İlk kez inmişti şehir’e selim. Âdeta büyülenmişti. Koca koca binalar, arabaların korna sesleri, kalabalıklar kalabalıklar... O kadar çoktu ki... Yer yerinden oynuyor, Adana sanki durmadan çoğalıyordu.
Sindi selim, caminin bir köşesine sessizce. Merak bir yandan, korku bir yandan selimi sarmalıyordu. Bu koca kent kendini yutacak diye selim gerçekten çok korkuyordu.
Biraz yürüdü. Bir kalabalık gördü selim. Bu adamlar ne yapıyordu? Bir seyyar masa koymuşlardı yere. Adam sürekli bağrıyor"Bul karayı al parayı “diye diye, kendini yırtıyordu. Yanaştı iyice selim, bir baktı, bir daha baktı. Bu ne kolay bir oyundu. Gösteriyor du kâğıtları, yere ters yüz koyuyor ve soruyordu. Hangi kâğıtta kara, bul senin olsun iki misli koyduğun para!
Selim güldü. Ne var bunda ya. Bunlar bir şey bilmiyor, bu şehirlilere göstermeliyim dedi. Koyayım parayı, alayım şunların paralarını diye düşündü selim. Herkes hemen karayı buluyor, parayı alıyordu. Selim heyecanla
"İşte kara bu kâğıtta. Al buda elli lira" diyor, bu sırada elini parasının üstünden hiç çekmiyordu. Adam kaldırdı kâğıdı evet kara bu kâğıttaydı. İki elli lirası oldu selimin. Evet, iş bu kadardı. Selim şimdi, gururluydu. Şehirlileri yeniyor, hem eğleniyor hem de para kazanıyordu. Bir bilse bıyık altından güldüğünü kara paracının, bir bilse hepsinin ortak olduğunu etrafının.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta