Bu Kadar Yanlış Yapmaya Hakkım Yoktu...

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Bu Kadar Yanlış Yapmaya Hakkım Yoktu...

Biraz sonra sabah olacak, belki de ilk defa yıldızları özleyebileceğimi düşündüm....
Özlemle son kez bakmışçasına yarısı gölgelerde kalan ay'a baktığımda, yılların ardında kalmış yarım kalan düşüncelerimi ve de isteklerimi düşündüm...

Kayıplıklar içinde kalmak için, gidilen adreste sadece aitlik duygusu ile başlayan bir yaşam kesitinin içinde kimsenin bildiği ne bir adres, ne bir isim, ne de kayıplık kalana ait bir adres vardı...

Sadece bu gidişe dahil olmuş insanın içindeydi geride kalana dahil özlemler, koku, isim ve yüz mimiklerinin tariflerinin yapıldığı, söylenen şarkıların tınısı, gidilen ve sevilen yerlerin adresleri ve orada yeşermiş, büyümüş kocaman ulu ağaç olmuş, etrafında mor salkımlı çiçeklerin bulunduğu bir belde, bir yalnızlık alanı, bir ulu sessizlik tarifini yapabilma özlemi kalırdı giden o kişinin hafızasında silinmemecesine...

Bilirdi ki eski günlere ait ne bir kokuyu nefeslemek, ne de bir el tutuşmasındaki sıcaklığı hissetmek ve her şey kimsesizler mezarlığındaki sessizlikle bir selvinin gölgesi altında iki mezar taşı arasındaki yeşermiş toprakta idi...

Gidenlerin da zihninde özlemler kalırdı...

Bazen içimde tuhaf bir boşluk olur, garip garip çarpışırım, beynimdeki çelişkili düşüncelerle…

Garipserim kendimi, yalnızlığın içindeki yalnız bir kuşun titreyişleri gelir aklıma, neden korkar diye sorarım kendime neden, korkar, yalnızlığından mı, yoksa yaşamdaki kalabalıklarından mı, garip garip öten diğer kuşlardan mı, yoksa özgürce uçuşacak zamanının çokluğundan mı, yoksa bu zamanı kullanırken tekrar karnını nasıl doyuracağından mı?
Gariplik zaten burada değil miydi, yapmakla nasıl yapılamayacağını bilmediği bir durumda mıydı, aslında korkuları vardı tıpkı suçsuzlar gibi, suç işleme korkusu veya gecelerdeki karanlığın sessizliğindeki garip ışık oynamaları gibi kıpırdanışlar mıydı gölge oyunlarında, yoksa kendine has düşüncelerinden çıkacak labirent korkularından mı, hâlâ çözülemeyen oyunlar mıydı hayatını allak bullak eden…

Sonunda hep özgürlükte olma düşüncesi mi, yoksa riyasız sevmenin kısır döngü halindeki git gelleri miydi perişanlıklar…
Gitmek veya kalmak arasındaki farkı çözememek miydi sevgiliye sıkı sıkıya bağımlı olmak…
Veya tüm yaşamdaki kuşlarında uçma hakkı olduğu gibi veya tüm kuşları özgür bırakılması gibi hür mü olmalıydı insan…

Riyasız sevgide, tek bir soruya bağlanmaksa, hayat sanıldığı kadar uzun değildi... Önemli olan umuttu aslında belki de, umut arkasından gelen bir delta şeklini almış zamana bağlı hayat değil miydi?

Yaşam şartı vardı aslında severek yaşam, sevilerek yaşam değil miydi ömür boyunca bu düşle yaşamak…

Yaşarken sevebilmek ne kadar da ters bir pişmanlık cümlesiydi bu düşündüğüm ki, her şey sevginin o muhteşem gizeminde saklıydı…
Belki de hayatta en zor şey hataların pişmanlığını kabullenmekti…
Sonuç mu sadece beklemek kadar umutlu kalmak…

Geçmişe hiçbir zaman etki edemeyerek yaptığımız hatalardan kurtulmaktı ama bu imkânsızdı ve ben hataları yapmaya devam edecektim belki de…

Ve…
Yaşam sevmeye dahil olmuş bir ömürse eğer, hedefin en yakınına doğru, birkaç adım daha atarak, yaşamın mavisinin en koyu mavisine ulaşmak belki de severek yaşadığımız bir yaşam olurdu…
İçimden çoğu zaman yükselen seslerin içinde, hep sen vardın sevgili, hep sen konuşuyordun içimden, benim söyleyemediğim tüm düşüncelerimi bana art arda tekrarlıyordun, “çok sev beni ve hep küçücük şeylerle şımart, beni” diyordun…

Uykusuzdu gözlerim azap doluydu içim, kaybetme korkuları kâbusum olurdu hep geceleri, bu yüzden ben hiç kokmazdım gecelerden, hep içinde yaşamayı öğrenmiştim gecelerimdeki yalnızlığımda, sen kaybetme duygularımın içinde kanat takmış uçuşurken düşüncelerimde, ben kâbusun ruhumdaki darbeleri ile uğraş veriyordum…

Düşündüm de ne kadar da çok söylenmemiş sözlerim kalmış geceler boyu sana anlatmalarıma rağmen, sen içimde mızraklarınla deşerken yaralarımı, ben senin düşüşünü kesit kesit yaralarımla acınıyordum sana, "gitme be sevgili" derdim gizliden sana söylenmemiş sözlerimle, anlatılacak senin çocuk yanına, masallarım var derken, bilir misin ben ne kadar da çok çocuklaşırdım, "gitme be sevgili gitme," kurt kuzuyu avlıyor, düşeceksin sabahın tanına yaralı biliyor musun, düşeceksin ve ben sensiz artık zorlarım bu yaşamı inan sevgili inan zorlanırım…

Dönmeyesiye, dönemeyesiye bir gidiştir bu, arkada kalanın göz yaşlarına bakmamak için arkaya bakmadan bir gidiştir bu, belki de yılların arkasına saklamak için tüm geçmişi sarmalayıp terk etmektir bu yaşanan tüm nefesleri, sadece akılda kalan bir damla göz yaşını saklayan gözlerdir ve tınısı yalnız telaşsız gidişten kalan, veda hisleri ile yürekte tarifi olmayan o sarsıntıların acınılası sesleridir...

Aslında bir kayıplıktır, aslında bir kayboluştur, tüm anılara gömülmedir bu sessizce hırpalatan gidişler...

Aslında bilinir bu gidiş sonrası geriye gelinemeyeceğini, aslında tek yer vardı gidilecek, sadece hüznün köprüsünden geçerek sığınacak bir liman bulmaktı çözüm...

Yalnızlığıma sıkılgan gülüşlerimi kısarak yapıştırmaya çalışıyordum durmayasıya, duramasıya.

Çünkü bana bu işi yapacak ve beni bu dar zamanlarımdan kurtaracak kimsem yoktu, en çok yalnızlığı böyle anlarda hissediyordum içimden kalkan öfke kıpırdanışları ile “çaresiz ben buyum ve bu yük de bana ağır gelmez” diyerek ruhumun açmazlarından sıkılgan ve kısık gülüşlerle güç kazanıyordum…

Ve yarınlar da benle gülüşlerimle olacak diyordum hep kendi kendime…

Tüm düşler, tüm düşünceler, arda kalmış tüm sözler ve tüm düşünceler çarpışıyordu kendi kendileri ile ve söylenecek sözler ile söylenmemiş cümleleri birbirleri ile cebelleşiyordu fikir dünyamda ve de düşünce yalnızlığımda...
Hayata tutunduğum tüm teselli cümleleri ile boşverdiğim anılara ait cümleler, bu günlerin kıvrak düşünce cümleleri ile savaş halindeydi beynimde...

Kendimle tüm düşüncelerim ile savaş halindeydim ve kaybettiğim benlik ardına düşen her yakarışımla atak hareketler halindeki benliğim bir kayıplık zamanları ile baş etmeye çalışıyordu...
Ve ben kendime has düşüncelerimin özlemlerini içimde hissettikçe, ter, acı ve yara kabuklarının koparılışları ile kendi kendimle baş etmeye çalışıyordum...

Bazen kopup geliyorum kendime ve boş veriyorum bu savaşın kurallarına... Oysa savaşta her şey mubahtır diyordu kendi ile baş etmeye çalışırken, karşıma dikilip diklik abidesi özentisi içinde olan o gözümde devleştirdiğim, fikirlerimde abideleştirdiğim, buğulu gözlerin unutulmaz sahibesi...

Çapraşık ve uçuşkan düşünceler bunlar, her an başka bir yeri ağrılar içinde kıvranan insanların ağrıları, değişkenlikle vücudumda dolaşıyordu...
Nelerimi yitirmemiştim bu günlere gelene gelişime kadar, neler toz duman buhar haline gelmemişti, hayatımdan?
Dedim ya bedenim değişim halinde...
Bu düşüncelerin tümü ile uğraş verirken, yaralanmış bir beden gibi düşünce yorgunu olarak bir anda, bir köşede suskun bedenlerden biri oluyordum...

Yanlışlarım da benim yaşamıma dahildi…

Bulutlar da çoğu zaman yüzerdi gök yüzünde, karası moruna karışmış kâbuslar yaşatırdı o anlarda ve sevgililer korkardı ıslanmaktan, oysa yağmurlar yağsın beraber ıslanalım derlerdi çoğu zaman birbirlerine, sonra aşk susadı hasrete, şarkılarda kaldı uzun uzadıya, bir de yanına yağmur korkusunu aldı ve aşk ağladı birbirlerinin omuzlarını özleyerek, bakıştılar uzaklara, uzak yollara, önce varoluşu düşündüler, birlikte nefes almalarını, sonra vedasız gidişleri astılar omuzlarına, ardından ayrılık şarkılarına asıldılar ve kimsesizlikleri ile uzun zaman ağladılar varoluşlarında kalan yalnızlıkları ile, onlar sevdalı idiler ve hep birbirlerine sevdalı kaldılar da hiç pişman olmadılar...

Her gün çerçevesinde değişen bir resim gibiydin, gözlerimden geçirdiğim düşüncelerim ile...

Her gün sen halini değiştiriyordum, bazen başına bir şapka takıyorum, bazen de soğuktan avuçlarının içine ağzından ısınmış nefesini üflüyormuş gibi avuçlarını ağzında birleştiriyormuş gibi bir resme benzetiyordum, bazen de saçlarından yağmur suyu damlıyormuş gibi omuzlarının ıslak halini gösteren bir resim iliştiriyordum çerçeveye…

Bazen korkudan büyümüş gözlerini, çoğu zaman da ağarmış yüzünün masumluğunu çiziyordum…
Şimdi bakıyorum da o resimlerden beynimde hangisi sabitlendi diye, ama boşa almışım tüm resim karelerini, geride sadece asıldığı yerde duran bir çerçeve ve çerçevenin içinde, gök mavi bir duvar, gözlerimden boşaldığın gibi...

Umarım bir gün hayatımdan boşalacaksın, hele son astığım resimde sağ gözünün kirpiklerinin arasından boşalıp, çene kemiğine doğru akarak koyu bir damla olarak yuvarlanmış göz yaşın birikmiş düşmekle kalmak arasında kararsız olan..
Hayat bu sevgili, bir gün hepimiz yuvarlanacağız ki tutunacak yerimiz şüphesiz çok az olacak...

Galiba ben görmek istediğim yüzünü çerçevelere getiriyordum…

Yani sevgili, ben senin hep dar zamanlarında yanında bulunuşumu çerçeveliyorum duvara mıhlar gibi, gözbebeklerime…
Yani sevgili, ben seni sevmişsem, dar günlerinde sevdim derler ya...
İnsan çoğu zaman gülmelerinde kalabalıklaşır… Oysa sen benim karanlık günlerimde de kalabalıklaştığımı sandığım insandın… Ne yazık yanılmışım. Bu benim inanmışlığımın bir hatası idi ve en çok böylece vuruldum can yüreğimden… Ve ben seni unutmaya çalıştıkça azalıyordum, yaşamdan… Sensizliği düşünmek bile bir azalmaydı benim için, hayatın sevinçlerinden…
Ve böylece batıyordum dizlerime kadar hatalara…

Aslında bunların tümü, bölünmüş duyguların perişanlığını veriyordu sevda adına acılanmalarla…

Belki de tüm acılanmalar, sevdanın içinde varlığı ile ulaşabileceği yaşamının sonuna kadar ulaşacaktı şüphesiz ama önemli olan unutmak değildi, yaşanmışlıklara varlığımı ortaya atarcasına sayılan kalabilmekti…
Evet seni ilk seviyorum dediğim günden bu günlere değişmeyen her şeye rağmen değiştirmediğim hislerle ben yaşama tutundukça sana tutunma isteğimde kalacağım şüphesiz ama affetme duygularımı da göz artdı ederek içimdeki öfkeleri bastırmadan…

Evet, sevmek ayrıydı, hak ve hak edilmek ayrıydı, biliyordum ki sen yine de her şeye rağmen hak edilmeyen bir yaşama lâyıktın…
“Beni hak etmelisin” derken bile düşlediğin büyüklük duygusu, senin batışın olmuştu. Çünkü sevgi ihanetlerle el ele dolaşamazdı
Her şeye rağmen güneş geceyi bölerek sabaha ulaşıyordu.

Gece ve güneş her günkünden farksızca ağartıyordu gece artığı sabahı…
Ve düşünceler yorgunlukları ile parçalanıyordu ve umut sabahın tan yeli ile yeni gün sabah düşünceleri ile dolarak, bedeni sarmalıyordu…
Ve ben, her uzun gece sonrası gibi yorgunluklarımı omuzlarıma asarak zapt ediyordum…
Gece, sen ve ben bir üçlü kumpanya oluşturmuştuk düşüncelerin çemberinde…

Zaman herkese göre aynı saniye aralıkları ile devam ederken, kişiye göre mutlak anlar vardı ve bu anlarda, kişinin hissettiklerine göre mutluluk veya acılarına göre saniyeleri yaşamak varoluşları gösterirdi... Zaman herkesin zamanıydı, ama mutluluk herkesle aynı anlarda hissedilemezdi...
Sen ve ben sevgili acılarda birleşip, mutluluklarımızda beraber gülümserdik... Hüzünlerde ise ayrı ayrı zamanlarda dalar giderdik zamanın gerisine... Hayat bizi sadece hüzü nlerde ayırırdı...
Oysa ben senin hüzünlerini hep aynı anlarda yaşardım ki bu da benim hatalarımdan biriydi...

Aslında sen varlığındı yaşamımdaki yanlışın gerçekliği...
Bilmediğim tek şey vardı bu konu da, geçmişi affetmenin tek şansı vardı ve bu gelecekte defalarca af edilemezdi, mutlak ana, yani yeni yaşama dönünce…
Sen ve ben sevgili, biz bu yaşamın ayrı ayrı yaşayanları olarak, bir kader bağı ile bağlıydık ve ayrı yaşamlarımız birleşerek tek bir yaşama dönüşmüştü, böylece biz tek yaşamda iki kişilik bir birleşimde yaşıyorduk…
Sen benim için, ben senin için ayrı ayrı zamanlarda hüzünde yaşıyorduk…

Ve bunun adına birleşik yaşamlar diyorduk ki bu hataya da düşmüştüm ben ve herkes kendi kaderini yaşıyordu, belki aramızda bir kader bağı vardı ki bunu yaşamak bizim elimizde olmayan bir alın yazısıydı…
Ve bu yazgı biz birbirimizi seviyoruz dediğimiz anda bu kadar içine girmiştik…
Ve bu "yaşa da gör" cümlesine dahil olmuştuk…
Bu bir gerçeklikti aslında mutlak yaşamda, hayalcilikten çıktığımız anlardan sonra…
Ve var olan mutlak anda bulunmaktı gerçekte…
Belkisiz bu da sen varlığına yapışmaktaki benim yanlışlarım da benim yaşamıma dahildi…

Aslında meselem vardı hayatla, kendimle, sevgi denen bağımlılıkla ve sevginin çıkmazları ile, belki de zorlaştırdığım kendi anlayışlarıma göre meselelerim vardı ki, sahipsiz kalmalarıydı asıl beni ruhsal açıdan dara sokan...
Tek meselem bence en önemli olan ki, doğruda kalmak ve doğrularla güç kazanmaktı, en çok ağrıma giden yanıltılmamdı hayata dahil olmuş sorunlardan...
Aslında güçlü bir uğraş gerektiriyordu, kim olduğunu düşünmeden savaş açmak ve bu savaştan huzurla çıkmak gerekliydi ki zoruna bir yaşam getiriyodu arkasından...

Ama benim meselemdi bunlar ve ben bu uğraştan kim olursa olsun hatta en çok canım dediğim sevgi dahi olsa savaşımı terk etmemem gerekti ki bu da yıllara uzayan zoruna bir yaşam demekti...
Belki de meselem bakmaktı, bakış açısındaki düşünce farkıydı, belki de bakış açımı küçültmüştüm veya yüksek tutmuştum, çoğulda bana zarar verdiğinde üzüldüğüm en yakınımdan vurulmuş olmamdandı...

Ama meselem benim meselemdi, şikâyetsiz içinde uğraşta var olmaktı sevgili dahi olsa...
Ki hayatımı zorlaştıran hatalarımdan belki biriydi...
Kahredici bu yalnızlığın ardına baktığımda sadece, ihaneti, yalanı ve de riyayı görmem, beni daha çok yalnızlığa itti galiba...

Aslında sen varlığındı yaşamımdaki yanlışın gerçekliği...
Atacağın adımlara iyi bak, biraz sonra yüreğine, sesim doluşabilir, dikkat et bu gece, bir yanlış daha yapıp “seni ben gerçekten çok sevmiştim” diyebilirim...

Yine siyahı moruna karışmış yağmurlar yağıyordu gökgürültüleri ve de şimşekler eşliğinde, onlar yine sevdalı idiler ama yalnızlıklarına gömmüşlerdi birbirlerinin sevdalarını, onlara aşk dediklerinde hep var oluşu sevdadan yana tarif ettiler...
Onlar sadece aşka inanmıştılar, aşkla yalnız da olsa nefes aldılar ama inkârcı olmadılar hiç birbirlerine...

Yanlışlarım da benim yaşamıma dahildi…

Kahredici bu yalnızlığın ardına baktığımda sadece, ihaneti, yalanı ve de riyayı görmem, beni daha çok yalnızlığa itti galiba...

Sayma ki ölümü, varoluşuna yapışmışsa sevdanın yeli, hayatı pür telaş yaşamaktansa bir defa kaybolasıya sevda da, yaşamsa eğer demeden, işte varsındır sevdanın doğumuyla ölümün arasında...Adına sevda denmişse eğer bin defa yaşamaya değerdi yaşam, sevdanın içinde kalmalarla...

Süveyda idi adı sevdanın yeli, yaşamın dengesi, sevmelere uzanmış bir ömürle...
Kaybolon düşlerle, yitilmiş hayatlar sanki, bir anda baktığımız, yaşam...

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 6.2.2014 17:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Yine siyahı moruna karışmış yağmurlar yağıyordu gökgürültüleri ve de şimşekler eşliğinde, onlar yine sevdalı idiler ama yalnızlıklarına gömmüşlerdi birbirlerinin sevdalarını, onlara aşk dediklerinde hep var oluşu sevdadan yana tarif ettiler... Onlar sadece aşka inanmıştılar, aşkla yalnız da olsa nefes aldılar ama inkârcı olmadılar hiç birbirlerine...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4