Sabah ezanıyla uyanırdı anneannem.
Sobamızı yakar, çayı ocağa koyardı.
Evdense ilkönce babamız çıkardı.
Çocuktuk, her sabah annem saçlarımızı tarardı.
Bizi ikiz sanırdı tanımayalar.
Gül ve inci babasının minicik kızları.
Ona papatyam diyordu babam; bense çilli begonyası.
Uzuyordu saçlarımız onun toprak kadar verimli,
Güneş kadar sıcak kucağında.
Benimki kestane, İnci’ninki sarı.
Güller takıyorduk, kurdelelerimizin kenarlarına.
Annemin diktiği askılı elbiselerimizi giyiyorduk,
Hani ablamın üzerine nakıştan menekşeler işlediği.
Katlıyorduk kırmızı pabuçlarımızın üzerine beyaz çoraplarımızın fırfırlarını.
Ve yürüyorduk biz el ele zamana hiç aldırmadan.
İki arkadaş, iki dost, iki gülen yüz, bir elmanın iki yarısı.
Babamızın işten dönüşünü bekledik, oturduğumuz kaldırımlarda.
Onu gördüğümüz vakit sokağın başında, minicik yüreklerimiz kanatlanırdı.
Ve hep birlikte hazırlardık, akşam sofrasını.
Ne hayat yaşıyorduk ama; kalabalık ve huzurlu.
Eniştemin ablamı bir Temmuz ikindisinde alıp götürüşü ile başladı yaprak dökümü.
Sonra babacığımın bir kuş gibi uçup gitmesi aramızdan.
Onun içindi belki birbirimize öğle tutunmamız; geride kalanlara sarılmamız sımsıkı.
Ve hiç gitmeyecek sandığım hani elmanın diğer yarısı, hani yuvanın en küçük kızı,
Sende gittin çok uzaklara, kaydı gökyüzünün en çocuk yüzlü yıldızı.
Bu sene de gelmeyeceğini yazıyorsun Almanya’dan; beni mektupsuz bırakma emi.
Ekmek ufakları biriktiriyorum şimdi, penceremin kenarında.
Gün aşırı uğruyorlar kuşlar yanıma,
Bu şehrin tüm yuvasız kuşları...
(15.04.2003)
Kayıt Tarihi : 2.11.2007 15:42:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)