocuk) , hayvan, çevre vs gibi haklar olarak değişik ad ve isimlerle çoğaltılabilir.

    Çevre (yer, gök, deniz) korunmadan bitkiler ve hayvanlar, hayvanlar korunmadan da insanlar korunup sağlıklı yaşatılamazlar.

    O halde tüm görev ve sorumluluk akli iradeyle yaşayan insanoğlundadır. Demek ki yaşadığımız dünyadaki tüm olumlu – olumsuz, iyi – kötü, güzel – çirkin her şeyi insanoğlu kendi eliyle yapmaktadır.

    İnsanın kendi eliyle yaptığı bu kötülük ve çirkinliklere bağlı oluşan haksızlıklar içinde boğuşup ölmesi.

    Ne acı değil mi?

    Günümüzdeki bu kadar çok bilgiyle, teknolojiyle dünyayı mamur edip insanı güzellikler içinde insanca yaşatacağımıza. Ne yazık ki, hala çevremizi kirletip, hayvanları zehirleyip öldürerek Allah'a karşı gelip bizler de birbirimizi yok etmeye çalışıyoruz. Ya da bu yarış içindeyiz. Öyle değil mi? .

    Yazıklar olsun aklın, bilginin, ilmin zaferi buysa.

    Yazıklar olsun, bizim insanlığımıza.

    Cahit Karaç

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 04.05.2010 - 23:06

    OKUYAN AKIL BÜYÜK OLUR

    Bilgisi oranında da beynin tamamını kullanır. Bunun aksi yaratılışa terstir. Düşünülmesi bile abestir. Abesle iştigaldir. Bu güne kadar beynin kullanımı oranındaki % söylentilere gelince bu da bana göre tamamen yanlıştır.

    Ne saf bir milletiz öyle değil mi? Her şeye çabucak inanıyoruz. Şu anda bile işine gelen birçok insanın hoşuna gittiğini düşündüğüm bu cümle maalesef yalan ve yanlış. Çünkü Biz millet olarak saf değil, uyanık bir milletiz. Onun içinde şeytana pabucu ters giydiririz. Ama her şeye rağmen tembel bir milletiz. Çalışmayıp her şeyin hazırına konmayı severiz. Çalışıp araştırma yapmaktan hiç hoşlanmayız. Onun içinde bu tür sözler işimize gelir. Hoşumuza gider, sever, inanırız.

    O yüzden de akıllı olsak da çoğu zaman kanar, aldanırız. Hele bir de söyleyen Avrupalıysa ister bilim adamı, ister sokaktan her hangi birisi olsun. Sözlerinin doğru mu, yalan mı, olduğunu hiç düşünmeyiz. Adam Avrupalı ya! Onlar her şeyi bilir. Düşüncesiyle her söylediklerine hemen inanırız. Hiç araştırma gereği duymayız. Çünkü bizlerde kendini sevip kabul etmeme hastalığı var. Onun için onların her dediği doğru. Bizim her dediğimiz yanlış. Kısacası çok kaprisli bir milletiz. Bizde kapris hastalığı var. Kapris çekilmez bir hastalıktır. Bütün beynimizi kaplamış. O yüzden de düşünüp, düşünce üretmekten aciziz.

    Elin adamı demiş ki, insan çok akıllı, hatta süper zeki, dahi bile olsa en fazla beyninin % 10 ile 17 lik kısmını ancak kullanabilir. Geride kalan % 80 den fazlası çalışmaz, boş durur demişler. İyi de etmişler. Çünkü şimdiye kadar bizleri biz güzel kullanıp aptal yerine koymuşlar. Hani kendimizi çok akıllı sanıyoruz ya! Akıllı sandığımız içinde en çok kullanılanın biz olduğumuzun farkında bile değiliz. Çünkü günümüz bilgi çağı olmasına rağmen hala en az okuyup yazan bir milletiz.

    Okuyan aklın büyük olacağını, okumayan aklında küçük olacağını hala öğrenememişsek aptallığımıza doymayalım.

    Ben aklın bu kadarının kullanıldığına asla inanmıyorum. Nedenine gelince; İnsan kâinatın çekirdeği özüdür. Çekirdeğin, özün aslını anlayıp kendi içinde doğru dürüst insan olup yaşayabilmesi için kendisine verilen aklın tamamını kullanmadan bunu nasıl gerçekleştirebilir. Allah yarım yamalak aklını kullanan insanı nasıl kendine layık görüp de halife seçer. Buna kargalar bile güler.

    Zaten Allah kuluna cüzi (az) bir akıl vermiş. Onun da çoğunu kullanmazsa insan, nasıl insan olacak. Nasıl kendini tanıyıp Hakk’a varacak. Bu mümkün mü? Elbette değil. Allah, vermediği şeyden kulunu hiç sorumlu tutar mı? Elbette tutmaz. Allah kâinatı insan için, insanı kendisi için yarattığına göre verdiği akılda ona göredir. Allah her şeyi ölçü içerisinde yaratıp var ettiğinden kâinatta hiçbir şey ne bir eksik. Ne de bir fazladır. Eksik olan O’nu anlayıp insanca yaşayamaz. Fazla olanda asileşip isyan eder. Şeytan olur. Azar. Kulluktan çıkar.

    O halde Allah kuluna verdiği aklın kendisini anlamayacağı ya da anlayıp kendisine meydan okuyacağı bir akıl verir mi? Vermeyeceğine göre her şey ölçülüdür. Ölçü içerisinde verilmiş olan her şeyde ister istemez ölçülüdür. Kendinden istenileni ancak yerine getirir. Her şeyi yerli yerinde yaparsa içinde yaşadığı dünyayı ancak anlar. Ancak yaşar. Çünkü Allah kul aklına tuzak kurup çelme takmaz. Kullanamayacağımız bir aklı da bizlere asla vermez. Neden versin! Kendine meydan okumamız için mi?

    Bize verilen aklın her yerini okuyup büyütmemiz oranında çalıştırır, kullanırız. Aksi takdirde de küçültüp kullanamayız.

    Şayet aklımızı bu güne kadar söylendiği üzere % 15 ini kullanmış olsak, hayat matematiktir. Hayatı nasıl anlayıp nasıl yaşayacağız. Hayat sosyaldir. Nasıl sosyal olacağız. Hayat hayaldir, düştür. Nasıl hayal edip, nasıl düşleyeceğiz. Hayat histir, duygudur, düşüncedir, sezgidir. Aklın hepsini kullanmasak nasıl hissedip, duyup, düşünüp sezeceğiz. Bunların her biri bir başka lopta, bir başka bölgede oluşur. Sevinç ile mutluluğun olduğu aynı yerde hiç nefret ile hüzün olur mu? Zaman farkı olmadan hiç aynı anda bunlar yaşanır mı?

    Kısacası bütün aklını kullanmayan bir insan benliğindeki bütün his, duygu, düşünce ve sezgilerini geliştiremeyeceği için farkındalık duygusunu da yeterli seviyede oluşturup geliştiremeyeceği için insan olamaz. Dolayısıyla şimdiye kadar söylenen bu teori bana göre yanlıştır.

    İnsan beyninin tümünü, aklını da okuyup büyütmesi oranında yüzde yüze kadar kullanabilir.

    Yeter ki, insan okusun. Aklına yeterli düşünce seçeneğini sunsun. İşte böyle bir akıl, kendine verilen aklın tümüne yakınını kullanıyor, demektir. Gerisi aptallıktır. İnanmayıp yüreği yeten varsa, gitsin istediği laboratuarda bunları test etsin.

    Cahit KARAÇ

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 02.05.2010 - 13:54

    KARŞINDAKİNİN NASIL BİR İNSAN OLDUĞUNU ANLAMAK MI İSTİYORSUN? NASIL YAŞADIĞINA BİR BAK!

    Birçok insan, toplum içinde kendini olduğundan çok farklı gösterir. Yani niyetini saklar. Çünkü insan ikiyüzlü bir varlıktır. Bir yüzü iyiyse, diğer yüzü de kötüdür.
    Demek ki, iyilikte kötülükte insanın kendi içindedir. İnsan yaptığı her şeyi kendine, kendi eliyle yapar. Yaptığı işler iyiyse, iyi olarak. Kötüyse, kötü olarak başta kendisi olmak üzere çevresindeki herkese yansır.
    Onun için bir insanın, nasıl bir insan olduğunu anlamak için çevresine sormak gerekir. Çünkü insan yaşantısını çevresine yansıtır.
    Yansıtılan her güzel davranış biçimi, yankılanıp bize geri döndüğünde kulağımızda duyduğumuz ses, ruhumuzda güzel ve hoş bir sade bırakır. Her hatırlanışta ruhumuzu okşar. Hoşumuza gider. Bizi memnun eder. Çirkin bir davranışımızın kulağımızda oluşturduğu seste hoşumuza gitmeyeceği gibi, aynı zamanda da bizi çok rahatsız eder. Hep karşımıza kötülüğümüz olarak çıkar. Her seferinde de bizi huzursuz, mutsuz ve rahatsız eder.
    Ne ekersen elinle o gider seninle, diye de atalarımız boşuna söz söylememişler. Öyle değil mi?
    Allah, kendi dışındaki her şeyi birbirinin karşıtıyla yaratıp var ettiğinden, yaşayıp var olduğumuz hayatta da her şey gidiş - geliş şeklinde dönüşümlü yaşanıyor. Yapılan hiç bir şeyin ne büyüğü zerresi kayboluyor. Her şey yerli yerince duruyor. Vakti zamanı gelince de bize geri dönüyor.
    Onun için nasıl bir hayat yaşadığımız, hepimiz için çok önemli. Yaşadığımız hayat süresi içinde kazanacağımız her güzellik bize güzel kazanım olarak, her çirkinlikte kötü kazanım olarak döneceğinden, hayatımızın sonunda kişilik değerlerimizi oluşturacak olan şerefimizi, haysiyetimizi, onurumuzu şimdiden elde edip kazanıp oluşturacağımız tüm insani değerlerimiz ahlakımızın güzelliğini oluşturacaktır.
    Sonunda bizi; biz yapıp, belirleyip tanıtıp gösterecek olan ahlakımızdır. Ahlak lambaya benzer, kirlenince ışığını kaybeder.
    O nedenle bizler için önemli olan da içimizde yanan bu ışığı kirletip, karartmadan yaşamasını bilmektir.
    Işığımızın parlaklığı içimizin temizliğine bağlı olduğundan, içimizdeki ışığın dışımıza olan yansıması derecesinde karşımızdakilere net görünüp güven veririz.
    Onun için ahlakımız sorulduğunda; Nasıl yaşamışsak biz, o olacağız.
    Yaşantımıza bakıldığında da biz; İyi yaşamışsak iyi, kötü yaşamışsak kötü olacağız.

    06.03.2010
    Cahit KARAÇ

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 02.05.2010 - 13:51

    ALLAH YANINDA; FİLLE KARINCANIN, AKLINI KULLANMAYAN İNSANLA EŞEĞİN HİÇ BİR FARKI YOKTUR

    Allah, tüm varlıkları sevgisiyle yaratıp var etmiştir. Onun yanında hayvanın hayvandan, insanın insandan farkı yoktur.
    Ancak, tüm hayvanlar insana hizmet için yaratıldığından, Allah onlara sadece doğal hayat içindeki yaşamlarını, yaratılışları gereği sürdürebilmeleri için iç güdü, doğal akıl da denilen şuursal akıl vermiştir. Onlar kendilerine verilen bu şuursal akılla ancak uzuvsal alışkanlık kazanarak doğal hayat içindeki yaşamlarını sürdürebilirler.
    Onların dünyayı mamur edip daha iyi bir hayat yaşamak gibi, dert ve kaygıları olmadığı için bu bağlamda herhangi bir görev ve sorumlulukları da yoktur. Onun için kendi ihtiyaçlarını giderirlerken, yaratılışlarının gereği olarak insana hizmet etmekten başka dünya ile ilgili hiçbir şey yapmazlar. Çünkü onların bizim gibi düşünüp irade kullanabilecekleri bir akılları yoktur.
    Onun için onlar kendilerini hiç bir varlıkla kıyaslamazlar. Kıyaslamadıkları gibi de ne fil, karıncaya karşı büyüklüğü ile övünür. Ne de onun varlığından rahatsızlık duyup onu ezip yok etmek ister.
    Ne de ondan faydalanmak için gücünü gösterip korkutup faydalanmak ister. Buna karşılık karınca da, file karşı ne kendini küçük görür. Ne ezilip, büzülüp kapris yapar. Ne ondan medet umar. Ne de ondan korkup hayatını kabusa çevirir.
    Ne fil karıncanın, ne de karıncada filin görevini yapar.
    Hiç biri bir diğerinin ne görevine karışır. Ne de görevi dışında bir sorumluluk taşır.
    Yani fil filliğini, karıncada karıncalığını yapar.
    Bu bağlamda doğal hayat içindeki her varlık kendi yaratılışı gereği bu şekilde yaşarlarken görevlerinin son bulacağı zamana kadar görevlerini yaparak nesillerinin devamını sürdürürler.
    Ama insana gelince; Allah, onu kendisi için yaratıp var ettiğinden ona şuursal aklın yanı sıra, birde iradi akıl vermiştir. Akılla okuyup öğrenip düşünmesini, düşüncesiyle de doğruyu bulup kanaat getirmesini, getirdiği kanaat istikametinde de irade oluşturup vicdandan alacağı güçle birlikte uygulamaya geçmesini istemiştir.
    Yani dünyayı mamur ederken gücüne güç katıp yaşantısını daha çok kolaylaştırmasını istemiştir.
    Hayatın tekrarı olmadığı için hayatta yapılacak olan hata ve yanlışlıkların silgisi de yoktur. Onun için zamanı iyi kullanıp, iyi değerlendirmesi gerekir. Çünkü yaşarken kendi eliyle yapıp ettiği her şeyden sorumludur.
    Bunun yanı sıra insanlar tüm bilip öğrendiklerini nesilden nesile aktararak kıyamete kadar kesintisiz olarak gelişip olgunlaşmaya devam ederler.
    Ama hayvanlar için böyle bir olgunlaşma söz konusu değildir. Onun için onlar böyle şeylerle uğraşıp zaman harcamazlar. Onun için onlar tecrübe edip, tecrübe kazanmazlar. Onlar sadece alışkanlık edinip, alışkanlıkla yaşarlar. Ama o edindikleri alışkanlıklarla yaşarlarken daha önceki düştükleri bir hataya da bir daha kolay kolay düşmezler.
    Burada bir örnek vermek istiyorum. Hepimiz eşeklerin inat olduğunu biliriz. Öyle değil mi? Ama maalesef eşekler inat değil, aksine bizler inadız. Çünkü bir yerde bir şekilde zarar gören eşek, bir daha o yerden geçmek istemez. Çünkü şuursal aklıyla edindiği alışkanlık gereği oraya gelince içgüdüsel olarak kendi canını savunmaya geçiyor. Oradan yürüyüp geçip gitmesi için zorladığımızda da elbette eşek ısrarımız üzerine, canını tehlikeye atıp oradan yürüyüp geçip gitmek zorunda kalır.
    Şimdi sizlere soruyorum. Eşek mi? Yoksa biz mi? Daha çok inadız. Kararı siz veriniz. Bu bilim adamlarınca denenip ispatlanmış bir şey.
    Onun için hayvan tecrübe kazanmaz. Ama uzuvsal alışkanlık kazanır. Ama buna karşılık insanoğlu iradi aklıyla her yaptığı hatadan ders alıp tecrübe kazanır. Onu da ilerde akıl edip kullanmak üzere hafızasına kaydeder.
    Peki şimdi sizlere soruyorum. Hayvan hayvanlığı ile düştüğü hataları bir daha tekrarlamak istemezken; akıl, bilgi ve hayatta edindiği tecrübelerle bu kadar çok övünen insanoğlu, neden bu kadar çok hata yapıyor.
    Hiç düşündünüz mü?
    Düşünmedinizse ben size düşündüklerimi söyleyeyim.
    Daha henüz insanoğu, benliğini tanıyıp bencilliğini yenememiş. Her şeyi kendi için bilip, kendi için çalışmış. Bütün dünyanın kendi için yaratıldığını onun içinde kendi etrafında döndüğünü düşünmüş. Onun için kendinden başkasını sevmemiş. Sevmesini bilmemiş.
    Sevmediği için sevilmeyeceğini, düşünmediği için düşünülmeyeceğini, paylaşmadığı için paylaşılamayacağını, dünyanın sadece kendisi için yaratılıp kendi etrefında dönen bir mekan olmadığını öğrenip anlayamamış.
    Hayatın en önemli öğretilerinden birisi de insanoğlu doğaya nasıl davranırsa doğadan da aynı karşılığı misliyle göreceğini bilip öğrenememiş.
    Dolayısıyla bugün başımıza gelen her türlü afetin, dilim varmıyor söylemeye ama ne yazık ki, daha henüz şuursal akılla yaşayan hayvanlar kadar biz insanoğlunun öğrenip anlayamamış olmasından kaynaklandığını düşündüğümü ifade etmek istiyorum.
    Halbuki, bilip öğrenip irade kullanamayan akıl, eşekte de var. O halde içinde bulunduğumuz bu gün için insanoğlunun eşekten farkı ne?

    10.03.2010
    Cahit KARAÇ

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 02.05.2010 - 13:51

    AKLI KÜÇÜK OLAN HER ŞEYİ BİLDİĞİNİ SANIR

    Bilmez ki cahil, “Tavuğun ufku kümesi kadar, insanın ufku aklı kadar olur.” Aklı kıt olanın doğrusu az olur. Çalışıp çabalamaz. Üretim yapıp içinde yaşadığı topluma hiç bir katkıda bulunmaz. Tavuk gibi her yerde gezip dolaşır, her pisliği yer. Sonra olur olmaz zamanlarda bol bol konuşup yaygara yapar.
    Tıpkı günümüz insanının yaptığı gibi. Tembel tembel yatar. Ben insanım diyerek hak etmeden, üretip hak edenin payından pay ister. Bu tür insanlar yaşadıkları hayata önem vermeden yaşarlar. Doğal olarak kendi hayatına önem vermeden yaşayanlar için başkasının hayatının da onlar için hiç bir önemi yoktur.
    O nedenle basit şeyler peşinde koşarak çok basit bir hayat yaşarlar. Hatta bazen bir lokma yiyecek, içecek için hayatlarını riske ederler. Gurursuz yaşadıkları için onurlarını ayaklar altına alırlar. Aklı kullanmaktan yoksun oldukları için düşünmezler.
    Tedbirsiz yaşarken tıpkı bir kuş gibi bir tutam yeme tav olup sürekli tuzağa düşerler. Bu yüzden de toplumda boşuna denmemiş, aklı kıt olanlara kuş beyinli, diye.
    Ağaç ağaçlığıyla suya kavuşmak için kökünü derinlemesine toprağa, gövdesini geliştirip karanlık kuytulardan kurtulup yükselmek için dalını yaprağını güneşe salar.
    Bu toprağın insanı tarihsel bağlarına bağlı çeşitli sebeplerle hazır bilgiyle, tembel yaşamaya alıştırıldığından, hala okuyup aklını geliştirip kullanmaktan uzak yaşamış. Teslimiyet ve aşırı şükredici olmaktan dolayı yeterli derecede hafızasını geliştirememiş. Gelişip sorgulayıcı olmayan bir akılla da balık hafızalı olup balık gibi yaşamış. Balık gibi yaşarken de hep başkaları tarafından farkında olmadan ustaca sömürülüp kullanılarak yaşamış olmasından dolayı bu gün bile hala aklen rüştünü ispatlayıp kendi ayakları üzerine dik durup yaşamayı becerememiştir.
    Balık gibi aynı yerde büyüyüp aynı yerde yaşamaktan dolayı akılca büyüyemeyen çocuğun adam olmayacağını öğrenip bilememiş. Üstüne üstlük sürekli sırtı sıvazlandığından akıllı görünme çabası içine girerek daha çok aptallaşarak hiç bir şeyin farkına varmadan yaşayıp bu günlere gelinmiştir.
    Akıllı baş bilgiyi, akılsız baş boş lakırdıyı sever. Akıllı kusuru kendinde, akılsız ve ahmaklar da kusuru hep başkalarında arayıp bulma çabası içinde yaşadıklarından olacak ki, bu gün de bilgi kirliliği içinde akıllı, akılsız, bilgili, bilgisiz herkes çok konuşuyor. Hep bir ağızdan konuşulduğu içinde kimse kimseyi anlamıyor.
    Cehaletin toplumda oluşturduğu yoksulluk, insanlığı karanlığa çekip umutsuz, huzursuz ve mutsuz ediyor. Mutsuzluk insanı strese sürükleyerek zamanla soysuzlaştırıyor.
    Soysuzlaşan insanoğlu da zamanla yaşadığı toplumun kurallarını alt üst ederek toplumda anlaşılmayan bir hayat yaşanmaya başlar. Çünkü her akıl sahibi kendi aklını beğenip kendi aklınca bir hayat yaşamak istediğinden toplum git gide bencilleşip ayrışarak birbirinden uzaklaşır.
    Birbirinden ayrışıp uzaklaşan insanlar da sonunda sevgisiz ve hoş görüsüz bir toplum oluştururlar.
    Demek ki, aklı kıt ve küçük olanlar her şeyi bilmedikleri gibi yanıldıklarını da bilip anlamazlar.

    17.03.2010
    Cahit KARAÇ

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 02.05.2010 - 13:50

    HAYATIN TEMEL KURALI, TEMEL YASASI; KAZAN – KAYBET

    Yaşadığımız dünya hayatında her şey birbirinin karşıtıyla hayat bulur. Yani tüm varlıklar ya doğar, yaşar büyür ölürler. Ya da oluşup gelişip değişerek başka bir hal alarak yok olurlar.
    Doğan kazanır. Doğuran kaybeder. Onun için bu gün hayat bulan, yarın ölür. Tüm canlıların doğup yaşayıp ölmelerinde olduğu gibi.
    Bu gün oluşan da yarın değişikliğe uğrayıp yok olur. Çekirdeğin ağaç, ağacın odun olması. Taşın toprak, suyun buhar yada buz olması gibi.
    Yani doğal hayat içinde her doğum, bir ölümü. Her oluşum da bir değişikliği bir yok oluşu oluşturur.
    Kimi varlık, varlığını (canını) kaybederken, bir başka varlık da o kaybeden varlığın yokluğu, (canı) üzerine var olup, (can bulur) yaşar. Yani kimi kaybederken kazanır. Kimi de kazanırken kaybeder.
    Demek ki, bu dünya hayatının temel kuralı, temel yasası kazanıp kaybetme üzerine kurulup oluşturulmuştur.
    O nedenle birileri kaybetmeden birileri kazanmıyor. Nasıl ki, doğduğumuzda biz kazandık. Ana- babamız kaybettiyse. Yarında bizden doğanlar kazanacak biz kaybedeceğiz. Ettikte zaten.
    Çünkü biz doğarken başkası öldü. Başkası doğarken de biz öleceğiz. Bu yaşadığımız hayatın temel kuralı, temel yasasıdır. Hiç kimsenin bunu değiştirmeye gücü yetmeyeceğinden doğanın bu yasası kıyamete kadar hep böyle sürerken devam edip gidecektir.
    O nedenle de bu dünyanın her şeyi oyun. Her şeyi yalan. Çünkü daha hayatın başında bizi aldatıp kandırıyor. Bizde olanca saflığımızla ona inanıp kazandığımızı zannederken, hep kaybediyoruz.
    Şöyle ki, doğunca acısız, dertsiz, kaygısız sevinç içinde bir hayat yaşayacağımızı zannedip seviniyoruz. Ama daha ilk günden ana - babamızı kaybedeceğimizi, bizim de daha ilk günden ölüme koştuğumuzu fark edip bilmiyoruz.
    Dolayısıyla yaşadığımız dünyanın gelip geçici bir yer olduğunu, yaşanılan hayatın hızlı akışı içerisinde her şeyin oyun ve yalan olduğunu da çok geç anlıyoruz. Çünkü çocuğun doğumu ana – babasının ölümünü hızlandırır.
    Sebebi de ana – baba, ana baba olmanın sevinç ve heyecanıyla nasıl yaşadığını bilip fark etmeyen ana – babalar çocuklarının arkası sıra koşar adımlarla yaşamaktan kendi yaşadıkları hayatın farkına varmadan yaşlanarak nihayi hayatlarının sonuna erişirler.
    İnsan doğduğu günden itibaren ölmeye başlar. Yani yaşarken ölür. Hiç farkında olmaz.
    Kazanılıp yaşanılıp kaybedilen her yeni bir günün, yeniden bir diriliş ve yeniden bir ölüş olduğunun bilinmesi insana yaşama umudu verir. Bu umut insanı hayata bağlar.
    Onun için yaşadığımız bu mekan, bu gün bizim. Yarın bir başkasının. Üzerinde yaşarken oynanan hayat oyununu bu gün sen benimle oynarsın. Yarın da bir başkası, başkasıyla oynar.
    Onun için sen bu gün varken iyi oyna. Yokken de oynamadım diye hiç üzülme. Çünkü her şey senin varlığınla var olup yok olduğundan senin olmadığın hiç bir yer, hiç bir gün senin değildir. Çünkü senin gibi her şey kurulu bir oyun, bir yalandı. Onlarla birlikte sende gelip geçtin.
    Tıpkı ışıkta oluşup kaybolan gölgeler misali. İnsan ışıkta oluşur. Işık gidence de karanlıkta kaybolup gider.
    Biz bu dünyaya ihtiyaç sahibi olarak geldik. İhtiyaçlarımızı gidermek için çalışıp kazanacağız. Kazandıklarımızı harcayıp insanca yaşamak için kaybedeceğiz. Ama kaybettiklerimizle de her seferinde bir şeyler kazanarak gideceğiz. Çünkü dünyada doğmayan insan, yaşayıp ölmez. Kazanıp kaybetmeden yaşayan insan da olmaz.
    Onun için bu dünyada her kes kazanıp kaybetmeyi çok iyi öğrenmeli. Çünkü doğup yaşamak için herkesin kazanıp kaybetmesi gerekiyor. Kazanıp kaybetmeyen yaşayıp yaşatmaz. Yaşayıp yaşatmak için de herkesin kazanıp kaybetmeyi göze alması gerekiyor.
    Zaten biz bunun farkında olsak da olmasak da doğal yasa gereğince ister istemez yapıp yerine getiriyoruz. Çünkü kazanıp kaybeden sadece insan değil. Dünya ve tüm evren buna dahildir.
    Onun için kazanıp kaybetmekten korkmamalıyız. Asıl olan kaybettiklerimize karşılık kazanamadıklarımızdan korkmalıyız. Çünkü kaybedenin hiç bir şeyi olmaz. Kazananın çok şeyi olur.

    23.03.2010
    Cahit KARAÇ

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 02.05.2010 - 13:49

    HERKESİN DEĞERİ, KENDİ İÇİNDE SAKLIDIR

    Her kesin değeri kendine göredir. Değerini kendi aklınca kazanır. Onun için insanın akıl kapasitesi neyse kişiliği de o dur.
    Onun için hiç kimse kimseye benzemez. Herkes kendine benzer. Kendi aklını beğenir.
    Kişiye verilmiş akıl varsa, bunu büyütüp kapasitesini artırmak kişinin kendi göstereceği gayret ve çaba sonuçu okuyup öğrenmesine bağlıdır. Onun için akılca büyümeyen çocuk adam olmaz. Çünkü aklın faaliyeti düşünce üretmektir.
    Onun için de okuyup aklını büyütmeyip güdük bırakan küçük akıl sahibi ile okuyup öğrenip aklını büyüten büyük akıl sahibi hiç bir zaman bir olmaz.
    Herkesin bildiği üzere düşünce üretmeyen insan, insan olamaz. Çünkü düşünüp düşünce üretmeyen akıl eşekte de var. Onun için insanın, insanlık derecesi ürettiği düşünceyle aklına bol seçenek sunma oranına bağlıdır. Çünkü doğru ve güzel yaşamak buna bağlıdır.
    Onun için arada oluşan bu düşünce farklılıkları, insanların kişilik ve kişilik değerlerine yönelik renklerini oluşturur. Oluşan bu farklı renkler insanların karekterlerini oluşturup onları birbirinden ayırır. Birbirinden ayrılıp farklılıklar oluşturan benzersizlikler insanları sürü olmaktan kurtarır. Her biri bir diğerine karşı özgür birer birey yapar.
    Dolayısıyla verilen aklın, bireylerce özgür kullanılması sonucunda herkes birbirinden farklı derece akla sahip olurlar. Herkes sahip olduğu bu farklı akıl derecesine göre birbirinden farklı öğrenir. Farklı anlar. Farklı bilir. Farklı kavrar. Farklı düşünür. Farklı konuşur.
    Düşüncenin kaynağı akıldır. Akılda çözümsüzlük yoktur. Akledip düşünenler için akılda her türlü çözüme yönelik düşünce mevcuttur. Derin düşünce insanı bilge yapar. Yeterki insan düşünsün. Aklına bol düşünce seçeneği sunsun. Doğal olarak kim çok düşünür. Kim aklına daha fazla düşünce seçeneği sunarsa o kazanır.
    Faklı yetenekler birbirine karşı farklı beceriler kazanıp üstün olmak için her biri birbirinden farklı işler yapıp, iş güç sahibi olurlar. Toplum yaşamında ihtiyaca binaen giderilecek olan her eksiği, her noksanı gidererek insanca yaşamanın yollarını ararlar.
    Giderilen her eksiklik, her noksanlık insana güç kuvvet, topluma dinamiklik kazandırır.
    Yaşanılan hayatı kolaylaştırır. Pişmanlığı azaltıp mutluluğu çoğaltır.
    Allah adaleti gereği hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemez. Onun için dağına göre kar verir. Vermediğinden sorumlu tutmaz. Tutmadığı içinde verdiği aklın büyüklüğüne küçüklüğüne hiç bakmaz.
    O, herkesi kendine verilen aklın kullanımı ölçüsünde ölçüp biçip değerlendireceğinden şimdilik herkesin değeri kendi içinde saklıdır. Onun için kimse kimseyi değerlendiremez. Çünkü hiç kimse kimseden ne küçük, ne büyüktür. Ne alçak, ne yüksektir. İnsanı alçaltıp yükselten de, küçültüp büyülten de ahlaktır.
    Onun için bu dünyada giyilebilecek en güzel elbise güzel ahlaktır.

    01.04.2010
    Cahit KARAÇ

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 02.05.2010 - 13:48

    ALIŞKANLIKLARIMIZ

    Alışkanlık, aynı hal ve hareketin tekrarlanıp yenilenmesiyle iyi ya da kötü yönde kazanılıp elde edilen huy, karakter, kişiliktir.
    Huyu kötü olanın kalbi kirli, yüzü çirkin, karakteri bozuktur. Çünkü alışkanlıklarımız kişiliğimizi oluşturur. O da bizi her yerde ele verir.
    Alışkanlıklarımız uzuvsal hareketler olduğundan her canlı yaşayacağı doğal hayata yönelik uzuvsal alışkanlıklarının çoğunu ana rahminde kazanıp elde edip doğar. Çünkü doğal hayat bunu gerektirir. Nedeni de akıl bir yeti merkezidir. Bu merkez daha henüz o yaşta (bebeklikte) insana yönverici yetkinliğe erişip ulaşmamış olmasından dolayı insanın hal ve hareketlerini yönlendirip kontrol etmekten uzaktır.
    Onun için bütün canlılar gibi insanda bu aşamada ana rahminden kazanıp elde ettiği alışkanlıkları ile yaşar. Çünkü akıl öğrenme, kalp eğitilme merkezidir.
    O nedenle akıl tüm benliğe ait yetkinlik merkezidir. Kalp ise bedene ait tüm uzuvların alışkanlık kazanma merkezidir.
    Allah insana akıl vererek kendisine yakın olmasını istemiştir. Ancak ilahlaşmasını önlemek için Allah, insanı önce ana rahminde kalben oluşturup geliştirerek asgari ölçüde yaşayıp varlığını sürdürebilmesi için ona öncelikle alışkanlıklar edinmesini sağlamıştır.
    Doğum sonrası yaşacağı hayatta da aklen gelişip erginleşip olgunlaşması için ona zaman içinde okuyup öğrenip geliştirerek kullanabileceği iradi akıl vermiştir.
    Şimdi burada size bu işin en önemli püf noktasını açıklayacağım.
    Akıl insanın yeti kazanıp yetkinlik elde etme merkezi olduğundan aynı zamanda bu merkez insanın öğrenip bilme merkezidir. Onun için aklın asıl görevi insanın ruhen gelişip olgunlaşmasını sağlamaktır. Ancak akıl bu asli görevini yerine getirirken elbette ki pek tabii olarak maneviyatının taşıyıp koruyucusu olan bedene de hizmet etmek zorundadır. Çünkü sağlıklı baş, sağlıklı bedende bulunur.
    O nedenle de başın sahibi akılsa, bedenin sahibi de kalptir. Onun için her ikisinin birlikte çalışıp birlikte hareket etmesi gerekir. Bedenimizdeki tüm uzuvlarımızı canlandırıp hareketlendirecek olan kalptir.
    Bedene ait tüm uzuvlara belirli alışkanlıkları kazandıracak olan da kalp içindeki özde saklı olan şuursal aklımızdır. İçgüdüsel ya da doğal akılda denilen bu şuursal akıl, tüm bedenimize ait oluşum ve alışkanlıklarımızı kazanıp elde etmemizi sağlayarak hem hayatımızın başlangıcını hem hayatımızın devamındaki akışını kolaylaştırıp sağlar.
    Daha sonraları öğrenip bilerek tüm benliğe ait işlevlerini yerine getirecek olan iradi aklın zaman içinde gelişip kendi rengini bulmasıyla birlikte. Şuursal aklın ana rahminde kazanıp elde ettiği benlik ve bedene yönelik (nefes alıp verme, acıkıp, yiyip boşaltma gibi) terk edilmez alışkanlıklar dışında oluşmuş tüm yanlış alışkanlıklarını zamanla baskınlaşan yetkin akli iradenin (düşünen aklın görev ve sorumluluk bilincine ulaşmasıyla birlikte) ele geçirip hükmettiği benliği, değiştirip yönlendirmesiyle insan, insan olmaya başlar. Çünkü insan, akledip düşündükçe insan olur.
    Ancak yüreksiz bir akıl, bir hiçtir. Hiç olmamak için akıl elde ettiği tüm bilgileri kalp ile paylaşıp değerlendirerek insanın özünde oluşup varlığını sonsuza kadar sürdürecek olan vicdanını oluşturmak zorundadır. Çünkü akıl öğrenme kalp eğitilme merkezidir. İnsan ne kadar çok şeyi bilip öğrenirse öğrensin. Vicdanen eğitilmedikçe istenilen ölçüde insan olamaz.
    Günümüzde insan çok bilgi sahibi oluyor ama asla eğitilmiyor. Onun için toplumda vicdansızlık aldı yürüdü. Hiç kimse kendine laf söyletmiyor. Ama başkası için herkes her şeyi söylüyor.
    Birçok yanlış ve kötü alışkanlıklar kural oldu. Toplumun bu yanlış ve kötü alışkanlıklardan kurtulup düzelmesi için önce insanın kendine söz geçirip kendini düzeltmesi gerekir.
    Yoksa; Akıl öğrenir, dil söylemeye doymaz.
    Ağız yeme alışkanlığı kazanır, yiyen mide doymak bilmez.
    Akıl öğrenir, dil söyler. Dilin söylediğine inanmazsa vicdanlar, akıl boş öğrenir, dil boş söyler.
    İnsanlar deli gibi, toplum ölü gibi yaşarsa. Huylu huyundan vaz geçmez. İnsan ve toplumda bir adım atıp öteye geçmez.
    Teker misali dünya döner, herkes aynı izde gider, gelir.
    Kötü ve yanlış alışkanlıklardan kurtulmak için elimize hüner, aklımıza marifet kazandırıp sevgi içinde çok çalışıp kazanıp paylaşmalıyız ki, yaşadığımız tüm kötü alışkanlıklarımızdan kurtulabilelim.

    05.04.2010
    Cahit KARAÇ

  • Cahit Karaç
    Cahit Karaç 02.05.2010 - 13:47

    KADER

    Hayat bir oyun. Oyunun tarafları ve kuralları var. Allah, yaratır, akıl verip yaşatır. Yaşattıklarına verdiği akıl çerçevesinde bilmediklerini ilahi kader hükmünce öğretir. Onun için Allah hiçbir zaman vermediğinden hiç kimseyi sorumlu tutmaz. Verdiğinden de hesabını esirgemez. Çünkü O, kul aklına çelme takmaz. Hiç bir kuluna da hile yapıp haksızlık etmez.
    Demek ki, kader konusunda bu güne kadar bizler hep mazeret üretip Allah’ı suçlamışız. Bilip bilmeden Allah’a iftira edip, iftira atmışız. Yaptıklarımızın altında kalıp ezileceğimizi de hiç bilmemişiz.
    Allah herkese yeterince akıl vermiş. Akıl içinde yeterli ve doğru olan düşünceyi üretmemiz için de okuyup öğrenmemizi istemiştir. Çünkü okuyup öğrenip düşünmeyen insan, insan olmaz demiştir.
    Biz her işte olduğu gibi hep tembellik edip işin kolayına kaçmışız. Okuyup öğrenmemişiz. Çalışıp çabalayıp kazanmamışız. Hiçbir tedbiri alıp sebebe bağlanmamışız. Her şeyi Allah’tan bilip, her işimizi Allah’a havale etmişiz. Sonra kader deyip Allah’ı suçlayıp, dünyaya küsmüşüz.
    Halbuki bizler okuyup öğrenip Allah’ın dediklerini ta başta doğru dürüst anlamış olsaydık. Bu gün bu topraklarda hiç kimse böyle olmayacaktı. Batılı dediğimiz Avrupalının çok önünde olacaktık. Hatta onlara şimdi bizler akıl hocalığı edecektik. Ama ne yazık ki, şimdi onlar bize ediyorlar.
    Bizim bu güne kadar anlamakta geciktiğimiz ve hala yeterince önemseyip üstüne düşmediğimiz en önemli birinci konu; Okumak, okumak, okumaktır. Sonra düşünmek, düşünmek, düşünmektir.
    Aklımız Allah’a düşüncemiz bize aittir. Onun için kendi dışımızdaki tüm cereyan edecek olan olay ve oluşumlarla ilgili ilahi kader hükmünce mücadelemiz kişiliğimizi ve kaderimizi oluşturur.
    Allah’a ait olan akıl içinde çözümsüzlük yoktur. Yeter ki insan sahip olduğu akıl içindeki doğru düşünce seçeneğini aklına sunsun. Akılda sunulan düşüncenin doğruluğuna göre irade oluşturabilsin.
    Allah’ta çözümsüzlük var mı ki? Akıl içindeki düşüncede de çözümsüzlük olsun. Çözüme yönelik düşünce üretme insanın bilgi derecesine bağlıdır. Çünkü okuyan akıl, okyanuslar gibi derinleşir. Gökyüzü gibi ta Arş-ı Ala’ya kadar yükselir. Evren gibi de genişler. Her yeri kuşatıp kapsar. Böyle bir akılda çözümsüzlük olur mu? Elbette olmaz. Olsa da sıfır seviyede, yok denilecek kadar azdır. O da yine olsa olsa kul aklından kaynaklanır. Çünkü kul aklı cüzidir. O da sonsuzluk arz etmez. İşte asıl kader buradaki cüzi aklın çözüme yönelik oluşturacağı sıfıra yakın olan yanılgıda, yanlışta yada kaçakta oluşursa bu bizim için engellenemeyen kader olur.
    Demek ki, hayatta akıl erdirip, güç yetirerek doğru yönde irade oluşturup iyi ve güzel bir hayat yaşarak memnuniyet içinde geride (mazide) bırakıp geldiğimiz, sonradan istesek de sonucunu bir daha asla değiştiremeyeceğimiz geçmişte yaşanmış olan bir hayat şekli bizim için sonuçta iyi kader olur. Yani sonunda keşke deyip pişman olmadan yaşanmış olan bir hayat şekli.
    Yaşadığımız hayat içinde akıl erdirip erdirmesek de, güç yetirip yetirmesek de yanlış yönde irade oluşturup kötü ve çirkin bir hayat yaşayarak memnuniyetsizlik içinde yaşayıp geride (mazide) bırakıp geldiğimiz. Sonradan akıl erdirip güç yetirip istesek de sonucunu bir daha asla değiştiremeyeceğimiz geçmişte yaşanmış olan böyle bir hayat şekli de bizim için sonuçta kötü kader olur. Yani sonunda keşke şöyle yapsaydık da bu başımıza gelmezdi, deyip pişmanlık duyduğumuz fakat yaşanıp geçmiş olan bir hayat şeklidir.
    Çünkü hayat, mekân üzerinde akıp giden zamana göre yaşanır. Şekillenip biçim alır. İşte yaşarken şekillendirip biçimlendirdiğimiz her anın yaşantısı sonunda bizim kaderimizi oluşturur. Geçen zamanın bir daha tekrarı olmadığından yaşanılan hayatında sonradan daha iyi yaşanılmak istenildiğinde ne tekrarı ne de silgisi vardır. Artık her şey gelip geçmiştir. Tekrarlanıp silinmeyen hayat sonunda bizim alın yazısı da dediğimiz kendi ellerimizle yazıp yaşayıp oluşturduğumuz kaderimizdir.
    Birde kendi dışımızda İlahi kader hükmünce oluşan kaderimiz var ki, kulun bu kaderin oluşmasında hiçbir etkisi olmaz. Buna birkaç örnek vermeye çalışalım. Doğum, ölüm, ırk, renk, milliyet, cinsiyet, ana baba tayini ve seçimi gibi oluşumlar da bizim aklı irademiz dışındaki oluşumlar olduğundan bunlarda bizim ilahi kader hükmünce oluşturulmuş kaderlerimizdir.
    Kısacası kader, sonunda değiştiremeyeceğimiz yaşanıp geçmiş olan hayatın sonucudur.

    12.04.2010
    Cahit KARAÇ