Bin dokuz yüz atmış yılının mayıs ayında köyden ilçeye göç etmiştik. İlçemiz, Gölpazarı, köyümüz Çengeller’ e göre oldukça büyük ve kalabalıktı. Her taraf yabancı insanlarla doluydu. Köyün verdiği ürkeklikle dolaşırken, şehir çocukları beni döver elimde ne varsa alırlardı. O yüzden ilçeyi sevmez ilk fırsatta köyüme giderdim. İlkokul beşinci sınıfı ilçede Gazi Mihal İlkokulu’ unda okudum. Zaten başka okul da yoktu. Yanıbaşında da Gölpazarı Orta Okulu vardı.
Dedim ya ilk fırsatta köyüme giderdim. Kara kütük’te Cimbek’in kahvesini Ayvaz Mehmet çalıştırırdı. Köyümüzün insanları büyük küçük burada daha çok vakit geçirirlerdi. Biz çocuklarda bir kenara oturur onların konuşmalarını dinlerdik. Ben ilçeden köye her gelişimde kahvenin bir kenarına otururdum. Amcaların ve dayıların konuşmalarını sessizce dinler ve bir anlam veremezdim.
- Bu çocuk okuyacakmış.
- Kim, bu mu? Hadi canım sende.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim