Kötü insan kötünün yanına gider diye bir söz vardı…
Ben buna hiç inanmamıştım.
İnsan durudur…
İnsan özdür…
Diğer sıfatlardan hep uzak kalmıştır…
Ama bazen insan bulanır ve düşüncelerinden, sahip olduğu düşünce ritimlerinden uzaklaşır. Ve mantığın bile alamayacağı acı düşüncelerinin içinde boğulur…
Bir girdaptır bu…
Dolandıkça çevresinde dibe düşülür…
Ve an gelir ki dibe vurursun…
Ve an gelir ki mantık durur…
Ve acı kapı arksındaki bir kilit anahtarı gibi sallanır durur düşünceler…
Bir çıkmaz başlar, hayatın bütün boşlukları peşi sıra takılır birbirlerinin peşlerine…
Bir umulmaz zinciri başlar ve girdapta dönülme devam eder…
Acı, acı çekenlerle tek başına büyür…
Bir umursamazlık yalnızlığıdır acıda kayboluş…
Sindirilemez içine ve kayboluşların kapısı açılır…
Varlığıyla yokluğu arasında dolanır durur hayat…
Acı acılara hep gebedir…
Ve bir saklambaç oyunu başlar hayatla…
Kaçışlar,
kovalamacalar,
tut tutabilirsen artık acı urganının ucunu…
kendi kendini sarmalamaktır bu acıya dolanmak…
Kurtulmak istedikçe batarsın, gömülürsün düşünce fırtınalarının yarattığı hırçın dalgaların altına…
Bir çıkmaz sokakta var güçle koşmaktır bu…
Geçmişin kovaladığı geleceğin bir set gibi önüne atıldığı bir duvardır yaşam artık üstünden düşmemek için sek sek dolaşıldığı…
Korkulardır hayatın boşluklarını doldurduğu…
Bütün hayaller kumdan kuleler gibi dağılarak yıkılır…
Bir toz duman, bir kum fırtınasıdır içinde gözlerini elinin tersi ile koruduğun…
Bir cümle dökülür dudaklardan…
Hayat,
ben seni çok sevmiştim ama sen kalan çeyrek yaşamı, yirmi dörde altı çeyrek kala saatin yelkovanında terk ettin…
Bu hayat kimde düz kalmış ki bende kalacak dersin, ellerin arasında başın, dizlerini ve tabanlarını hızla vurursun toprağa…
Ezmek istediğin kaderindir sanki…
İşte o an, zamanın seni terk ettiğini görürsün…
Durmuştur hayatın bütün kesitleri üst üstte…
Ben seni sevmiştim hayat demenin tam zamanıdır…
Ve ters iki cümleye takılır kalır beyin diplerindeki düşünceler…
Değersen değerlisin…
Değerliysen değersin…
Bu düşünceler bir baştan sona, bir sondan başa çeker hayatın yaşam kesitlerini…
Ve başlarsın her kesitin siyah beyaz karelerine bakmaya.
Hangisinde varsın, hangisinde varlar, yaşadığın anıların kâh sevinçli, kâh hüzünlü olanlarına…
Eski zaman şarkılarında bulursun kendini. Hafız Burhan’ların boğazda kayıklarla dolaştığı zamanlardaki yanık ezgilerde veya son zamanların sevinç veya hüzün şarkılarındaki tariflerin birinde bulur ve mırıldanırsın, değenlerle, değmeyenlerin yaşadığı bu dünyada…
Tercih etme şansın bile yoktur, hep birileri bir yerlere koyarlar geçmişimizle geleceğimizi…
Ve düşünce girdaplarında dolanırken sevdiğimiz çok sevdiğimiz gelip oturur ilk günkü bakışınıza, bir aynaya sanki…
Düşünürsünüz, verdiğiniz değerleri ve aldığınız değer görmeleri…
Geçmişle gelecek arasındaki ipe atılan bir kör düğüm vardır sanki…
Yaşam hareketlerimiz ve düşüncelerimizin ikisi arasında gider gelir sanki…
Kendi kendimize kararsızlığın şaşkınlığı deriz, düğüm çözülmedikçe hayıflanır ve kendimizi yeteneksiz zannedip başarısızlıkla suçlanırız…
Oysa herkes gibi bir yerlere gelinmiştir. Varlıkla yokluk arasında düşmemek için bir halat, köprüdür hayata…
Ne elde ettiklerimiz, ne de kaybettiklerimiz bize yetemez belki de…
Kayıplar arasında, canımız, bir tanemiz dediğimizle, kızgınlık duyduklarımız arasında unuturuz kendi değerimizi ve ben bir değerim, kendime yetmeliyim
Dediğimiz anda ise belki de çoktan terk edildik.
Veya
yeni bir aşkın nefesi çarptı yüzümüze…
Sanki bir poyraz soğukluğu ile işledi içimize…
Kaybettiğimiz sevgiyi düşünürken karşımıza yepyeni gülen bir yüzle yeni aşk gelir oturur göz perdelerimize…
Öyle ya,
kayıplarla, elde ettiklerimizin bir savaşında buluruz belki de kendimizi…
Ama
yüreğimizi ısıtan yeni aşk ise, bütün pencere camları kırılmış gibi, baharın çiçek kokularıyla içimize sevinçle doluşur…
Ve
seni seviyorum hayat diyemeden ta göbeğinde buluruz kendimizi yeni aşkın…
Geçmiş mi önemliydi, gelecek mi, işte bu ayrışımda kalakalır insan…
Ve düşünürsün,
az mı yaban güvercinleri sıkıntıyla uçmuştu başımızdan…
Az mı darda yaşadık,
az mı dar çerçeveyle sıkıntıyla baktık yeni doğan güneşe…
Kaç kere bağıra bildik yeni gün doğumlarında güneşe…
Güneşin ışığına tutunmak için,
merhaba yeni günü görebilenler…
merhaba, iyi ki doğdun sevgi içime…
İyi ki seni yaşadık…
Ve
İyi ki acısıyla, sıcağıyla tutunabildik bu yeni, yeni günlerle, yeni gün ışıklarına…
Korkmadan…
Ağlamakla omuzlarımız titrercesine, ben bunları hak etmedim ki.
Veya
Birisi diğerine,
önce sen beni hak et dendiğini duymadık…
Hak etmek,
hak edilmek,
değil midir?
Değersen değerlidir,
değil midir
değerliysen değerliyim diye…
Hayat her gün kör bir bıçakla doğruyor bedenimin bir yerlerini…
izmir
Mustafa Yılmaz 4Kayıt Tarihi : 22.5.2009 11:25:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Biten bu masal, belki de, bir başka efsanenin başlamasını sağlamıştı... Rıyasız, hilesiz, dik, yeni bir aşkın doğmasıdır belki de... her masal bir efsane doğurur... Hayat bir masal olsaydı çoktan bu masal bitmişti...
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/05/22/bu-masal-bitti-deneme-1.jpg)
Ve
seni seviyorum hayat diyemeden ta göbeğinde buluruz kendimizi yeni aşkın…
Geçmiş mi önemliydi, gelecek mi, işte bu ayrışımda kalakalır insan…
Tek kelimeyle harika efendim. Yüreğiniz ve kaleminizi kutluyorum. Anlam içeren güzel bir deneme olmuş. Saygılar.
namık cem
burda kaldım işte...tüm yazıdan sonra aklıma burası kazındı...tamdaburada takılıp kaldım...bu bir cümle beni anlattığı içinmi...
Varlığıyla yokluğu arasında dolanır durur hayat…
Acı acılara hep gebedir…
Ve bir saklambaç oyunu başlar hayatla…
Kaçışlar,
kovalamacalar,
tut tutabilirsen artık acı urganının ucunu…
kendi kendini sarmalamaktır bu acıya dolanmak…
Kurtulmak istedikçe batarsın, gömülürsün düşünce fırtınalarının yarattığı hırçın dalgaların altına…
Bir çıkmaz sokakta var güçle koşmaktır bu…
kutluyorum güçlü kalemin seslerini..
namık cem
TÜM YORUMLAR (4)