Ben gecenin evlatlık çocuğuyum,
ışığın korkusundan sığındım karanlığına,
ama o beni hiç içinden gelerek sevmedi.
Karanlık beni içten içe kemirirken,
her an bir düşüş, her nefes bir batış gibiydi,
sanki dünyanın çarkları arasında öğütülen bir kum tanesiydim.
Yıldızlar uzak, bir fısıltı kadar zayıf parıltılarla,
sanki bana göz kırpar gibi, ama hiç dokunmazlar,
gözlerimde titreyen ışığı gördüklerinde bile,
beni göklerin sonsuz genişliğine dahil etmediler.
Karanlık denizinin içinde boğuluyorum,
her kulaçta biraz daha dibe çekiliyorum, ama yine de bırakmıyorum kendimi.
Zaman dediğin, rüzgarın önünde savrulan bir yaprak gibi,
beni de dalgalandırıp götürüyor,
her yaprağın hikayesinde bir kırık umut, bir yarım kalan hayal var.
O yapraklar gibi savruluyorum ben de,
dallarım kuruyor ama köklerim hala toprağın altında bir şeyler arıyor,
bulamadığım bir sevgiye tutunmaya çalışıyorum, belki bir umutla yeşeririm diye.
Ama dünya, sessiz bir yargıç gibi başımda,
her adımımda bir suçlu gibi hissettiriyor bana varlığımı.
Beni istemiyor, sanki her nefes alışım bile fazla bu topraklarda.
Bedenim dünyaya ait ama ruhum bir serseri,
yüzünü bulutlara dönmüş bir çiçek gibi, hep güneşe hasret,
ama ışığa dokunacak kadar yüksek değil.
Sevmek… Belki de bu yüzden hep sevdim,
her şeyin yok olduğu, kırıldığı o anlarda bile.
Çünkü sevgi, insanın ellerinde tuttuğu en saf gerçek,
gözyaşlarından, hayal kırıklıklarından süzülüp gelen o küçük damla,
o damlanın içinde saklı bir evren,
ve ben o evreni aradım, her nefesimde, her gecemde.
Ama sevgi de beni hep geride bıraktı,
tıpkı karanlığın yaptığı gibi.
Bir gölgeye sarıldım her defasında,
elimde sadece boşluk kaldı,
ama yine de vazgeçmedim, çünkü ben sevmekten yapıldım.
Yalnızca yitirdikçe büyüyen bir sevdanın külleriydim.
Ben, karanlığın ortasında kaybolmuş bir deniz feneriyim,
ışığım sadece uzaklarda yankılanıyor, ama bana dokunmuyor.
Fırtınalar denizinde yitip giden gemilere yol gösterirken,
kendi limanımı bulamıyorum.
Her dalga beni biraz daha ötelere savuruyor,
ve ben hep yabancı bir kıyıda uyanıyorum, hiç oraya ait olmadığım bir yerde.
Dünyaya isyanım, aslında kendime bir ağıt,
çünkü bu bedenin sınırları içinde sıkışıp kalmış bir ruhum var,
gökyüzüne kanat çırpmaya çalışan ama her defasında yere çakılan.
Toprağın kokusunu sevdim belki,
ama göğün derin mavisi, hep içimde bir yara gibi.
Bir gün belki, o maviye karışırım diye bekledim, ama beklemek de bir yük oldu.
Yaşam dediğin bir oyun belki, ama ben hep kenarda kaldım,
oyuna hiç dahil olmadım, sahneye hiç çıkmadım.
İzledim sadece, sevdiklerimin gölgelerini,
onların gidişini, sessizce süzüldükleri o sonsuzluğa.
Ama ben hep burada kaldım, hiç gitmedim,
çünkü gitmek, bir şeyi bırakmak demekti, ve ben bırakmayı hiç öğrenemedim.
Yine de içimde bir umut var mı? Evet, hala var.
Çünkü umut, belki de en büyük isyan insanın içindeki.
Sevgiyi bulamadım belki, ama umudu da kaybetmedim.
Bir gün, o karanlık bana sarılır mı, bilemem,
ama ben hep beklerim,
çünkü sevmek, sadece birine değil, bir hayale tutunmaktır bazen.
Ve ben, hayallerimde kaybolan,
ışığın uzak bir noktasına hasretle bakan bir çocuk gibi,
hala bekliyorum o ışığın bana gelmesini.
Karanlık beni sevmedi belki, ama ben karanlığı sevdim,
çünkü onda gizli bir sıcaklık var,
ve belki, o sıcaklık bir gün beni de sarar.
Burçin Çelik
Burçin ÇelikKayıt Tarihi : 2.10.2024 23:10:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Burçin Çelik](https://www.antoloji.com/i/siir/2024/10/02/burcin-ce.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!