Sabah… Saat: 07:30…
Bu çalan telefon hayra alamet değil…
Hıçkırıklara boğulmuş kardeşim…
Konuşamıyor bile…
Anlıyorum, Çağlayan gitti…
Yatağında yatıyor, çenesi bağlı…
Yüzünde, sonsuz acıların bittiğine dair iler var…
Uyuyor sanki… Çok yorulmuş gibi…
Ellerlini avuçlarıma aldığımda sıcacıktı…
Hayallere dalıyorum kapalı gözlerinde…
Bir film şeridi geçiyor anılar…
Böyle bırakıp gitmek var mıydı Çağlayan!
Hani sendin desteğim?
Hani birlikte yenecektik bu lanet hastalığı?
Hani bu yaz Çeşme’ye gidecektik?
Sen gözlüklerle denize girince, ben sana gülecektim...
Dondurmanı düşürdüğünde, bebek oldun diyecektim…
Sen yüzüyor gibi yaptığında, sana takılacaktım…
Beş çayını ben hazırlayacaktım senin sevdiğin veranda da…
Tencere yemeği yapacaktım sana en güzelinden, en tazesinden…
Bu taşın üzerinde ne işin var şimdi?
Hiç ister miydin yıkanırken yanında kimse olduğunu …
Nasip olmayan gelinliğin şimdi kefenin…
Nasıl da yakıştı Çağlayan…
Kınalar yaktılar ellerine, ayaklarına…
Kefenini bağladılar başından, ayağından…
Seni, Nilüferle birlikte tabutuna nazikçe yerleştirdik…
Üzerine kırmızı örtü örttük kına gecesindeki gibi…
Bu kalabalık senin için geldi…
Bu ezanlar senin için…
Bu dökülen gözyaşları senini için…
Gittin Çağlayan… Beni bırakıp gittin…
Her şeyin en iyisiydi istediğin…
Mezarında öyle, yerin de…
Adı Cennet bahçesi…
Mekanın gibi…
Şimdi, bir acı oldun içimde hiç dinmeyen…
Gözlerimde yaşsın hiç bitmeyen…
Kalbimde sevgin sonsuza dek diyen,
Bastırdığım isyanım, giden gençliğimsin sen…
Figen Baykul – 31.3.2010
Figen BaykulKayıt Tarihi : 31.3.2010 20:35:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Duygulanmamak mümkündeğil,yaşanılan yürek acısının dinmesi dileğimle,yüreğine sağlık. kalemin hiç susmasın. selamlar arkadaşım
TÜM YORUMLAR (2)