Aramızdaki yollar,
o kadar uzak değildi, biliyorsun değil mi? ..
Biz ne kadar uzak yolları,
yakın etmiştik, değil mi? ..
Yollar zoraki yürünmez,
yürünmüyor…
Sana giden yollar,
senden gelen yollar,
uzak değil,
biliyorsun değil mi?
Beni düşünüyor musun,
bir an diye, sordum kendi kendime…
Seni düşünmediğim,
bir an var mı diye, düşündüm…
Gülümsedim acı acı…
Yağmurlarda ıslanıyor mu ki diye,
sordum kendime,
bir de, üşüyor mu diye…
Üzüldüm…
Zor bu yaşam dedim,
hem kendini, hem de, diğer yarını düşünerek…
Üzüntü kapladı bütün benliğimi…
Hâlâ seni ne kadar sevmiş olduğumu,
anlayamadın mı?
HASRET TUFANI ESİYOR SANKİ…
Bu sevda balçık ovada yaban güvercini uçurtuyor bana…
Bir gün, bir yıl, üç beş yıl, belki de bir yarım asır geçti hayatımdan, uçup gidiyor veya gitti yıllarım…
Bir örümcek ağı gibi örülerek üzerine yapışmış, bir canlının ölümcül can çekişmeleri gibi, örülerek geçti gitti hayatımın yarısından çoğu yıllar…
Ve kayıp günler, kayıp aylar yıllara dönüşerek, ateşte, korda raks eden bir ben şimdi…
Bir balçık tarlası, bir balçık ovasında yürümek bu dar zamanlarda aldığım nefeslerle…
Ve ben batarak koşmaya çalışıyorum. Balçık ovasında tepiniyorum… Tepindikçe batıyorum aşkın batağına gömülerek.
KURTULUŞ İÇİN EL SALLAYIŞLARIMLA
BALÇIK OVADAN YABAN GÜVERCİNLERİ HAVALANIYOR…
YÜREĞİM BATAKTA ÇIRPINDIKÇA KUŞLAR HAVALANIYOR,
BALÇIK OVADA GÜVERCİNLER KARA KARA BULUT OLUŞTURUYOR SIĞIRCIKLARIN ARASINDA…
Bir aşk şarkısı,
söyle bana,
sabahın ilk güneş ışığı,
sesini yansıtsın.
Bir sesle,
bir ömür bende kal desin.
Sevgim ol,
benim ol desin…
İnlemelere dönüşüyor feryatlarım,
kaybettiklerimle elimde kalanlara bakıyorum…
Boşlukta tesbih çekiyor ellerim, volta atarcasına…
Senden ayrı geçen günlere, yıllara bakıyorum, güvercin sürüleri gibi uçup havalanıyor sanki avuç içlerimden… Kelebeğin kanadının kırılışı gibi acı veriyor içime…
Ve ben bakıyorum kayıp zamanlarıma, günlere, aylara, yıllara…
İçinde kaybolan kendimi, bir kara gölge gibi görüyorum.
Arkasından gelen güneş ışıklarının yansıttığı bedenimin gölgesine bakıyorum, bir balçık tarlası siyahlığında..
Bir yalnızlık çukuru, siyah gözlük takılmış bir göz görüntüsü gibi…
Ve,
HAYATIM DARMADAĞIN, BİN PİŞMANLIK BİN BETER ACI DOĞURDU,
YÜREK DEDİĞİM SÜNGERİN İÇİNDE DAMITILARAK…
Hasret diyorlar bu acının tarifine, hasrete yakılan ozan sözleri geliyor aklıma. Sonunda sabreden erermiş feraha, denilen sözler sığınıyorum…
Ve, yine de,
ACININ ÜSTÜNE SÜNGER ÇEKEMİYORUM…
Bir sensizlik kışı bu,
bir sensizlik bahar beklentisi,
vız geliyor kahrolası ayların isimleri,
hazan diyorlar yaprak dökümlü zamanlara,
baharı kaç kez gülerek gördük,
kaç kez bedenimiz donmadan yaşadık kışları…
HAYAT MEVSİMLERİ SAYARAK GEÇMİYOR,
HELE AYLAR.
BİR SOR DİYORUM İÇİMDEKİ ACININ TARİFİ NASIL OLUR?
Ve ben,
Kaybolan günışıklı günlerin, kayıplarla kararmasını yaşıyorum…
Sense, hangi kuru yapraksın hazanda?
Hangi zamanın güneş ışıkları patlıyor omuz başlarında?
Ve hangi yılın Eylül’ündesin?
Sen biliyor musun gece yarıları saat kaçta başlar,
senin zaman diliminin başlangıcı kaç,
HANİ BİZİM İÇİN BÜTÜN ZAMANLARIN TEK BAŞLANGICI VARDI.
HANİ O UNUTULMAZ ZAMANDA YAKTIĞIMIZ SİGARALAR,
NEDEN CİĞERLERİMİZDE KAHIR DUMANIYLA PATLIYOR?
SEN NERELERDESİN BE YAR? ..
BEN SENİN NERENDEYİM,
SEN BENİM NE TARAFIMA DÜŞÜYORSUN,
Yönleri şaşırttın bana, batıyı doğuyu karıştırdım…
Uçuyor içimden yaban güvercin çığlıkları, çığlıklarım karışıyor aralarına
Ve ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA KALIYORUM HAYATIMLA…
İŞTE BÖYLE,
HASRET TUFANI ESİYOR SANKİ İÇİMDE…
VE BEN,
BULUTLARIN İÇİNDE SAVRULUYORUM…
Savrulmak bu hayata,
hayattan savrulma bu…
Belki de dökülmek bu bir küfeden,
alta kalanların ezilmesi gibi.
EZİLDİK BU ÇAMUR BATAK ALTINDAN,
VE,
EZİLDİK EZENLERİN ARASINDA KALARAK.
ÇIĞLIKLARIM KARIŞIYOR HAİN GÜLÜŞLERİN ARASINA…
Ve,
düştüğümü zannedenlerin bakışları arasında yar…
Tutunuyorum Albatros kanatlarına, kartal uçuşu gibi, aşağıya düşer gibi süzülüşle, tekrar tepe taşına tünemeye…
Ve, BEKLİYORUM YALNIZLIK ÇERÇEVESİNDEN KALKACAK GÖLGE TEBESSÜMLERİMİ…
Üzüntü kapladı bütün benliğimi…
Uzak yolların ucunu görmeye çalışıyorum. Upuzun kıvrımlarında bakışlarımı dolandırıyorum, kimsesizliğimin feryatlarıyla…
Az mı yakın eylemiştik, sana, bana çıkan yolları, ortada buluşarak…
Ve,
pencere camlarına yağmur yağıyor, ıslanabileceğin düşünceme bakıyorum, sıcak odamın camları arkasındaki kar serpmesine benzeyen yağmur damlalarının pırıltısına…
ISLANIYOR MUSUN,
ÜŞÜYOR MUSUN,
ÜZÜNTÜMÜ DUYUYOR
HİSSEDİYOR MUSUN?
Bana bir bak, bir kendine bak,
unutulmuş aşk dediğimiz sevginin inlemelerine bak…
Yüreğim üşüyor,
sevgiden sevmekten bihaber derdine, can derdine düşmüş bir acı yumağı bana bak…
AŞKI ÖLEN BİR YÜREĞE BAK,
SEVDA İÇİN ACIYA ÖRTÜNMÜŞ BANA BAK
VE SANA BAK…
Son tango raksları gibi ritim tutturuşuna bak bedeninin…
Ve
BANA HİÇ SORMA ÇOK ACI ÇEKTİN Mİ DİYE…
BU ACI DEĞİL HASRETİN TUFANI
KAR TANELERİNİ DÖKTÜRÜYOR YÜREĞİMİN ÜSTÜNE…
Ve ben maffoluyorum, kayboluyorum bu tufanda…
Sen üzüleceksin diye üzülüyorum…
Artık seni sevmiyorum,
bunu söylemek bir kaçış,
bunu da biliyorum,
ama,
başka çarem yok…
Bu sevda hasret tufanı estiriyor içimde sanki…
Bu sevda yaban güvecini uçurtuyor bana.
Magosa
Mustafa Yılmaz 4Kayıt Tarihi : 13.1.2009 16:16:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

namık cem
TÜM YORUMLAR (8)