BULUTLARIN TADI
Minicik yüreğim doluyken neşe
Balon diye bakardım güneşe
Bazen kırmızı bazen sarı
Korkardım bir gün patlamasından
En çok ta günü atlamasından
Işığımı söndürmesin diye iğnesiyle arı
Kovalardım dünyamdan onları
Dönerdim sırtımı güneşe
Elele tutuşur oynardım gölgemle
Bilmezdim o zaman ayrılığın acısını
Yaşadım ömür boyu hasretin alasını
Minicik yüreğim doluyken umut
Pamuk helva sanırdım
Gökteki bulutları
Bazen beyaz bazen pembe
Gel de imrenme
Canım çektiğinde
Koparırdım bir parça bulut
Tahta çubuğa dolar
Yerdim afiyetle
Bilmezdim o zaman ölümün adını
Sevmezdim kara bulutların tadını.
Kayıt Tarihi : 29.8.2009 15:32:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ne çok çağrışımlar yaptı çocukluğuma ve çocuk aklıma dair, ne çok...
Erzurum' dan yeni taşınmışız Ankara' ya. Ben Saimekadın' daki ablamlara verildim, emaneten(!).Kalabalık nüfusun külfeti henüz işsiz ve okur yazar bir baba için yüksekti, sıkıntılıydı. Ablamların yanında kalarak okumam doğru bulundu.Yıl, 1968-1969 Eğitim öğretim yılı. Ve ben ilkokul 3.cü sınıfa kaydedildim.
Farklı çevre, farklı eşya ve nesneler, farklı üsluplar ve çocuklar, farklı..!
Bir süre sonra babam, İncesu' da çok katlı bir apartmanın kapıcılığına talip oldu. O zamanın kapıcılığı! Ne bir sosyal hak, ne sağlıklı koşullar ne de aydınlık ferah bir daire... On kardeş ve bir ana-baba. Ben ve benim küçüğüm olan kızkardeşimi evli olan iki ablama verdiler. Küçüğüm bir gün durmadı, kaçıp gitti gerisin geriye. Ama ben...Ben, yaşımdan olgun, büyük yanımla sustum! Dokuz yaşındaydım ve çok şey anlamıştım o an, anlatılamayan...
Merhum babamın, salt bizi okutmak için cıpcıbıl maddiyatıyla, bir Allah' ına bir kendine güvenip yola çıkışını biliyor, unutmuyordum! 'Sessiz ak içimdeki şelale, sessiz ak!' diyor, susuyordum! içime akıtıyordum ırmaklarımı; aileme hasretle yana yakıla, susuyor... Üstelik, yanında kaldığım ablamları da pek tanımıyordum! Ben küçükken onlar evlenip Ankara' ya yerleşmişler. Neyse...
Eğitim yılı başladı ve ben Ortatepe ilkokulundayım...
İlk gurbetlik heyecanıyla, sınıfın tavanında asılı top şeklinde kocaman yuvarlaklıktaki lambaları şaşkınlıkla izliyor, bir türlü kendimi alamıyordum onlardan. Teneffüste, sınıfın havalanması için açılan pencerelerin cereyan etmesiyle, hafiften sallanmaya başlardı tavandaki lambalar da. Ama ben onların henüz ne olduklarını bilmiyordum ki! Lamba mı başka şey mi? Zannediyordum ki her an yere düşecek ve patlayacak!...
İlk gün, ders bitti paydos zili çaldı ve biz evlere koştuk. Akşam eniştem işten geldi. Ben büyük bir ürkü ve heyecanla enişteme; çok kötü, büyük bir tehlike atlattığımızı, sınıfta az daha tavandaki o top gibi şeylerin yere düşerek patlayacağını, ama Allah' ın kurtardığını anlattım, kendimden geçercesine. Öyle saf, öyle doğal ve çocuktum ki...
Akrabamız da olan eniştem, dünya iyisi bir insan, bir baba ve ağabey. Benim korku dolu gözlerime bakarak saçımı okşadı ve o top gibi şeylerin lamba olduğunu, kolay kolay düşmeyeceğini, bundan sonra artık korkmamamı söyledi, rahatlattı, olgun ve sevecen yanıyla beni.
Yine böyle bir gün -henüz market kavramının, süper marketlerin hayatımızı ve mahallemizi alt üst etmediği günler- ablam, ekmek almam için mahalle bakkalına gönderdi beni. Bakkal ile ev arasında ki mesafe en azından bir bin-bin beşyüz metre vardı ve aradaki alan boş alan, arazi, tarla idi.
O dönemlerde çocukları torbacılarla, öcülerle, iğnelerle çok korkuturlardı. Ben ekmeği aldıktan sonra eve dönüşte, tam da o boş alanda karşıdan bir kolunda bohçasıyla, koyu esmer tenli şalvarlı bir kadının geldiğini gördüm. -Nedir bohçacı, onu da bilmiyordum ya...- Boncuk boncuk ter alnımda, müthiş karın kramplarıyla Allah' ıma dua ediyorum, beni kurtar diye. Ne bağırabiliyorum ne dayanabiliyor...Bir taşın altına saklanarak ürkülü gözlerle, nefes almadan geçip gitmesini, kaybolmasını bekliyordum. Böyle kaç saat, kaç dakika geçti , bilmiyorum! Sabah kahvaltısı için istenen ekmek, oldu akşam ekmeği! Saatler sonra taşın altından kalkıp doğruldum. Üstümü başımı silkeleyerek iki gözüm iki çeşme, yana yakıla, burnumu çeke çeke eve gittim. Tabii, ablamdan okkalı sözlerle işittiğim azarı yazmağa gerek yok! Anlatıyorum başıma gelenleri, ama anlamıyor, ciddiye almıyordu ki!
Düşünüyorum da...
Şimdiki çocukların - gençlerin öğrendikleri onca teknik bilgi ve beceriye karşılık kendi dönemimizi ve koşullarımızı kıyaslayınca, görüyordum ki; bizler ne kadar yoksun ve mahsunduk. Hayatı tırnaklarımızla kazıyarak öğrenmeye ve olabildiğince yaşanılır bir dünya kurmaya çalışıp çabalardık. Sevgiyi, insanı ve insanî olanı hayatın merkezine yerleştirmiştik. O dönemlerde henüz eğitim düzeyi yetersizdi ve bilinçlenme oranı da o derece düşüktü. Ama insanlar birbirlerini ön yargısız seviyordu, saygı, merhamet ve yardımlaşma duygularıyla eğitime istek de o derece yüksekti. Büyüklerimizin olaylara, nesnelere çocuğun penceresinden bakabilme, empati denilen o duygudaşlık olayını -bir şekilde- aklının ucuna getirebilme derinliği belki yoktu bugünkü kadar ama; en azından daha huzurlu ve güvenli bir yaşam, düzeyli ve onurlu insan ilişkileri ve çocukların çocukluğunu yaşayabilme özgürlüğü vardı. Tabii ki benim algıladıklarım ve dışıma yansıttıklarım da o yaşta ve o sosyo -kültürel yaşam düzeyindeki bir çocuğun algıladığıydı sonuçta.
Oysa dışımdaki dünya benim taşradan gelmiş ve henüz dokuz yaşında bir çocuk olduğumu umursamıyordu. Ve Benim köyüm yoksuldu, yoksundu; acımasız bir coğrafyanın, acımasız iklimin acımasız koşullarında bizleri dirençli kılmağa çalışıyordu yine de. Üstelik aksanım bozuktu ve ben bunun henüz ayrımında değildim!
Annemi babamı, kardeşlerimi çok özlüyordum. Çevremdeki her nesnenin bendeki etki-tepkisi de farklı oluyordu doğal olarak.
Belki de bu yüzden çokça ve çabucak olgunlaşmamız, bu yüzden...
En çok ay ve yıldızları severdim. Karanlığın koynunda mutluluğa, düşler ülkesine götüren fenerimdi ay ve yıldızlar. En yakın ve riyâsız arkadaşlarımdı ; çocuk düşlerimi aydınlatıp ısıtan ve beni aileme, sevdiklerime, hayâllerime daha çok yaklaştıran...
Hiç bana ait yeni bir şeyim olmazdı. Çokça, büyüklerimin eskileri onarılarak bana yeni diye giydirilirdi.
Bir gün sınıfta dersteyiz. Müdüriyetten yapılan anons sesiyle irkildim. Zira adım geçiyordu ve ben, Müdüriyet odasına çağrılıyordum! Öğretmenimiz gönderdi, gittim süklüm büklüm. Benim gibi bir çok öğrenci vardı orada. Bizi bir arabaya doldurup bilmediğim bir yerlere götürdüler, yanımızda bir öğretmenle. Üstümüze başımıza ölçüler alarak kılık kıyafet verdiler, bir de çizme. Bir çift beyaz lastik çizme. Nasıl bir mutluluk, nasıl çoşkuydu bendeki, anlatamam! Örselenmemiş düşlerime beyaz lastik çizmelerim de katıldı. Akşam üzeriydi. Hepimizi tek tek evlerimize bıraktılar. Meğer Kızılay yardımı için bizi Sümerbank' ın mağazalarına götürmüşler, nereden bileyim ki? Ben, beyaz lastik çizmelerimdeyim; batmayan ufkuma yeni ufuklar açan, yeni yeşertilerle masal dünyasına götüren beyaz lastik çizmelerimin ruhuma yumuşacık dokunuşlarla bıraktığı o kadifemsi mutluluk, huzur öyle masum, öyle tatlıydı ki...İmkânı yok, o mutluluğu bir daha bir başka şeyde bulmanın!...
Akşam uyku zamanı ve ben hâlâ çizmelerimi giyemedim, kıyamadım, doyamadım onlara bakmağa. Onları koynuma aldım, bağrıma bastım, okşadım, okşadım ürkütmekten korkarcasına, sevgiyle...Ve uyudum koynumda çizmelerimle!
Bazı hafta sonları merhum babam gelir götürürdü beni. Mutluluğuma diyecek yoktu böyle anlarda; anacığım, babacığım ve bütün kardeşlerim bir aradaydık o an. Yirmidört saat ampul ışığında, minnacık, karanlık bir odada yaşam ; bir kap ve on kaşık...
Sevgili ebeveynim çok özenle yetiştirmiş, başta sevgiyi önceliklerimiz arasına almış; buna bağlı olarak dürüst ve emek denilen alınterinin farkındalığıyla her birimizin üzerinde hak sahibi olmuşlardı. Bir kez daha saygıyla, minnetle ve bitimsiz sevgiyle anıyorum ailemi, canlarımı.
Dedim ya, çocuktum ama büyüktüm! Mesela,ailemin yanına gittiğim zamanlarda, yemek zamanı yer gibi yapardım, yemezdim! 'Belki yetmez yemek de; kardeşlerim, anam babam doymaz; onlar yesin, onlar doysun öncelikle, ben yemesem de toktum!' Diyerek, kıyamazdım içimden...
Gerçekten çok büyük anlamlar yüklerdik güneş'e çocuk benliğimizle.
Bazen gereğinden fazla derin ve olgunduk, bazen gereğinden fazla büyütürdük olayları; farklı anlamlara, farklı boyutlara çekerdik, ama, yine de çok şekerdik!
Bir yanımız umuttu; sarı leblebi tozunu yutarken, o yaşta hayatın tozunu da yuttuğumuzun henüz ayırdında değildik! Çok sevdiğimiz kağıt helva, pamuk şeker gibi şeyleri canımızın her istediğinde alamazdık. Bilmezdik ki bulutlar gözlerimizle ayrılmaz bir bütünmüş... Bilmezdik göklerin pamuk helvadan daha sert ve karmaşıklığını, bilmezdik yine de ölüm kadar gerçek ve acımasızlığını...
Hâlâ korkuyorum kara bulutlardan ve şimşek çakışından, hâlâ...
Ah! Saygıdeğer İnci Hanım; bu muhteşem şiirinizle bilseniz ne çok kapı araladınız dün'lerimden, ne çok pencereler açtınız çocuk ruhunun örselenmemiş dünyasına, ne çok...
Serbest vezinle yazılmış şiir. İç ahengi, kendi içindeki kafiye örgüsü ve ses oyunları ile dolgudan uzak içeriğin hayattan, insanın özünden gerçek duygularla nakışlanışı ve bunu etkili söylemlerle okura yansıtışı muhteşem! Gümbür gümbür geldi geçti korkuları ve düşleriyle çocuk aklı...
Yalın ve güçlü kaleminize saygıyla, dostlukla...
'Gerçek Dostlar Birliği'
♥ ______♥ ¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶____¶_¶__ __¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶♥
____♥ ¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶__¶_¶__¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶♥
__♥ ¶¶111111111111¶¶¶¶¶_¶¶¶ ¶111111111111¶¶♥
_♥ ¶¶¶11111111111111¶¶¶¶¶¶1 1111111111111¶¶¶♥
♥ ¶¶¶¶1111111¶¶¶¶¶¶¶__¶¶__¶ ¶¶¶¶¶¶1111111...¶¶¶¶♥
♥ ¶¶¶¶11111¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶¶__¶¶¶ ¶¶¶¶¶¶¶¶11111¶¶¶¶♥
♥ ¶¶¶¶1111¶¶¶¶______¶¶¶¶¶¶_ _____¶¶¶¶1111¶¶¶¶♥
♥ ¶¶¶¶1111¶¶¶¶________¶¶___ _____¶¶¶¶1111¶¶¶¶♥
_♥ ¶¶¶11111¶¶¶____İNCİ GERMENCİLER__¶¶¶11111¶¶¶♥
__♥ ¶¶¶¶1111¶¶¶¶___KUTLUYORUZ_ __¶¶¶¶1111¶¶¶¶♥
____♥ ¶¶¶¶1111¶¶¶¶____♥ ____ ¶¶¶¶1111¶¶¶¶♥
______♥ ¶¶¶¶1111¶¶¶¶______¶ ¶¶¶1111¶¶¶¶♥
________♥ ¶¶¶¶1111¶¶¶¶__¶¶¶ ¶1111¶¶¶¶♥
__________♥ ¶¶¶¶1111¶¶¶¶¶¶1 111¶¶¶¶♥
____________♥ ¶¶¶¶1111¶¶111 1¶¶¶¶♥
______________♥ ¶¶¶¶111111¶ ¶¶¶♥
________________♥ ¶¶¶¶11¶¶¶ ¶♥
__________________♥ ¶¶¶¶¶¶♥
___________________♥ ¶¶¶♥
____________________♥ ♥ ♥
▒ ♥ ▒ ♥ ▒ ♥ ▒ ♥ ▒ ♥ ▒ ♥ ▒ ♥ ▒ ♥ ▒ ♥ ▒ ♥ ▒
▒ ♥ _______/) ______./¯'''/')
▒ ♥ ¯¯¯¯¯¯¯¯\) ¯¯¯¯¯'\_„„„„\) ♥ ▒ ♥ ▒ .__ڪ ے ▒ ♥ ▒ ♥
═ (▒ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ ═ ═ (▒ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ ═ ═ (▒ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ ═ ═ (▒ ;) (▒ ;)
(▒ ;) (█ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ (▒ ;) (█ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ (▒ ;) (█ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ (▒ ;) (█ ;) (▒ ;)
═ (▒ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ ═ ═ (▒ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ ═ ═ (▒ ;) (▒ ;) ═ ═ ═ ═ ═ (▒ ;) (▒ ;)
★ ★ ┊ ☆ ┊ ★ ★ ☆ ┊ ★ ★ ☆ ┊ ★ ┊
Çocuk Aklı (BULUTLARIN TADI)
Minicik yüreğim doluyken neşe
Balon diye bakardım güneşe
Bazen kırmızı bazen sarı
Korkardım bir gün patlamasından
En çok ta günü atlamasından
Işığımı söndürmesin diye iğnesiyle arı
Kovalardım dünyamdan onları
Dönerdim sırtımı güneşe
Elele tutuşur oynardım gölgemle
Bilmezdim o zaman ayrılığın acısını
Yaşadım ömür boyu hasretin alasını
Minicik yüreğim doluyken umut
Pamuk helva sanırdım
Gökteki bulutları
Bazen beyaz bazen pembe
Gel de imrenme
Canım çektiğinde
Koparırdım bir parça bulut
Tahta çubuğa dolar
Yerdim afiyetle
Bilmezdim o zaman ölümün adını
Sevmezdim kara bulutların tadını.
İnci Germenliler
***** ***** *****
HUZUR VEREN DİZELER…
Açık havadayım.
Başımı annemin dizine koymuş gibiyim…
Hafiften bir rüzgâr yanaklarımı ılık ılık okşarken; sanki annem, sıcacık ve huzur veren bir sesle masal anlatıyormuş gibi hissediyorum, şu an kendimi.
O kadar rahatlatıcı, o kadar çocuksu, o kadar saf ve duru bir anlatım var ki…
Huzur doluyorum, dizeleri okurken.
Çocukluğumu, çocukluğumun o çok çocuksu hallerini yaşıyorum adeta…
Dertsiz, kaygısız, endişesiz; sorumluluklardan uzak, sorunları olmayan ve sade kendini günün sıcaklığına, güneşin koynuna, ılık bir rüzgârın kollarına bırakmış, hayatı düşünmeden yaşayan bir çocuk havasıyla, edasıyla yeniden o günleri yaşamak…
Yaşatan dostlara da bu arada minnettarım tabii…
İnci Hanım, her zamanki gibi yine çok masumane, bir o kadar da safiyane bir dille anlatmış, güzeli dünlerini. Oldukça da başarılı bir üslubun yanında gayet ahenkli, kendi içinde farklı bir uyak düzeni ile bunu şiirine de yansıtmış.
Güneşi balon, bulutları pamuk şekeri yapmışlar, çocuk anlayışıyla.
Gölgesiyle oyunlar oynamışlar, çoğumuzun yaptığı gibi.
Belki her birimiz çok çok farklı şeyler yaşadık çocukluğumuzda, ama kaçımız bunu bu derece sıcacık, bu derece huzur verici, bu derece çocuksu ancak mükemmel anlatabildik ki?
Geçmişin güzelliklerini yaşar ve yaşatırken şairemiz, aslında o güzel günlerin özlemini de dile getirmiş dizelerinde. Keşke demeden, bugünüyle ilgili “neden” diye sormadan…
Ehhh!..
Zamana dur demek olmuyor. Her gün zarardayız misali, ister istemez zaman bize kendini hatırlatıyor.
Son iki dizeye kadar, sanki zaman hiç geçmemiş gibi hissettiriyor kendini derken…
Bir de bakıyoruz ki, arkamıza dönüp…
Ne elimizde bulutlardan pamuk şekerleri, ne gölgesine basmaya veya tutmaya uğraşan, ne de elleriyle yarattığı gölgeden tavşanı yakalamaya çalışan o masum duygulu çocuk var…
Ölüm…
Hep yanımızda…
Bizim asıl gölgemiz.
Hayatımızın, gerçeğimizin sanalı; varlığımızın peşinden gece gündüz ayrılmayanı…
Bir matem havası, ölüm kokusu ve korkusu uyandıracaksa kara bulutlar, sevilmezler ki…
Güneşte hep gölgemiz olsun, uzamasın hiç boyumuzdan öte…
Varlığımızı takip edenimiz olsun görünmeyen sanal gölgemiz…
Varlığını, korkusunu ve kokusunu arada olsa bile hissettirsin ama ayrılmasın bizden, bizi asla yalnız bırakmasın.
Bırakmasın ki, yaşadığımızı ve geçen her saniyenin kıymetini hatırlatsın bizlere…
Yalnızlığını bu derece içselleştirebilen ve kabullenebilen o yüce yüreğinize sevgi ve salmalarımla İnci Hanım.
Tebrik ve takdirlerimle…
Sevgi ve saygı rüzgârları esenliğiniz olsun efendim.
Dostça ve sağlıcakla kalınız.
Hikmet ÇİFTÇİ
03 Nisan 2012
“GERÇEK DOSTLAR BİRLİĞİ”
Kime : İnci Germenliler 1
Tarih : 02.04.2012 12:19 (GMT +2:00)
Konu : [gercek-dostlar-..] Yn: HAFTANIN ŞAİRİ / ŞİİRİ: İNCİ GERMENLİLER & ÇOCUK AKLI (BULUTLARIN TADI) ***KUTLUYORUZ***
haftanın şairi seçilen değerli arkadaşımı kutlar, başarılarının devamını dilerim.
TÜM YORUMLAR (66)