Zordu bu baharı geçiştirmek,
zordun sen bende
ve
zorluydu seninle yaşam… Bende…
Ben kimsesizliğe alışmış, bir beden…
Sense inadına abandın üstüme acılarınla…
Sağlı sollu darbelerdir ki, çarpıklaştıran ayaklarımı…
Zordu bu sevda yasaklara karışmış adlarımızla…
Bakışları buz sarkıtları gibi derinleştiren sivrilikler…
Bazen bedene çakılır…
Bazen de ruhuma…
Hayatımı zorlaştıran ruhumdu…
Senli yaşama istekli, sensiz yaşama kahır çeken…
Bir bakış ki gökyüzündeki karabulutları delmek isteyen, bir bakış ki gökkuşağının renklerine dalan…
Zorlamasına dökülüyor artık dilimden düşen sevgi kelimesi… Ahlar, keşkelerle sessizliğe gömülüyor…
Senli yaşamın zevkidir ki, kaybetme korkusunu parçalayan… Dönülmez uzayıp giden bir yol bu, bir başta ben, sana doğru sen…
Ben seni sevdim,
yaralı bir serçeyi,
avuçlarımda tutar gibi…
Ben seni sevdim,
gökyüzünden kayan,
bir yıldıza bakar gibi…
Ben seni sevdim,
annesinin,
süt emzirdiği bakışlarda seni görür gibi…
Ben seni sevdim,
dolu tanelerinin bedende bıraktığı acılarla…
Ben seni sevdim,
tükenmez zamanın son gonk vuruşunu bekler gibi…
Ben seni sevdim,
yunusun durmayasıya dolaştığı gibi…
Ben hayatı seninle sevdim ki içinde sen vardın…
Unutulmaz romanlar okudum, onların sahiplendikleri sevdaya baktım, benimkini gördüm yanında…
Ve
sevdim,
fırtınalı bir denizde kürek çeken küçük kayıklı adamın korkularıyla…
Ben sana bakıyordum severek dağbaşındaki tek başına açan zambağa bakar gibi…
Ben seninle seni seviyorum diyerek ölmeyi özledim… Yaşadıklarımdı özlem çamurunda balçık ovada battığım…
Yaşadıklarımdı seni var kabul ederek nefesler aldığım… Acıların geldi sonra, özlem kınaları yapıştı sağ elimin küçük parmağına…
Kınalı bir hasret başladı, avuçlarını özleyerek… Yaşamın çıkmazları çıktı karşıma yokluğunla yürüdüğüm… Rüzgâr savurdu bedenimi, nerdesin derken savruluşlarımla… Seni özlüyor yüreğimin atışları… Eskimeyen seslerin kulaklarımda dolaştıkça, sessizliklerim kayboluyor… Hadi ordan, kulaklarımdan kaybol demek geliyor içimden. Kaybolduğunu, uzaklaştığını, karardığını, bakışlarımın fulleştiğini görünce…
Zorluyorum bakışlarımı, kaşlarını, gözlerini hatırlamaya çalışırken…
Özlem diyorlar buna… Bense yoklukta kayboluş diyorum…
Biz birbirimizde bizdik… Oysa sen, ben veya hiç kimse olduk…
Karanlık sokaklarda gölge kovalamacası bu…
Bir üzerine bastığım gölgem, bir de önümden seğirten gölgen…
Ve bir köşebaşında kaybolan biz… Buna da özlem diyorlar, bense hıçkırış diyorum…
Parmak uçlarımızla tuttuğumuz biz, şimdi bakışlarımızdan kaçmaya çalışıyor…
Özlem deniyor buna, bense gidişler ve kalışlarla tarif ediyorum…
Belki de yalnızlığın içinde kimsesizliğe ulaşmak bu ve sen benim kalabalıklarımın arasındaki yalnızlığımsın, diyorum… Yalnızlığımsın…
Bakışları donuklaştıran, bakışlarımı gülümsetemeyen, bakışlarımı güçlü bir bedenden koparan, sadece çaresizleştiren özlem belki de bu…
Ayrılan bedensel varlığımızı, yılları yutarcasına bir araya gelmemizi düşleyeceğiz bu özlemin bir paragrafında…
Seni, beni, biz yapmaya uğraşarak, geçecek kör kütük yıllar ama sen, sen olarak, bense yalnız ben olarak kaldığımızda anlayacağız tokat yemenin acısını yüzümüzde…
Küçük kızın masalını, güçlü deve yapıştıracağız… Sonra yıkılışını göreceğiz, o masal kahramanının bir ok ucuyla.
Bu da özleme gidecek kulvarlardaki yürüyüşlerle…
Seni, beni, bizi, yani, yan yana görmenin özleminin bitmediğini göreceğiz ki, yalnızlığın damgası alnımıza yapışmış olacak…
Korkaklık diyecekler buna… Terk etme, gitme, kalma kararlarının verildiği anlara…
Sen cesurdun, ben gidiyorum bile diyemeden, basıp gittin, ezip gittin…
Geriye sadece haykırışın izleri kaldı, çıtırtılı seslerle çıkan radyo müziklerinde kaldı…
Masalımsı bir rüya bu...
Kumsuz bir deniz...
Güneşsiz bir gün...
Ve
karanlık sarhoş bakışlarda...
Ve ben yalnız sokak aralarında...
Ben beni tutamıyorum artık…
Ben bende kalamıyorum artık… Örümcek hayatımın ağlarını ördü… Merkezi ben olan bir ağ var artık…
Çevresel düğümlerle bağlı bir dönme başladı hayatımın gerçek deviniminde…
Bu düğüm örülüşünün tersinden çözülecek… Bu akış duramayasıya tek tek kendi düğümlerini çözüyor… Kim kime sarılmış düşman bakışlarla belli değil…
Hangi ben gerçek ki?
Kendine hükmedemeyen bir ben mi, kendini koruyamayan bir ben mi?
Sen, bu gerçeklerdeki yerin neresi? Hayatımı sallayan kuklanın ipleri kimin elinde?
Nerede kopacak bu ipler?
Benim yüzüm hangisi?
İçimdeki çocuğun bakışlarına yansıyan bir içgüdü mü, yoksa, kendi kendini yargılayan bir kılıçla mı kesilecek bu yaşamın ardında kalanlar…
Sadece bakınıyorum…
Kaç alev çemberi bu hayatımı içine alan…
Bu alevleri kim tutuşturdu, seni ölesiye sevdim diyen sen mi, yoksa, sen benim her şeyimsin diyen sen mi?
Kime meydan okuyuştu bu, kimden soruluyordu, sevgi adına…
Hangi güçtü bizi sarsan ve
hangi hesaplardı bu kurgunun ardında kalan?
Ben senin neyindim? Veya sen benim neyimdin?
Artık ben bana yetemiyorum ki sana yeteyim… Yettiğim günleri küçük hesaplarla talan eden sen değil miydin?
Hani emeğin karşısında efsane sevgi olurdu…
Hani sevgi emekle sulanırdı…
Hani sevgi adına akıtılan terlerdi sevgiyi sulayan…
Avuç içlerinde buruşturulan mektuplar kutsaldı…
Şimdi söyle ben kendime nasıl yeteyim…
Sesimi unut…
Biz bizi dönen bir boşluğa attık, şimdi nereye tutunalım…
Zaman eskitti bizi, kendimizi de eskiterek…
Hayatımız bir çatışmaydı, biz seninle ise çatılaşmaydı amacımız…
Buraya kadar geldim ve durdum… Durmam gerektiğini anladım...
Daha fazlasında ben yoktum benler vardı için için…
Duraksadım yine burada tam da alnımdan ter aktığı an bu...
Diliminse lâl olduğu, nefesimin kesilmek üzere olduğu an bu an ki durdum nefes almak için...
Gitme demeye gerek kalmadan gittiğini... Dönemediğini gördüm benimse gelemeyeceğim bir gerçekti...
Gitme diyemediğim gibi gelemeyeceğini de bildiğim an bu gitmeni hissettiğim an...
Efsunlar vardı sanki etrafımda... Dumanı tüten bir nefes sanki kulaklarımı kızartan...
İşte bu an... Dur diyemediğim an ki gitmiştin... Nefes almalarım durmuştu...
Bakışlarımı ki sorma ben bilmiyordum ki tarif edeyim...
Sadece merak edişimi sor bana... Gitmiş miydin gelemeyesiye...
Belki de isteğim buydu çünkü ben bitmiştim...
Ben bitmiştim ki sen neysen oydun... Sadece gitmiştin işte...
Kalan nefes vardı arkanda ki ılık nefes sesleri yok olmak üzereydi...
Sadece gitmiştin mi demek geldi içimden...
Ne zamandır kalmıştın ki gittiğin belli olsun...
İşte son sevda şarkısı gramofondan cızırtılı seslerle ortalıkta... O da gidenlerden diyor... Doğru mu söylesene...
Hadi söyle doğru mu... Sen gittin mi...
Bütün yaprakları çuvalına doldurup ağaçlar yapraksız mı...
Ya kuşlar... Donacaklar...
Yeter bu kadar donuyorum ben...
Bir ben bir de çocuk yanımdı kalan...
Eski bir şarkıydı senden kalan...
Kareler halinde resimlerin...
Soluk bir yüz bende kalan...
Bir de kahrolası geçmişti senden bana kalan suskunluğum...
Daha dünden kalma masallar anlatılırdı sessiz, yumuk, boğuk ses gibi hırıltılarla kulaklarımıza…
Sadeleşirdi bakışlarımız masal dünyasında… Ard arda gelen görüntülerde hep sen bakışı çıkardı gözlerime doğru oklarla… Ve sen yüzümdeki çıbanlar, yanık izleri, gözlerimdeki diz çöküşler sonraki karartılarım… İnsafsız silkelenişte şimdi bütün bedenim…
Seni aramıyorum, yoksun diye… Merakla bakınıyorum sokaklara, hayat durdu… Durdurulanlar arasında ben de varım, seni hatırlamak istemeyen…
Bütün giden gemilerin dumanları şamar gibi yüzümde… Boğuluyorum sanki…
Düşlemiyorum artık seni…
Nerdesin…
Kimlesin…
Yaşıyor musun…
Bunların hepsi masal içinde kaldı… Puslu ve karanlık…
Son sigaramdı camına, balkonuna bakarak yaktığım… İçim yandı… Ciğerlerim kavruk sanki, acı bir zift kokusu içimde… Ve sen… Yalan bakışlarınla, cama yapışan gözlerinle, kayıpta bile olsan, artık umarsız düşüncelerdeyim…
Bir kıyı yalnızlığı bu… Dalgaların savrularak çıkardığı hırçın seslerden başka hiçbir görüntümüzün olmadığı…
Seni unutuyorum… Unutmaksa bu… Yosun çarpmış kumların üstünde derin izler bırakarak…
Masal olmuş bu sahil bana…
Hep korkulu bir rüyaya bulaşmış adın, saçın çürümüş yosunlara yapışmış…
Unutacağım seni, başaracağı bunu hiç olmazsa ama bu sefer…
Artık ne söz vermişliğim ne yemin etmişliğim yazılmıyor kumların tozlarında… Unutuyorum seni.
Ait olma hissiydi bu, kime ve nereye…
Sevgiye aitlik, saygın sevgiyle oluyordu…
Ve
durmayasıya ait olmalıyım bu sevgiye saygınlıkla diyordu kendi kendine…
Kaç yılı bu düşüncede ezilerek geçmişti… Kaç kez boyun eğmişti aitlik duygusuna…
Ben sana aidim, demişti sevgisi… Sevgim dediği, ben sana aidim… Ve ben de demişti… İçinden bir sesle tekrar ederek ben de sana…
Yılları kovalarken bu duyguyla eziliyordu… Ve en korktuğu şeydi sevgide aitsizlik…
Hiçbir yere, hiçbir yüreğe ait olmamak… Ve yüreğinde hiçbir yere ait olmayan birini taşımak korkuları arasındaydı…
Aşık olduğu gün ile bu gün neredir ki hâlâ yükü omuzlarında
Saat on defa gonk vuracak, belki de bir yarım vuruş daha…
Bu sarkaç vuruşu her gün güneş battıktan sonra çalar durur… Bu seni her güneş batımı zamanında hatırlamam demek…
Çoğu zaman bir kâbus, bazen ufak bir tebessüm, bazen de derin bir düşünce girdabı, geçmişe doğru…
Her gece yanımda oluyorsun. Bazen öfkelendirip, bazen de gülümseterek…
Ne bıkmaz tükenmez bir kapı çalış bana doğru…
Bir yürek oyunu,
bir beden titremesi,
seni,
hatırlamanın,
bedenimde bıraktığı izler…
Biraz da kin…
Sarkacın salınımlarını göz kırpmadan saymak…
O saati beklemek, ne demek sen bilir misin?
Kalp atışlarının hızlandığı,
parmak uçlarının titrediği,
O zamanın acı verdiği bedenin can acıtan bekleyişlerini bilir misin sen?
İşte hediye ettiğin gidişinin sonrası bir ben…
Hangi söz, hangi cümle sana özlemlerimi anlatır…
Ki hangi cümledir nefretimi kusarak tarif eden…
Bir çelişki bu,
özlem
ve
nefret…
İşte gidişinin bende bıraktığı ruhsal halim…
Hangi tarafa yöneleyim…
Saygın sevgiye mi,
riya sonrası,
nefrete mi?
Hangisi temizleyecek ruhumu?
Yüzyüze gelemeyiz, gözlerini özledim diyemeyiz…
Aradaki bir geçit var nefrete…
İşte
O geçitte körlemesine yol alıyorum…
Beni özleme…
Özledim dediğime de inanma… Çünkü özledim dediğine ben inanmıyorum…
Gidişinin bende bıraktığı hal bu…
İstersen bana sevmeleri anlat…
Bir de,
sevilmeleri anlat…
Hadi boş ver, yeteri kadar dinledim yalanları içine alan sevmeleri…
Kendimi seni sevmeye mecbur hissedişimdi hayatımı darmadağın eden…
Bakarız,
Öylesine,
hoşça kal hayat…
Öteye atıyorum umutlarımı,
Kalan,
işte son bu…
Rüzgarın kum tepelerinde bıraktığı izleri, senin yüreğimden giden ayak izlerin bozuyordu derinlemesine doğru… Ve bu izleri yüreğinden göçen kuşlar takip ediyordu ben adına…
Ve ben yavaş yavaş yarınlara sensiz gömüyorum kendimi…
Sadece izler kalıyor geride, bir benden, bir senden…
Kopup giden yılların son kopuşları artık bu parçalar…
Sadece bir tepki bu zamana karşı sensiz meydan okuma…
Sadece acımasızlık bu, hem kendime, hem sana…
Artık acınası halimize kurşun döküyorum…
Ayışığı mürekkebi bu, gölgenin yüzde bıraktığı iz…
Yarım bir iz bu,
acınası bakış…
Yanakta bir yanık izi,
utancı…
Bakılamayasıya bir yüz
bıraktın bende…
Acınası haline bir bakış,
sataşması…
Sadece bir nefret bu geçen zamana… Ve seninle tuttuğum yaşama…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 8.2.2010 11:07:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/02/08/cagla-zamani-simdi-deneme-2.jpg)
Mustafa Yılmaz
YÜREĞİNİZE SAĞLIK GÜZEL BİR YAZI VE ANLATIM OKUDUM KUTLARIM SİZİ KALEMİNİZ HİÇ SUSMASIN SEVGİ DOLU YÜREĞİNİZDEN COŞKU EKSİK OLMASIN SAYGI VE SEVGİLERİMLE +10PUAN
TÜM YORUMLAR (2)