Küçücük bir burnu vardı…
Sanki kurban olduğum özenle yaratmıştı…
Ne zaman hafif esseydi rüzgâr tenine, üzerine
Kurban olduğum rüzgâr da eserdi yüzüne yüzüne…
O yüzüne üfürdüğünde…
Ben…
Pembeleşen burnuna bakardım hayran bir şekilde
Hele bir de soğuk günlerde…
Pembe iyi’de geçerdi burun rengi
Artık düpedüz…
Kırmızıya dönüşürdü…
Ve burnunu artık hissetmezdi…
Parmak uçlarımla hafif dokunduğumda…
Kan çiçeklerini hissederdim…
Kurban olduğum nasıl bir burundu öyle!
Sanki son anda koymuştun o burnu…
Minicikti eski bir sandıkta kalmış eski bebek kıyafetlerimizin…
Ayıcık resimli, türlü türlü desenli…
Düğmeleri gibi…
Dokunsam sanki düşecekti…
Bu yüzden, parmak uçlarımla
Dokunmayı tercih ederdim…
Kimi zaman öpüşürdük ya!
O zaman burnu sanki ağzımın içinde biterdi…
Belki belki de ben küçültmüştüm onu!
Sonra nedendir bilinmez pembeliğini kaybetti
Ve ardından öyle bir renge büründü ki…
O renkti ki dünyada, eşi benzeri yoktu sanki…
Uçuk benizli bir gökyüzü gibi…
Bulutlarla örtülü…
Ağır ağır geçerdi renkler…
Yorgun bir tren gibi
Eflatunla karışık, pembelik
Bir de kızılla patlıcan moru…
Yani…
Açıkçası
Rengi belli değildi
Kimi zaman pembeliğin ardında somurturdu
Kırmızı kan çiçekleri…
Kimi zaman mor kapatırdı bulutları
Sonra nedendir bilinmez…
O buruna bir daha rastlamadım…
Belki o da eski kıyafetlerimiz gibi…
Anılarda, yaşamak için...
Eski, küf kokulu sandıklara kaldırılmıştı…
Kayıt Tarihi : 13.2.2008 23:57:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)