bülbüller sabaha karşı kuruyor tezgahı
al dostum sana bir küçük ayı
al dostum sana bir büyük ayı
hepsi keder oyuncağı
göğsüne bastır da uyu istersen
iyi bir gök sabaha karşı açar soruları
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
tanrılar gökyüzüne çıkmakla torosları delemez.. yeryüzünde kalamayan tanrıları sorgularım.. iyi ki yazmışsınız..
'bülbülün çilesi yanmaktır güle
ömürler geçiyor ağlaya güle...'
oysa ben kalmışım iki dağ,bir dere
benden selam söyleyin dil-i bül/bil yare...
:)))))))))))
teşekkür ederim sorularıma yanıt veren şair dostlara...ve özellikle de Hak Şahin'i beye:))))))))bayağı yumuşamış gördüm de kendisini,mest oldum valla:)))))ama bir şeyi hatırlatmak istiyorum kendilerine:
'suçu klavyeye yükleme!..'
:))))))))))
ilave istemişsin ya kardeş..
büyük ayı
küçük ayı derkene şair takım yıldızları kastediyor esasen..
gözü yıldızlara takılı düşünüyor ve bir yandan da yazıyor bu güzel şiiri..
gece yarısı müezzin falan lafları edip hacıcavcavları kızdırma..
şair bu şiiri kırlık bir yerde yazmış belli..bülbül sesleri içinde
bülbüller beni çileden çıkardı..göğe çıkasılarım var amma göğün üstün de bir gök ya yoksalamış sanki..
Allah Baba kayırmaz kendiyle aynı burçta olanları ve şahittir ki bu başımın belası sevgili matadorum, hayatı benim burnumdan getirdi demişlemiş üçüncü bentte..
sevgilisini zeusla imlemiş ve ona kahretmiş..sahte tanrı seni gidi seni gidi demiş..
len bülbül ayağına yatma ben senin ciğerini bilirim demiş finalde..
bülbül derede yıkanmış ve pırrrr
işte bu yüzden bu şiirin özeti bülbülderesi bencileyin..
Mutabıkız Mehmet kardeş..
benim taaa o zamanlar yaptığım yorum doğruymuş demek..
''Bülbülderesi''
Efendim şair ik bentte:
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
' Bülbül tezgahı
bülbüller sabaha karşı kuruyor tezgahı
al dostum sana bir küçük ayı
al dostum sana bir büyük ayı
hepsi keder oyuncağı
göğsüne bastır da uyu istersen '
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
derken,sabahın şafağında ezan okuyan müezzinleri bülbüle benzeterek açık istirae yapıyor; yani sadece benzetilen söyleniyor,benzeyen:'müzezzin'lerden söz edilmiyor.(Zaten benzetmede kullanılan unsur sayısı ne kadar az ise benzetmelik o denli etkili kabul edilir.) Bu gösterge öteden beri özellikle Yunus'ta hep ezan okuyan müezzine yorulur. (Çıkmışİslam bülbülleri / Öter Allah deyu deyu)
Şair,ezan sesiyle uyanıyor,gökyüzüne bakıyor,kederli; yukarıda büyük ayı,küçük ayı tekmil yıldız kümeleri hep aynı sakin duruşlarıyla şairin kederine aldırmıyorlar.
Çocukça bir dürtüyle, salt isim benzerliğine atıfta bulunarak 'Al ayıcıkları sarıl da uyu uyuyabilirsen şair'demeye getiriyor.
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
İkinci bentte:
'iyi bir gök sabaha karşı açar soruları
hayır
hiçbir gök delip geçemez Toros’ları
evet
göklere çıkarırlar adamı
hayır
gökleri çıkmakla kartal olunmaz
ömürden çıksam yukarı var mı
hayır
gökte oturan boğanın gözleri bozuk değildir
hayır
birbirine karıştırmaz aşıklarla matadorları
hayır
abacı kebeci öyle sanır
kim isterse savaşsın
kayırmaz kendi burcuna doğanları'
dizeleriyle bir sorgulamadır, başlıyor.
(*Ağır bir ruhsal travmanın ardından,büyük bir ihtimalle aşk-meşk acıları sonrası genelde kadınlar bu tür sorgulamalar yapar,çoğu imana gelir başını örter vs.)
Bu sabah göğünün ilginç sorulara vesile olmasından memnundur.Bu tuhaf sorular nitekim Peygamber'in Mirac olayına kadar gider.İnsanın göğe çıkıp çıkamayacağı sorunsalına kafayı takar şair.
'Hiçbir gök delip geçemez Torosları' sözü şairin ters parendelerinden biridir.Bunu bilinçli olarak tersinden kullanmıştır.Dizeyi ilk okuduğumuzda öğü delip geçen Torosların zirvelerini düşünürüz; fakat şair olağanı değiştirerek şiiriyet sağlamış.(Bendeniz de bir şiirimde 'Tüyünde dil bitti bülbülün ki...' şeklinde bir tornistan denemesine girişmiştim.)
'Göklere çıkmakla kartal olunmaz' dizesiyle sevgilinin mağrurluğundan söz ediyor olmalı; ardından intihar tehdidi:
'Ömürden çıksam yukarı var mı'
Hâlâ birçok insanın emin olamadığı ahiret meselesine gönderme var.Şair kuşkulu...
'Gökte oturan boğa'yla kimi kastettiğini söylersem bizim hacılar beni keser; iyisi mi siz anlayın.
Yani Allah'ın gözünden bir şey kaçmaz,biz ancak O'ndan bir şeyler gizlediğimizi sanarak kendimizi kandırırız; kurbanla celladın farkını o bilir.İlahi terazi eni sonu kurulacaktır,demeye getiriyor.
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
Üçüncü bentte:
herkes aşağılık kalmaktan korkmuyor
aşağıda kalmaktan korkuyor herkes
evet
yeryüzü hiç sevmedi Zeus’u ve yıldırımları
evet
ben de sevmiyorum Olimpos’a çıkarken
insanı unutan tanrıları '
dizelerinde Cahiliye Devrine,Eski Yunan'a göndermelerde bulunarak, günümüz insanının çıkar için aşağılık davranışlar sergilemekten çekinmemesini,güce,paraya tapınmalarını; 'bunların tanrıları nasıl bir yapma tanrılardır ki kullarının çektiği acılara biganedir,öyleyse bu tanrılar sahtedir,gerçek tanrı Allah'tır.' dizeleriyle dile getiriyor.
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
Son bent:
'iyi bir gök her zaman açar sınırları
ey ömrüm
ey dilek
ey aşkım
hepsi
hepsi
bülbül tezgahı '
Şair bu bentte:
'Gerçek Tanrı,Allah,her zaman en kötü kuluna bile kollarını açar; zaten 'Hayır ve şer Allah'tandır.' Kaderimiz yazılmıştır,bütün bunlar o büyük nurun tatlı oyunlarıdır,her sabah bülbül sesli müezzinler bu tezgahı bize hatırlatır.Çünkü o aşktır,o en büyük dilektir, o sonsuz sevgilidir.' demek istemiş.
Bence şairin anlatmaya çalıştığı hikaye budur arkadaşlar,değişik fikirler eklerseniz seviniriz.Saygılar efendim.
yahu benim sevgili şiir muhteremlerim ..diyin bakem bu şiir ne demiş ne dememiş de ona göre ya beğenelim ya beğenmeyelim..
bizi böyle memiş gibi bırakmayın ortalarda..
ve ayrıcana son rumuzum yine patladıldığından bu yeni rumuzuma arkadaşlarımın arkadaşlık tekliflerini beklemekteyim..
hayır
gökte oturan boğanın gözleri bozuk değildir
hayır
birbirine karıştırmaz aşıklarla matadorları
hayır
abacı kebeci öyle sanır
kim isterse savaşsın
kayırmaz kendi burcuna doğanları
...
............
Sayın Fikret Bey Ağabeyim,
Bu şiir hakkındaki değerlendirmelerimiz Nilgün Aras'ın büyük şair oluşuna halel getirmez.Antolojide ilk beş on şairden biri... Nilgün Hanım şiiri biliyor; lakin bizim gibi Anadolu âşıklarının yanında şağirtlik etmiş, hecenin büyülü kapılarında el pençe divan durmuş,kırk yıldır türkülerle haşır neşir olmuş,üstüne üstlük divan terbiyesinden geçmiş birinin, ipi kırık uçurtma özgürlüğündeki şiirlere çok da fazla yüz vermesi beklenemez.Gerçi bizim de serbest denemelerimiz vardır:ama bilinçaltındaki ritmin etkisiyle, elimizde olmadan her defasında (sizin tabirinizle) hecenin dar kalıplarına sıkışmaktan kendimizi alamıyoruz.Belki de bağlamanın on birli heceyle olan aşkı bizi ziyadesiyle etkiliyor.
Elbette ki bu şiirde özgün buluşlar,aklı ters parendelere zorlayan zeka ışıltıları var; ama bu soru- cevap diyalogları, felsefik sorgulamalar bana göre değil galiba.Bir tarafımız hep köylü kalmış neylersin.
Şiir deyince benim aklıma OLVİDO,O BELDE, MONA ROZA, KARIMA MEKTUP, DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN, BEBEK,YER ÇEKİMLİ KARANFİL...gibi şiirler geliyor. Buradaki gençlerin 'ceninli,kusmuklu,araflı,cennetli,cehennemli..'şiir diye iddia ettikleri yazılar, nedense şiir gibi gelmiyor bana.Hoş bizim şiirlerimiz de sıradan sözlerden müteşekkil; ama en azından ahengi ve üslubu
harmanlamaya çalıştığıma okuyanlar şahittir.
Lafı uzattık,yani bu şiir beni sarmadı; ama Nilgün Hanım'ın büyük şair olduğuna imanımız var.Daha etkili şiirleri vardır mutlaka.Her şeye rağmen sürç-i lisan ettikse affola.Saygılar şairim ve güzel insanlar.
'Bir genel müdür yirmi yılda olur, bir yazar otuz yılda ortaya çıkar, bir general rütbesini kırk yılda kazanır, MHP de elli yılın partisi, Tayyip Erdoğan’ın ayaktakımına bakın bir günde köşelerindeki ve ekranlardaki rütbeleri ele geçirdiler ve kaç yıldır gestapolar gibi emirler yağdırmaktan hukuk dışı zorbalıklardan utanmadılar, yorulmadılar...
Kişiler karakterler birkaç yılda bu denli nasıl değişir sormayın, çok sert karışık yıllarda yaşayan Napolyon’un lafıdır: ‘erdemler de kötülükler de şartlara bağlıdır’...
Önünüze geleni, tipini beğenmediklerini hukuksuzca sorgusuz sualsiz içeri alıp bu kaos ortamını yaratanlar düne kadar tavuktan dahi korkak kişilerdi, birkaç yılda insan leşi yiyen sırtlanlara döndürdüler, 12 Haziran’da rüzgar bir dönsün sırtlanların yeniden tavuklaşacağını yine ibreti alem izleyeceğiz...
Tarihlerin değişmez yasasıdır, gözü kapalı sadakatla bağlı olanlar durumlar değiştiğinde en sert en acımasız şiddetin taraftarı olmuşlardır, işte izlediniz Tayyip Erdoğan iktidarında, köpekçe sadakatlerini de akıl almıyordu zalimliklerini de akıl almıyor...
Fikir düşünce akıl hak getire, AKP iktidarı kolay yolu seçti ve ayak takımının aklını değil kin ve nefretini coşturdu, Ergenekon, yazarlar, gazeteler, ordu, millilik, bağımsızlık ne varsa kudurtup üstüne sürdü. Ve bu azgın zalimliklerini bugün yaşayan ben, son yüzelli yılın bütün büyük siyasi olaylarında mahküm ettiğim tarihi şahsiyetleri şimdi acısını görüp yaşadıkça haklı çıkartmaya çoktan başladım...
Sanal ve acısı çekilmemiş kolay birkaç süslü kelimeyle bu denli kuduran bir ayaktakımınız varsa, hani krallığınız için, anayasayı değiştirmek de hem zahmetli olmaz hem anayasaya da ihtiyaç kalmaz...
Eskiler der, öte dünyaya gitmeden yaptıklarının günah olduğunu hiç anlamayacaklar, diyebileceğimiz bir ayaktakımıyla karşı karşıyayız. Bir de Fransız ihtilalı günlerinde söylenirdi, kelleleri gitmeden dogmalarından bir türlü kurtulamadılar, diye, bir ülkeyi fiili işgal mümkündür, düşman ya da içinizdekiler yılların sinsice hazırlığıyla savcıları polisleri ele geçirmesi işte yaşadınız, ancak o ülkeyi var eden o ülkenin ruhunu ele geçirmek mümkün değildir.
Tayyip Erdoğan’ın miting alanlarında saçmalaması ve cemaatin gizli kameralarla kudurmuşçasına siyasete saldırmasının sebebi budur, bu toprağı var eden o soylu onurlu ruhu ele geçiremeyeceklerini anladılar...
Ve biz yazarlara düşen soylu görev de budur, yerli ruhu dirençle ayakta tutacak ve esaretin hiçbir türünü kabul etmeyecek bir isyanı halkımıza sesin ve yazının bütün çeşitlilikleriyle hatırlatmak...
Geçenlerde üniversite sınavlarını protesto eden gençlerin eylemini izledim, bir bebekler sokağa çıkmadı, tütüncüden mimarına kadar herkes sokağa döküldü, 68’i de gördüm 80 öncesini de, ben bu topraklarda ‘devrim’ kelimesinin gençlerin diline bu denli geniş ve yaygın pelesenk olduğu başka bir dönem görmedim, bilmiyor olabilirler hatırlatalım, devrim, isyancının narasıdır.'
..Şu günlerde mert ve onurlu yiğit yazarların kıtlıkta ekmek aramaya benzeyişinden Genç’ ten kıstaslar..
Kalıplar,kalıplar, AH O kalıplar !!! yıkılamayan o derin kalıplar,derin devlet gibi sevgili Mehmet Binboğa Kardeşim !!!
Postmodern şiir, sürreal şiir, o şiir,bu şiir ayırmadan, şiire ahengiyle,felsefesiyle,özgünlüğüyle bize seslenebiliyor mu,herhangi bir şekilde duygularımıza dokunabiliyor mu diye bakmak varken, kalıplara sığıyor mu,romantizmiyle sevgilinin ayaklarını yerden kesebiliyor mu diye bakmak niye ???
İkincisi benim için şiir sınıfına fazla girmemiştir zaten )))
Sizi bunun ötesinde görmüşümdür hep...
Saygılar
Fikret Şahin
Bu şiir ile ilgili 63 tane yorum bulunmakta