Bu Gece O Gece - Garib Çoban

Engin Demirci
941

ŞİİR


61

TAKİPÇİ

Bu Gece O Gece - Garib Çoban

Bu Gece O Gece - Garib Çoban

Yazgısı yâr olmayan yaranın, sargısı bal olsa iyileşmezmiş.
Şâyet gerçekliği incelemek için zihninizi kullanırsanız ne zihninizi ne de gerçekliği anlayamazsınız.
Ama gerçekliği şartlanmış zihninizi kullanmadan doğrudan deneyimle şimdi tadarsanız her ikisini de anlarsınız.

Anlarsan her şey anladığın gibidir
Anlamazsan her şey olduğu gibidir
Bilmek bitmektir' diyorsunuz ya, bunu anladığım söylenemez.
Hangi hüznümü yetiştireyim sana ey akşamüstü.
İşte bu iyi haber...
Neresi iyi bunu da anlamadım?..
Hakikat yaralar, yalan ise öldürür.
Anlamadığınız zaman zihnin tutunacağı hiçbir şey kalmaz da ondan...

Çoğu durumda, bir şeyi anladıysanız onu bunu bir daha asla anlayamayacaksınız çünkü her şeyi zaten tam olarak biliyorsunuz.
Ancak her şeyin aktığı gerçeklikte, tek seferde, bütün olarak anlaşılabilecek hiçbir şey yoktur.

Çünkü şimdi taze olanı şimdi gözlerimizle değil dünkü zihnimizle görüyor ve 'I see: anladım' diyoruz.
Şems vakti kollarını açarak bizi bekledikleri yerden geliyoruz.
Ama onu anladığımızı sandığımızda aktı geçti ve onu çoktan kaybettik.
Gerçeği anlamak diye bir şey yok ama onu tatmak için, onu sürekli görmek gerekir.
Ya da başka bir deyişle, tekrar tekrar, saniye saniye, anbean sürekli olarak anlamak gerekir.
Yani ne olduğunu canlı canlı görmek, önceden öyle bildiklerimizi unutmayı, geçmişi bırakmayı, çokça estağfirullah çekerek boşaltmasını bilmeyi gerektirir.

Hayatın tâze nefesiyle yenilenmek için.
Tâze gelenle tâze karşılaşmak gerekir.
Daha az bilmek, daha fazlasını görmektir.
Aynanı dünden temiz tut.
Yarını şimdi görürsün vesselâm..

Derdim bana derman imiş.
Nasıl bir cümle imiş öyle.
İnsana kendini tanıtan acı işte.
Yani ışıkta görünmüyoruz.
Hayır hayır, acıda görünüyoruz.
Artık acı çekmeye ihtiyacı kalmayan her insan güzelinin gördüğü nedir söyle?..

İçeri gel içeri.
Daha içeri.
Ben-i âdem yerine.
Ben-i idrâk'e geçmeli.

Nesneler arasında değil, duyularımız tarafından sağlanan algılar arasında yaşarız.
Yıldızlar, çitler ve çimenler diye sandığımız şeyler sâdece bir dizi sinir uyarısıdır.
Bedenimize sıkı sıkıya bağlıyızdır ve bize gerçeklik olarak görünen şey, beyne gelen elektrik sinyallerinin yorumlanmasından ibarettir.
Dış dünyanın fotoğraflarını duyularımızla çekeriz ancak duvarları, bu fotoğraflarla yapıştırılmış içi boş bir kürenin içinde oturuyoruz.

Bu içi boş top bizim dünyamızdır ve istesek de hiçbir yere gidemeyiz.
Tüm resimler bir araya geldiğinde, dışarıda olduğuna inandığımız dünyanın bir resmini oluşturur.
Işıklar açılıp da gölgen kaybolduğunda ya ölüm gibi bir şey olduğunda, bana öyle gelmiş der ve uyanırsın aslında bütün filmin, film olduğuna...
Büsbütün bu şenlikte, senlik bir şey olmadığına.

Bir aksiyon filmi izlediğinizi ve kimin kimi vuracağına sizin karar verdiğinizi düşünün.
Ana karakterin ilk silahlı çatışmada öldürülmesini seçerseniz tüm olay örgüsü nereye varır?.
Eğer gerçekten özgür bir seçiminiz varsa, bu en üzücü sonuçlara yol açabilir.
İyi ama usta sanatkardan çıkan bir sanat eserinin zevk vermesi gerekir, dert değil.

Özgür irade meselesi dönüp dönüp karşıma çıkıyor, yutamayınca da boğazımda düğümleniyor, hayatın tadı kalmıyor.
Bulutlar, bir nefesle yol alır.
Ağaçlar, rüzgarla sallanır.
Kuşlara, havayla şarkı yollanır.
İnsan da istekle oynatılır.

Canım istedi, yaptım; özgürüm' diyorsun ya, bak bakalım neden onu istedin!..
Hem nefes de insan için hayâtîdir ve kontrolü insana bırakılmış değildir.
İsteği ve nefesi seçemiyorsan gerisi hikâye.
Nefes alıp veriyorum ama.

Nefes alıp veriyorum diyorsun ya, aslında yaklaşmakta olan acıdır, seni buna zorlayan.
Yoksa dahili bir nefes ambarın yok değil mi?..
O bilinmeyen genişlikten, bir sonraki nefesin ve bir sonrakinin geçmesine izin vermezseniz dar-alırsın.
Ya onun rızası neyse onu yap, ya o sana ne yaparsa razı ol.
Demek sâdece bu bedenden havanın geçişine şâhidim.

İnanmıyorsan nefesini tutmayı, aldığını vermemeyi dene.
Bir öncekini bırakmadan kim nefes alabilmiş ki?..
Benzer şekilde yersiniz, içersiniz, hastalanırsınız ve iyileşirsiniz ve vücudunuzun pozisyonunu değiştirir.
Bir o yana bir bu yana dönersiniz.
Çünkü en sevdiğiniz pozisyon bile birkaç dakika sonra ağrıya dönüşür.

Aynı şekilde uyuyorsunuz, uyanıyorsunuz, seviyorsunuz ve seviliyorsunuz.
Aklınıza esen bir istekle çevrilip duruyorsunuz işte.
Bu büsbütün akışın neresinde, nasıl bir özgürlük var?..
Ne zaman ki iyiliğim kötülük olarak algılandı, anladım ki doğru yoldayım.

Tercihlerim, geçtiğim yollarmış...
Geç bunları anam babam.
Herhangi bir kişi için yalnızca bir yol vardır.
Tam olarak yaşam boyunca izlediği yol.
Alternatif bir şimdiki an, vâr olamaz.
Kaçınılmaz olarak olan vardır.
Peki bundaki nükte nedir?..
İnsan imkanından görünen, zaten özgür doğar.
Ama tüm kişisel hayatını özgürlüğü karşılığında hayali bir güvenlik, kesin bir mutluluk kazanmaya çalışarak köle gibi harcar.

Tandır tava geldi, hamur tükendi.
Demir tava geldi, kömür tükendi.
Akıl başa geldi, ömür tükendi..
Son başa geldi, umut tükendi..

Hem zaten, sahnede görünme süresi yani insan ömrünün uzunluğu, insanların olup bitenlerden ciddi sonuçlar çıkaracak zamanları olmayacak şekilde tasarlanmıştır, daha gözünü açamadan gün akşam olmuşsa ne olmuş?…
Her sahnede olması gereken, kaçınılmaz olarak tam da olması gerektiği gibi oynanmıştır nasıl olsa...
Sana öyle gelmiyorsa dön bak geriye, ben-im sandığın o filmin geçmişinden, bu önemsiz'
dediğin bir sahneyi çıkarsak şimdi burada böyle görünebilir miydin?..

Neden, dünyalıklara aldanıp sevgiyle bu ayrılıklar neden?…
Bu soruyu çok sordum, hep sordum, bir zaman geldi soramaz oldum.
Sormaya mecâlim kalmadı, insan bulamadım.
Tamam dedim artık bilmekten de vazgeçtim.
Yeter ki evime varayım niyesi, niçini neyse ne.
Ben sadece eve gitmek istiyorum.

Âlimdir âlim bilir her hâlim.
İki değil...
İki sandırması boşuna değil.
Sürekli olan bilinesi değil.
Kaybolmadan bulmak, unutmadan hatırlamak olmaz.
Bu sırra eğil.

O her şeyi bilen yönüyle her yerde hazırdır.
Her vücutta mevcuttur.
Ve her bir şeye, her bir şey olarak nüfûz eder.
Bütün film tek bir ışıkla görünür.
Bütün harfler tek bir nefesle okunur.
Bütün canlılık tek bir kudretle oynar.

Âlem vücûdunda, tek bir sinir sistemi türlü hâllerden ve şekillerden geçiyor.
Ve buna, artık doğanızı hiç anlamadığınızda bile kullanabileceğiniz, kardan adam gibi buzdan başka bir şeyden oluşmayan büyük bilgi ağı diyorlar.
Bu ağın her noktasından O'na sorular sorabilir ve O'ndan derhal cevap alabilirsiniz.
Nasıl?…

Size işaretler gönderecek.
Bir tür kişiye özel şifreleme.
Gerçekten anlamıyorum, bunları nasıl çözeceğim?…
İstersen uzaklaşıp buna mesafe diyebiliriz.
İsterseniz yakınlaşıp buna kader diyebiliriz.
İstersen birbirimizi özleyip hatıra deriz.
Ama eğer istersen..
Riski alıyoruz.
Ve biz buna aşk diyoruz!..
Hiçbir şeyin şifresini çözmenize gerek yok. Mesajlar yalnızca diğerleri için şifrelenir.

Bunu bilen sadece ikidir!..
Yüzeyde bir kişi hâli olarak sen.
Ve çemberin merkezindeki kaynakta O
Geometri bilenler bilir!..
Bir çemberin merkezinden yüzeyindeki her bir noktaya varan sonsuz doğru vardır.
Ve bir noktada dışarı sandığımız yansımamız olan dünyada sessiz bir ses yüzüyor:
İşte!… İşte bu!…

Bir şeye işaret eden bir ok gibi.
Mesajı ise şu!…
Çıplak bir şekilde şu anda gördüklerinize, duyduklarınıza veya hissiyâta dikkat edin.
Algı kapılarından akanların yorumsuz farkındalığında, düşünceden bağımsız farkındalıkla kalın.
Zira kişilik her zaman doğrudan algıya ilişkin bir dizi içsel yorum olarak ortaya çıkar.
Olsa istîdâd-ı ârif kabil-i idrâk-i vahy.
Emr-i Hak irsâline her zerredir bir Cebrail.
Daha derine inmenin anlamı yok.
Bunu doğrudan deneyimleyerek zevk etmek gerek vesselâm.

Her zaman hayatımın bir anlamı olması gerektiğini düşündüm.
Ama ne kadar uğraşırsam uğraşayım hayatıma bir anlam veremedim.
Her seferinde bu kez farklı olacak diyorsun ama hiç de öyle olmuyor.
Ve bir gün aynada kendine bakarken fark diyorsun ki gözlerindeki ışık çoktan sönüp gitmiş.

Aniden, yumruk yemişe dönüyorsun.
Asla sana ait olmamış bir şeyin peşinden koşarken gençliğini nasıl da heba ettiğini fark ediyorsun.
Kader belirsiz.
Fakat gözleri görmeyen kimse, gülü dikeninden tanır.
Kederde, acıda, gamda tanıyacaksın, aslında rahmete yaklaştığını.
Kanayacak ki parmağın, elinde bir gülün olduğunu anlayacaksın.
Yoruldum ve artık kendimi hep yorgun hissediyorum.

İyimserliğinizi takdir etmiyor değilim gerçi.
Onu boş yere üzerimde harcadığınız, benimle ilgilendiğiniz için teşekkür ederim gönlüm.
Hayatın anlamı, hediyeni bulmaktır.
Hayatın amacıysa onu vermektir.
Kendi anlamını yarat ve onu bırak!..
Ah be güzelim anlam bir zihin meselesidir oysa hayat bir tattır, bir koku.
Kısaca söylemek gerekirse hayatın anlamını içiyoruz bu yüzden bulamıyoruz onu...

Yani eğer bütün hayatın boyunca boğulduğunu düşünüyorsan ki vaziyet böyle görünüyor...
O vakit aşk, başını suyun üstünde tutmana yardımcı olan şeydir.
Peki bu illa dışarda bir nesne, bir kimse, bir faaliyet olmak zorunda mı?..
Hepsinden kötüsü eğer bu başka biriyse, her zaman elini geri çekebilir; elden vefâ yoğa benzer.
Ne yapmalı?…
Büsbütün akmalı, Aşkı nesne/siz bırakmalı.
Sahiplenmeden bakmalı, kavramadan tatmalı.

Gerçekte hiçbir anlamı olmamasına rağmen aşk ancak böylece, olan her şeye anlam katar.
Dahası yaptığınız her şeyi yalnızca aşk yüzünden yaparsın, en başından beri böyle olduğunu anlarsın.
Yoksa sadece düştüğün yere oturup dehşet içinde ağlamaya başlardın, pişmanlıklar içinde hatta kendinden ve âlemden iğrenerek.
Kısacası aşk, herkesi olduğu yerde tutan şeydir.
Belki ölüler hariç
Gerçi
Yine de bir ümit.

İnsanın yüreği deniz gibidir, fırtınaları vardır.
Onun gelgitleri vardır ve derinliklerinde de incileri vardır.
Bir şeyin değeri, süresinde değil, meydana geldiği yoğunluktadır.
Bu nedenle unutulmaz anlar, anlatılamaz şeyler ve eşsiz insanlar vardır.

Gece yarısının sessizliğine bürünmüş halde sayfaları çeviriyorum.
Gerçekliği unutup hikâyenin dünyasına dalıyorum.
Eğer sevgini kaybedersen.
Her şeyini kaybedersin.
Kendinizi sevmekten ve güzelce sevmekten asla vazgeçmeyin.
Bizi kurtaran ve hayatta tutan tek şey sevgidir.
Sorar isen aşk nerdedir, nerde istersen ordadır.

Noktayı uzatmak gerekirse!..
Aşk lazım.
Zira aşksız her şey kurur.
Aşk nedir?..
Onu bile anladığımdan emin değilim.
Aşk ne midir?..
Şimdi, suya düştüğünü ve boğulmak üzere olduğunu hayâl et!..
Şimdi, bir anlığına başını dışarı çıkardığını, ışığı gördüğünü, nefes alabildiğini ve ellerine bir şeyin dokunduğunu hayâl et.
Ve onu tam hisset, onu tut, ona tutun.
(Y.ed - Aşk Sofrası Albümü)

Engin Demirci
Kayıt Tarihi : 17.9.2024 12:49:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Dünyayı ahirete götüremeyeceğine göre, öyle bir yaşa ki dünya seni ahirete götürsün. Kavli Pir Şems’i Tebrizi k.s.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mustafa Bay
    Mustafa Bay

    Diyor ki, ezcümle;
    "Tutunduğundur, aşk..."
    Hayat bulduğun, hayata bağlandığın...

    O nedenle
    Sürekli sevmelisin,
    Ki ancak o zaman "tazelenirsin..."

    Tebrikler Engin Bey...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Engin Demirci