Var mı erkeği cesur, kadını arlı başka millet?
Ölse de mağlup edilmeyen, çekmeyen esaret
Düşmana kurt, dosta kuzu edasında meziyet
Bu Müslüman Türk milleti
Misafirperver, yardım sever, mazlum yanında.
Cesareti, merhameti sevilir, Allah katında.
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Atlarını karnından, yiğitlerini burnundan tanır gören
At, avrat ve silah namuslarıdır, savaşları da görsen bir tören.
Şehitlikte yarışırlar, şeb-i aruz bilirler, sanki ki bir şölen.
Bu Müslüman Türk milleti.
gönülden kutlarım muhabbetle
buda benimki
Destan-ı Türk
At bindik, at sürdük,
Yay gerdik, ok attık,
Merde değil, namerde kılıç çektik,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’üz.
Hunlarla tarih sahnesine çıktık,
Oğuz Hanla destanlaştık,
Kürşat’la aşılmaz Çin setini aştık
Ezelde Türk’tük, halde Türk’üz.
Göktürklerle ilk ismimizi aldık,
Orhun da abideyi belgeyi yazdık,
Ural’ları aşıp Avrupa’ya vardık,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’üz.
Sal-tuk Buğra Hanla İslam olduk,
Dede Korkutan öğüt, Yesevi’den feyiz aldık,
Türk İslam sentezini kurduk,
Ezelde Türk’tük, halde Türk üz.
Asya’nın bağrından çıktık,
Atilla’yla Avrupa’nın kalbini deldik,
Dosta dostluk, düşmana korku saldık.
Ezelde Türk’tük, halde Türk’ üz.
Malazgirt de Alparslan’la zafere ulaştık,
Anadolu’nun kapısını ardına kadar açtık,
Romen Diyojen’i esir aldık, misafir eyledik,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’ üz.
Güneyde Yemen’e kadar aldık,
Kuzeyde nerdeyse kutba dayandık,
Akdeniz’i Türk gölü yaptık,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’ üz.
Bir öldük bin dirildik,
Binlerce savaşa girdik,
Nice alınmaz kalalar aldık,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’ üz.
Onca imparatorluk kurduk,
Çağ kapattık, çağ açtık,
Orta çağın karalık zulmetini yıktık,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’ üz.
Kılıçla değil, ilim irfanla savaştık,
Medreseler açtık âlimler yetiştirdik,
Her konuda, her sahada başa güreştik,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’ üz.
Hiçbir yeri yakıp yıkıp talan eylemedik,
Karanlıklar içindeki Avrupa’yı aydınlattık,
Her yerde medeniyet, uygarlıkta iz bıraktık,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’üz.
Ötüken, Ergenekon, Manas da destan yazdık,
Düğüne, toya gider gibi savaşa kucak açtık,
Türk olarak doğduk Türk olarak yaşadık,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’üz.
Hep zulmet-i zilletle savaştık,
Haktan, hukuktan, adaletten hiç ayrılmadık,
Hiç kimsenin diline, dinine, ırkına karışmadık,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’üz.
Çanakkale’de Atayla destanlaştık,
İstiklal uğrana dede torun ölüme kucak açtık,
Bir ülkü, bir devlet değil, dünya ile savaştık,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’üz.
Bunlar bizim şanlı tarihimiz,
Şanla şerefle dolu mazimiz,
Tarih bizi biz tarihi yazarız,
Ezelde Türk’tük, halde Türk’üz.
Bilal ÖZCAN
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta